İnsan bedeni fiziksel bir varlık olmaktan öte, toplum tarafından şekil verilen, sosyal, kültürel ve politik bir varlıktır. Devlet ideolojileri, iktidar, toplumsal değerler ve daha birçok şey bedenimizi şekillendiren faktörler arasında yer alır. İnsan bedeni, tarihsel dönemlere ve kültürlere göre farklı şekillerde kurulur, sunulur, sarmalanır ve beklentiler içine girer
Dr. Melin Levent Yuna
Beden, fiziksel bir varlık ya da biz onu yıllarca bu şekilde düşündük. Hâlbuki bedenimiz fiziksel bir varlıktan olmaktan çok öte, toplum tarafından tanımlanan ve şekil verilen sosyo-kültürel ve politik bir varlıktır. Biz tüm sosyal hayatımızı bedenimiz aracılığıyla deneyimleriz. Devlet ideolojileri, iktidar, popüler kültür, kültürel değerler, toplumsal cinsiyet değerleri, medya ve daha pek çok şey bedeni şekillendirir, onu toplumsal bir varlığa çevirir. İnsan bedeni, tarihsel dönemlere ve kültürlere göre farklı şekillerde kurulur, sunulur, sarmalanır ve beklentiler içine girer.
Bedenin nasıl da iktidar ve onun ideolojisi tarafından kurulan ve şekillenen bir şey olduğundan bahsetmek istiyorum; özellikle de kadın bedeninin Türkiye’de iki farklı tarihsel dönemde, iki farklı iktidar tarafından nasıl sarmalandığını ve tavırlarının nasıl da şekillendirildiğini anlatacağım:
Kadın bedeninin sarmalanması ve onun var olma hali, Tanzimat ve özellikle Cumhuriyet sonrasında, Tanzimat dönemi öncesine göre büyük bir farklılık gösterir. Bu, iktidarın kadın bedenine yaklaşımıyla ilgilidir. Cumhuriyet öncesindeki Osmanlı kadınına, çoğunlukla Batı’ya çok mesafeli olan İslam dinini rehber alan bir iktidar tarafından biçim verildi. Aynı kadın, Cumhuriyetle birlikte, özellikle 1920 ve 1930’larda, Batılılaşma, şehirleşme ve laikleşme endişesi taşıyan bir iktidarın ideolojisinin yansıdığı bir unsur halini aldı.
Tanzimat öncesi kadın bedeni
Tanzimat öncesindeki kadın, fiziksel olarak tamamen devlet tarafından şekillendiriliyordu. Din devleti bu dönemde, kadın bedenini sıkı bir şekilde denetledi. Bu denetleme sadece kadının ne giyeceğini ve bedenini nasıl saracağını değil aynı zamanda hangi dine ait kadının ne renk ve hangi kumaşla sarmalanacağını da düzenledi. Müslüman kadınının giyebileceği renk Ermeni kadınınkinden, Ermeni kadınının giyebileceği renk Yahudi kadınınkinden farklıydı. Kadının örtünme ve sarmalanma şeklinin devlet tarafından sıkı sıkıya düzenlenmesi özel / bireysel zevke, yaratıcılığa ve ifadeye pek de yer olmadığını ve kadının özel hayatının ve namusunun bir devlet politikası olarak izlendiğini gösterir. Ev içinde şalvar ve gömlek, ev dışında manto, peçe ve terlik Osmanlı kadınının sarmalanma şekliydi (Şeni 1990). Kadının kolları ve bacakları tamamen kapalıydı. Bununla beraber kadının Doğulu imgesi ve varoluşu minder üzerine yayılmış yumuşak, yatay, tombul, gevşek çizgiler ve beden halleriyle ifade edilirdi.
Dönemin güzel kadın tanımı da aynı devlet bakış açısıyla şekillendi. Osmanlı’nın güzel kadını bedeni, beyazlık, yuvarlak beden hatları, yavaşlık ve pasiflik, doğurgan beden, çok uzun saçlar gibi Doğulu kavramlar taşırdı. Kadın ve erkeğin toplumsal eşitliği ise o kadar düşünülemez ve imkânsız bir kavramdı ki Hayal mizah dergisinin yaptığı gibi bu eşitsizlik kadın ve erkek bedeninin fiziksel karşılaştırılması yoluyla meşru kılınırdı. Hayal dergisi, kadınla erkeği metreyle ölçtü, tartıya vurdu ve kadının doğal olarak erkekle eşit olamayacağını ortaya koydu (Şeni 1990: 65). Osmanlı döneminin toplumsal anlayışına göre kadın, doğası gereği erkek karşısında daha zayıf, daha az eşitti.
