Bir koyundan iki post

Yetenekli bir yönetmenin, kaliteli bir yazarın, karizmatik oyuncuların eseri ‘danışman’ kötü bir film

Viktor APALAÇİ Sanat
18 Aralık 2013 Çarşamba

Yazdığı romandan yola çıkan ‘İhtiyarlara Yer Yok’un dört Oscar kazanması yazar Cormac McCarthy’nin iştahını kabartmış. Benzer bir konuyu işleyen yetersiz senaryosu ile film, yönetmen Ridley Scott ve müthiş bir oyuncu kadrosunun varlığına rağmen beklentileri karşılamıyor. Açgözlülük, şiddet, vicdan, hayat ve ölüm gibi bildik temalar etrafında dönen geveze senaryo ‘Danışman’ı soğuk, itici, sağlıksız, inandırıcı olmaktan uzak, yolunu şaşırmış bir film yapıyor.

 

Danışman/The Councelor’ müthiş yetenekli bir yönetmenin, kaliteli bir yazarın ve karizmatik oyuncuların bir araya gelip, çok kötü bir film yapabileceklerinin tipik bir örneği.

Ridley Scott Hollywood’da çalışan İngiliz yönetmenlerin en ünlüsü. Oscar ödüllü dört filmi var.

Kült yazar Cormac Mc Carthy ilk kez bu filmde senaryo yazmayı deniyorsa da, 2005 tarihli romanı ‘İhtiyarlara Yer Yok/ No Country For Old Men’den Coen kardeşler dört Oscar’lı bir film yapmıştı.

Çoğu Oscar ödüllü, Penelope Cruz, Javier Bardem, Brad Pitt, Cameron Diaz ve Michael Fassbender gibi A sınıfı oyunculardan oluşan bir kadro da hayal kırıklığının bir parçası olup, beklentileri karşılayamıyorlar.

Cormac Mc Carthy, ABD-Meksika sınırında geçen konusuyla ‘İhtiyarlara Yer Yok’ta uyuşturucu baronlarının hesaplaşması üzerine müthiş bir roman yazmıştı. Romanı senaryolaştıran Ethan ve Joel Coen En iyi Uyarlama Senaryo, En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerinin sahibi olmuş, oyuncuları Javier Bardem’e En İyi Yardımcı Aktör Oscar Ödülü’nü kazandırmışlardı.

Cormac Mc Carthy, aynı coğrafyada benzer karakterlerle, yakın bir konuda yazdığı senaryo ile bir koyundan iki post çıkarma açıkgözlülüğüne gidiyor.

Şiddet, vicdan, hayat ve ölüm gibi bildik temalar etrafında dönen geveze senaryo ‘Danışman’ı soğuk, itici, narsist, sağlıksız, yolunu şaşırmış bir film yapıyor.

‘İhtiyarlara Yer Yok’ta antolojilere geçecek karanlık bir kiralık katil kompozisyonu çizen Javier Bardem, bu kez gece kulübü sahibi, yer altı dünyası mensubu, uyuşturucu tüccarı rolünde karikatür bir tip yaratıyor.

Adı iyi oyuncuya çıkan (başroldeki) Michael Fassbender’in, Ridley Scott yönetiminde, kariyerinin en kötü kompozisyonunu çıkarması düşündürücü.

Hollywood’un en iyi karakter oyuncularından Brad Pitt ile Oscar’lı aktris Penelope Cruz filmin sönük ve etkisiz oyuncuları.

Yasadışılık, şiddet, cinayet, uyuşturucu satışı gibi çok işlenmiş, tutkulu bir aşk hikâyesiyle soslandırılmış bir konudan film yapmayı 32 filmlik bir kariyeri olan, 77’lik Ridley Scott nasıl kabul etmiş, anlaşılır gibi değil.

TARANTİNO KADAR GEVEZE

 ‘Yaratık/Alien (1979) ilk Oscar’ını alan, ‘Thelma and Louise’(1991) ile bunu alışkanlık haline getiren ‘Gladyatör’(2000) ile Oscar sayısını beşe çıkartan, ‘Kara Şahin Düştü’(2001) ile iki Oscar ödülüne kavuşan ‘Blade Runner’(1982) ile bilimkurgu türünün ilk başyapıtlarından birine imzasını atan, ‘Hannibal’(2001) ile ününü pekiştiren Ridley Scott’tan bahsediyoruz.

İki kardeşi (Tony ve Frank’ın) aynı mesleği yaptığı için, adı Scott kardeşlerin ‘yetenekli olan’ına çıkan Ridley Scott’tan…

Hayatında hiç senaryo yazmamış McCarthy’nin bu işe 81 yaşında soyunmasına hiç ihtiyaç yoktu. Sıradan konusuyla, sürekli konuşan ama hiçbir şey söylemeyen karakterleriyle, birbirlerinden kopuk sahneleriyle bu senaryo filmin yumuşak karnı. Zira iyi bir film yapmanın yolu, iyi bir senaryodan geçer kuralı ‘Danışman’da da işliyor.

İyi çizilmemiş karakterleriyle bir türlü inandırıcı olamayan filmde, yaşlı kurt Ridley Scott senaryonun kurbanı oluyor.