Tanzimat ve özellikle Cumhuriyet ile birlikte devlet ideolojisi medenileşme, Batılılaşma ve laikleşme endişesi taşımaya başladı ve elbette geç dönem Osmanlı ilk dalga feminizm ile tanıştı (1860’lar, 1908 Meşrutiyet özellikle). Kadın hareketi 1860’larda marjinal bir şekilde başladı ve daha sonra tabana yayıldı. Özellikle 1908’de Meşrutiyet’in ilanıyla aktifleşti. Bu kadın hareketi, dergiler ve dernekler aracılığıyla Osmanlı topraklarındaki kadının toplumsal pozisyonunu sorguladı ve kadınların bir grup olarak bilincini geliştirdi. Onların anne ve eş rollerinden daha fazla olan ihtiyaçlarını ortaya koymaya başladı. Kadın dergileri, kadınların kendilerini birey olarak ifade etmelerini sağlarken, kadın dernekleri bireysel talepleri örgütlü hale getirdi (Çakır 1996: 43).
Osmanlı kadın hareketinin ardından ve kimi zaman eş zamanlı olarak gelen Medeniyet Projesi Kemalizm’le gerçekleşen devlet bakış açısındaki dramatik değişme, kadının varoluş halini dönüştürdü. Sonunda kadın ve onun var oluş şekli, Kemalist proje aracılığıyla modernleşme sürecinin önemli unsurlarından biri haline dönüştü. Kadın, dikey boyutlarda toplumsallaştı ve eğitildi. Kemalizm bir medeniyet projesi olarak iki prensip üzerine yükseldi: Milliyetçilik ve Medeniyetçilik veya Maziyi tutmak ve Batılaşmak (Göle 1991: 85) Kemalizm’deki medeniyet kavramı teknoloji düzeyinden yeme, içme, gündelik hayatı yaşama şekillerine kadar Batı’yı örnek alan geniş bir yelpazeyi barındırır. Batı kültürü tek bir şey değildir. Fransız ve İngiliz anlayışıyla beraber Alman anlayışı da mevcuttur. Fransız ve İngiliz kültürü daha evrenseldir ve ülkeler arasındaki farklılıklar üzerinde durmaz. Daha çok insan davranış biçimlerini konu eder. Daha aristokrattır. Alman kültürü ise milli farklılıkları önemser. Derinlik ve fazileti yansıttığı iddia edilir. Kemalizm her ikisini de içerir (Göle 1991: 85 – 87).
Cumhuriyet’le değişen görünüm
Kadının var oluşu, Kemalist proje bağlamda yeniden şekillendi. Ev içindeki şalvar ve gömlek önce entari ve hırkaya dönüştü. Bunlar da yerini İngiliz usulü kabarık etek ve tuniğe bıraktı. Ev dışında ise manto, peçe ve terlik yerini sıkma belli, bol etekli entariye, şeffaf peçeye ve Parizyen ayakkabıya bıraktı. Tüm bunların üzerine Batı’nın sembolü olan korse geldi. Çarşaf evrildi, belden kesilip etek ve pelerine dönüştü. Daha sonra pelerin kısaldı, kollar serbest kaldı ve üzerine eldiven giyildi. Son aşamada peçe ince bir tüle, pelerin de saçları hafifçe örten eşarba dönüştü (Şeni 1990: 48-59).
Devletin kadını şekillendirmesi devam etti. Devlet ideolojisi Batı’ya yaklaştıkça kadının şekillenmesi de o kadar değişti ve netleşti. Kadın fiziksel ve sosyal bir varlık olarak dikey, sivri şekillere ve özgürleşme sürecine girdi. Kemalist proje kapsamında kadının (ve erkeğin) şekillendirmenin son noktası Mustafa Kemal’in Kıyafet Devrimiyle gerçekleşti (Göle 1991: 86-87). Erkek ve kadının Batılı tarzda sarılması, fes, peçe gibi sarılma tarzının tamamen ve her haliyle terk edilmesi kanuni bir mecburiyet halini aldı. Kadın artık korsenin de yardımıyla ince bel, düz karın, açık ve uzun bir boyun ve dik siluet imajına uygun şekilde sarmalandı. Bu sarmalanma biçimi devletin arzu ettiği medeniyetin göstergesi oldu.