Temmuz 2012’de çekimleri başlanan filmde yönetmen büyük bir talihsizlik yaşamış, 19 Ağustos’ta kardeşi Tony’nin intiharı nedeniyle ara vermiş, sete bir ay sonra dönebilmişti.

Steven Soderbergh’in kendisine En İyi Yönetmen Oscar ödülünü getiren, 2000 tarihli filmi (toplam dört Oscarlı) ‘Trafik/Traffic’ ile benzer konusuyla ‘Danışman’ ABD-Meksika arasındaki uyuşturucu pazarının nasıl işlediğini anlatıyor.

Film başarılı bir avukat olan, yakışıklı ‘Danışman’ın (Michael Fassbender) güzel nişanlısı Laura (Penelope Cruz) ile beyaz çarşaf altındaki ateşli bir sevişme sahnesiyle açılıyor. Az geçmeden, mutlu bir gelecek planları yapan avukatın ekonomik sıkıntılarını atlatması için karanlık bir işadamı olan Reiner (Javier Bardem) ile büyük bir uyuşturucu işine gireceğini görürüz.

 

ARABASIYLA SEVİŞEN CAMERON DİAZ

Reiner’in fırsatçı sevgilisi Malkina’nın (Cameron Diaz) bu lanetli uyuşturucu kaçakçılığından kâr elde etmeye çalışmasıyla işler sarpa sarar.

Durumun vahametini avukata anlatmaya çalışan aracı Westray’in (Brad Pitt) uyarıları işe yaramaz. ‘Danışman’ uyuşturucu baronlarının kaçırdığı nişanlısının ve kendi canını kurtarmanın yolunu bulmalıdır.

Senarist Mc Carthy maço dünyasına ait öyküsünü insanoğlunun temel zaaflarından biri olan ‘açgözlülük’ teması üzerine kuruyor. Ama ‘İhtiyarlara Yer Yok’ta Coen Kardeşler’in senaryoya kattıkları ‘humor’ (mizahla karışık alay) özelliği ‘Danışman’da yok.

Filmin akılda kalacak tek olumlu sahnesi seksi Malkina’nın sevgilisi Reiner’in arabasıyla(!) seviştiği olağanüstü sekans. Vantuz balığı benzetmesi senaryodaki tek özgün buluş. Cameron Diaz filmin ayakta kalan tek oyuncusu olarak erkek avcısı ‘femme fatale’ Malkina kompozisyonu ile En iyi Kadın Oyuncu Oscar’ı için adaylığını koyuyor.

Hollywood’un en seksapelli oyuncularından biri olarak Diaz gözüktüğü her sahnede fark yaratıyor, güzelliği ile perdeyi aydınlatıyor.

 

DANIŞMAN / THE COUNCELOR

Yön: Ridley Scott

Sen:Cormac Mc Carthy

Gör:Dariusz Wolski

Müz: Daniel Pemberton

Oyn: Michael Fassbender-Cameron Diaz-Penelope Cruiz- Javier Bardem- Brad Pitt

 

Taşrada hayat ve melankoli

‘Kariyo-Abbabay Vakfı’nın desteği, M3 dağıtım şirketinin cesaretiyle sinema severlere sinematek heyecanını tekrar yaşatan ‘BAŞKA SİNEMA’ oluşumu programına yer verdiği bağımsız sinemanın kaliteli örneklerini ‘Yozgat Blues’ile sürdürüyor.

Bu yıl Adana Altın Koza Festivali’nde En İyi Film Ödülü ‘Gözümün Nuru’ ile paylaşan bu film ‘Uzak İhtimal’ ile dikkatleri üzerine çeken Mahmut Fazıl Coşkun’un ikinci yönetmelik denemesi.

İlk filminde bir rahibeye âşık olan bir imamın öyküsünü anlatan Coşkun, bu kez boş zamanlarında şarkıcılık yapan müzik tutkunu bir öğretmenle hayata atılmak isteyen bir kız öğrencisinin tuhaf ilişkisini anlatıyor.

İncelikli insan hallerini, sıradan karakterler eşliğinde, sakin ve alçak gönüllü bir sinema dili ile işleyen Coşkun kederli mizahını bu kez yaşlanan bir şarkıcının üzerinden aktarıyor.

Belediyenin düzenlediği müzik kurslarında ders veren Yavuz’un (Ercan Kesal) bir AVM’de verdiği konserle başlayan film, şarkıcının Yozgat’ta eski bir tanıdığının işlettiği Delila adlı gazinodan iş teklifi almasıyla kulvar değiştiriyor.

Büyük şehirde aradığını bulamamış, bir baltaya sap olmak için arayış içinde olan Yavuz’un kurstan öğrencisi Neşe (Ayça Damgacı) hocasından kendisini vokalist olarak işe almasını ister. 

İkili Yozgat’taki yeni iş yerlerinde başta ‘L’Ete Indien’ olmak üzere şansonlar söylerler. Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı anımsatan bu monoton program ilgi görmeyince Neşe yeni arayışlar peşine düşer.

Yozgat’ta tanıştıkları, aklına evlenmeyi koymuş annesiyle yaşayan erkek berberi Sabri (Tansu Biçer) ve taşra entellektüeli, yerel bir radyoda program yapan, şiir, edebiyat ve sanat tutkunu Kamil (Nadir Sanbacak) ile boş vakitlerini paylaşırlar.

Platonik-İmkansız bir aşk mı?

Yönetmen Coşkun, Tarık Tufan ile birlikte yazdığı senaryoda Yavuz’un geçmişi, iç dünyası ve beklentileri hakkında hiçbir ipucu vermiyor.

Sahnede şarkı söylerken peruk takan, sesini yükseltmeyen, sükûnetini her daim koruyan, arzularını açığa çıkartmayan, dile getirmeyen pasif karakterli bu orta yaşlı adam, belki de Neşe ile birlikte hayatında yeni bir başlangıç yapmak arzusundadır.

Genç yaşta ölen usta yönetmen Jules Dassin’in şarkıcı oğlu Joe Dassin ile özdeşleşmiş, 70’li yılların unutulmaz, popüler şarkısı ‘L’ Ete İndien’li programını değiştirmeyi asla aklına getirmeyen Yavuz, gazino patronunun işine kibarlıkla son vermek istemesi karşısında pes etmez.

Neşe’yi düş kırıklığına uğratmamak için para almadan programını sürdürmeyi teklif eder. Otel faturasını ödemek için arabasını satacak Neşe’ye mahcup olmayacaktır.

Daha çok para kazanabilmek için  bir kuaför dükkanı açmayı planlayan Sabri, dekorasyon için  yardımını istediği Neşe’ye evlenme teklifinde bulunur. Teklifi kabul eden Neşe, Yozgat’ta adım adım  yeni bir hayat inşa ederken, yalnızlığa ve yenilgiye alışık Yavuz’u İstanbul’a döneceği otobüste görüyoruz filmin finalinde.

İmkânsız bir aşk mı, kırık bir aşk öyküsünü mü veya platonik bir aşkı mı anlatmak istediğini vurgulamak ihtiyacını hissetmeyen, karakterlerini yargılamayan Mahmut Fazıl Coşkun neticede yoğun bir sinema duygusuna sahip bir filme imzasını atıyor.

Taşra gerçeği üzerine çok şey söyleyen gerçekçi tespitlerde bulunan filmin en büyük özelliği Yozgat’ı hiç göstermemesi. Taşranın her yerinde hayat monoton ve  sönüktür. Zaten filmin iki kahramanı büyük şehirden kaçıp, huzuru taşrada arayan tipler değildir.

Karakterlerini yargılamayan, onlara mesafeli bir üslupla yaklaşan Coşkun, iyi yazılmış diyaloglar eşliğinde, söylenenler kadar söylenemeyenlerin de önemli olduğu bir konseptten yararlanıyor.

Şüphesiz ki büyük destekçisi trajikomik bir karakteri doğru yorumlayarak oynayan Ercan Kesal. Asıl mesleği doktorluk olan, hastane sahibi olan Kesal, Nuri Bilgi Ceylan’ın keşfettiği kabiliyetli bir oyuncu ve senaryo yazarı(Bir Zamanlar Anadolu’da filminin senaryosunu bir Anadolu kasabasında geçirdiği doktorluk deneyimlerinden yararlanarak yazmıştı).

Ercan Kesal bu filmdeki performansıyla kazandığı İstanbul Film Festivali ve Altın Koza’daki En İyi Erkek Oyuncu ödüllerini hak eden ölçülü, etkili bir oyun çıkarıyor. Diğer üç oyuncu da ona ayak uydurabiliyor.

Meraklısı için bir not:

Filmi baştan sona götüren karşılığı ‘pastırma yazı’ olan Amerikan kökenli Fransızca deyim ‘L’ Ete Indien’, 1970’lerden günümüze popülerliğini kaybetmeyen şarkının sahibi genç yaşlarda ölen Joe Dassin idi. Şarkıcının babası Mc Carthy solcu avından kaçıp Fransa’da yönetmenlik hayatını sürdüren, İstanbul’da çevirdiği ‘Topkapı’(1964) ile ünlenen Yunanlı aktris  Kültür Bakanı Melina Mercury ile evli Jules Dassin idi.

 

REKLAM TACİZİ

Bu hafta vizyona giren filmler arasındaki ‘Bu İşte Bir Yanlızlık Var’ın bir GSM firmasının uzun uzun reklamını yapmaya soyunması üzerine söylenecek tek şey: “Bu İşte Bir Yanlışlık Var” demek olmalı.

Tuna Kiremitçi’nin romanından alınan eleştirmen Burak Göral’ın senaryosunu yazdığı filmi Ketche (Hakan Kırkavaç) yönetiyor.

Reklam dünyasından gelmiş olmanın verdiği alışkanlıkla olacak Ketche (yapımcının işbirliği ile) filmin iki ana karakterinin de övdüğü bir GSM firmasının afişlerini gözümüze sokuyor.

“Bu kadarı da pes” dedirten bu uygulama filmin seyir keyfini sıfırlıyor.