Davranış şekilleri de Osmanlı’dan Cumhuriyet dönemi ve sonrasına geçen devlet düzeninin ve bakış açısının bir sembolüdür. Tiyatroya gitmek, çatalla yemek, jimnastik yapmak, kadın ve erkek kol kola sokakta yürümek, balolarda dans etmek, tokalaşmak, ata binmek Batılılaşma endişesi taşıyan devletin topraklarında yaşayanların davranışlarından bazılarıydı (Göle 1991). Kadın kapalı aile mekânlarından dış mekânlara çıktı ve görünürlük kazanmaya başladı. Fiziksel olarak kentin kamusal alanlarında erkekle yanyanalık durumuna geçti. Kadının erkekle kol kola gezmesi, balolar organize etmesi veya balolara katılması, akşam üzeri pasta salonlarına gitmesi, ata binmesi Batılılaşma, medenileşme projesini oluşturdu.
Devletin Batılılaşma, medenileşme endişe ve isteği kadınla ilgili estetik değerlere, dolayısıyla beğenilere de yeni şekiller verdi. Güzel tanımı değişmeye başladı. Kadın için tanımlanan güzellik Doğulu güzellik anlayışından Batılı güzellik anlayışına geçme eğilimine girdi. Artık güzellik, zayıflık, korseli beden, enerjik beden ve kısa saçla tanımlanmaya başladı. Beğenilen kadının varoluş şekli, yataylık, yayvanlık ve tombulluktan dikeylik, dar kalçalılık, sivrilik ve enerjikliğe dönüştü (Göle 1991: 90-95).
Kemalist proje çerçevesinde arzu edilen ve yaratılan Türk kadını artık Osmanlı kadınından farklıdır (Göle 1991). Medeniyet ve halkçılık ikilemi içerisinde büyüyen modernleşme projesine çözüm, Halide Edip Adıvar’ın Kemalist kadın kimliğinden geldi. Yeni Kemalist kadın Kemalizm ve modernleşme projesi tarafından belli özellikler taşıması reddedilen ve başka belli özellikleri taşıması arzu edilen kadın oldu: Eğitimli, iki-üç dil bilen, çalışarak ulusuna faydalı olan, toplumsallaşmış, kamusal alanda görünür olan, dişilikten uzak bir kadın. Bu kadın, ulusal projeyle özdeşleşmiş yeni kadındır, öğretmenlik yapan, ağırbaşlı, kararlı, çalışkan, hem anne hem de arkadaş olan bir kadın tipidir. Hem batılılaşmış hem de ulusal değerlerine bağlı bir kadındır (Göle 1991: 95-99). Onu Osmanlı’ya göre yeni kadın yapan şey okumuş olması, ailesinin yanı sıra vatanı için de çalışmasıdır.
Kemalist kadınlık hali, devleti, ulusu ve ailesi için üreten, ulusuna savaşta destek olan boyutuyla ortaya çıktı. Milletin öğretmeni ve iffetli anne rolleri baskındı. Bu kadın, 20. yüzyılın başlarının ve ilk yarısının yetişmiş, şehirli, laik ve aseksüel varoluşlu Cumhuriyet kadınıydı.
Kısaca fiziksellik boyutuyla düşünülen insan bedeni, hem görüntü olarak hem de varoluş şekliyle önemli ölçüde sosyo-kültürel ve politik bir varlıktır. Osmanlı dönemiyle Cumhuriyet döneminin kadın varoluşunun kısa bir karşılaştırması bize tarihsel süreç içerisinde insan bedeninin ve tavırlarının nasıl da iktidar tarafından şekillendirildiğini anlatan güzel bir örnektir.
Kaynakça
Çakır, Serpil. 1996. Osmanlı Kadın Hareketi, İstanbul: Metis Yayınları
Göle, Nilüfer. 1991. Modern Mahrem: Medeniyet ve Örtünme, İstanbul: Metis Yayınları
Şeni, Nora. 1990. “19. Yüzyıl Sonu İstanbul Basınında Moda ve Kadın Kıyafetleri”, Kadın Bakış Açısından 1980ler Türkiye’sinde Kadın, der. Şirin Tekeli, İstanbul: İletişim Yayınları