Bir zamanlar sahada adına tezahüratlar yaptığı oyuncuyu, rakip takım renkleri içerisinde görmek her taraftarın kâbusudur mutlaka. Özellikle takımın kalesinde gördüğü gol o oyuncudan geliyorsa… Geçtiğimiz ay Avrupa’da tanık olduğumuz dramatik durum tam olarak da buydu, hem de sadece bir değil, iki büyük mücadelede
Roza Saba
Geçtiğimiz kasım ayı, Avrupa liglerinde çekişmeli geçen büyük mücadelelere sahne oldu. Tansiyonu yüksek bu maçlardan özellikle iki tanesinin dikkat çekici bir ortak özelliği vardı; son yıllarda Avrupa’nın zirvesinde olan takımların kendi liglerinde karşılaştığı bu iki büyük maçta da kazanan takımın ilk golleri, rakip takım bünyesinde yetişmiş ve üne kavuşmuş oyunculardan geldi.
Kasım ayının ilk çeyreğinde Premier Lig önemli bir mücadeleye sahne oluyordu; Manchester United- Arsenal. Sezona oldukça formda başlayan liderlik koltuğundaki Arsenal ile yeni antrenörleri David Moyes ile henüz iyi bir grafik çizmeyi başaramayan Manchester United Old Trafford’da karşı karşıya geliyorlardı. Bu karşılaşma her iki takım için de büyük önem taşıyordu; Arsenal şampiyonluk iddiasını kanıtlamak, United ise takımın üzerindeki kara bulutları dağıtmak için kazanmak istiyordu. Maçın kazananı ev sahibi United olurken takımın ve karşılaşmanın tek golü geçtiğimiz sezon Arsenal’den transferiyle çok konuşulan Robin Van Persie’den geldi. Hollandalı oyuncu eski taraftarları önünde golünü kutlamaktan çekinmedi.
Kasım ayının sonuna yaklaşırken Bundesliga’da iki önemli rakip karşı karşıya geliyordu; mücadelenin adı bu sefer Borussia Dortmund-Bayern Münih idi. Karşılaşmadan önce her iki tarafta da eksiklikler göze çarpsa da sakatlıklar konusunda şanssızlıklar Dortmund takımından yanaydı. Sezonun önemli bir bölümünde İlkay Gündoğan gibi önemli bir oyuncusundan yoksun olan Dortmund’da en büyük şok ise defans hattında yaşanmıştı. Neven Subotić’in diz sakatlığıyla sezonu kapamasının ardından milli takım arasında Almanya’nın İngiltere’yle yaptığı hazırlık maçında sakatlanan Mats Hummels ile sol bek Marcel Schmelzer’i de uzun süreli sakatlar listesine ekleyen ekip deneyimli oyuncularından yoksun olarak maça çıktı. Bayern ev sahibi ekibi üç gol ile yenerken açılış golü, bu sezona dek Dortmund forması ile görmeye alışkın olduğumuz genç yetenek Mario Götze’den geldi. Götze, eski takımına attığı golü kutlamayarak Borussia Dortmund taraftarlarına saygı göstermeyi seçti.
Robin Van Persie ve Mario Götze, yaptıkları transfer seçimleriyle büyük yankı uyandıran iki isim. Bu durumun sebebi ise kendi liglerinde rakip takımı, senelerce önemli bir parçası oldukları kendi takımlarına tercih etmeleri. Günümüz futbolunda bu tarz örnekleri çoğaltmak gerekirse daha birçok isimden söz edebiliriz; Luís Figo, Sol Campbell, Ashley Cole, Carlos Tévez ve tabi ki Fernando Torres. Hatırlayacağınız üzere Torres, 2010-2011 sezonu devre arasında astronomik bir rakamla Liverpool’dan Chelsea’ye transfer olmuştu. Torres, bu hareketinin ardından ligin en köklü takımlarından biri olan Liverpool’un koyu taraftar grubu tarafından hain ilan edilmiş; adına yazılan şarkıların yerini yakılan formaları almıştı. İspanyol oyuncu, takıma ilk katıldığı zamanlarda Liverpool günlerinden çok uzakta formsuz bir görüntü çizerek eleştiri oklarının hedefi haline gelmiş ve zor günler geçirmişti. Beklenen performansı bir türlü gösteremese de, golcü oyuncu Chelsea için 2011-2012 Şampiyonlar Ligi yarı finalinde Barcelona’ya son dakikalarda attığı gol ile Bayern Münih ile oynanacak olan finalin mimarı olmuş ve adından yine söz ettirmeyi başarmıştı. Liverpool’da bir türlü kupa kaldırma şansı bulamayan Torres, aynı sezon Chelsea ile Şampiyonlar Ligi’ni kazanmış, ertesi sezon ise UEFA Avrupa Ligi kupasını kaldırmıştı.
Bağlılık ve sadakat; günümüz futbolunda en çok tartışılan konulardandır şüphesiz ki. Büyük meblağların döndüğü günümüz transfer piyasasında yetenekli oyuncuların daha iyi şartlarda daha rekabetçi liglerde oynayarak kendini gösterebilmek adına büyük takımları tercih etmeleri kuşkusuz ki olağandır. Ancak aynı ligde, rakip takımlar arası yapılan transferler çoğu zaman sorgulanır; taraftarlar oyuncuyu sadakatsiz olmakla suçlar, kritikler bu transferin takımların şampiyonluk iddialarını nasıl şekillendireceği konusunda iddialar ortaya atar. Tekrar kendisine dönecek olursak, Robin Van Persie bir transferin şampiyonluk yarışını nasıl etkileyebildiğinin bir kanıtı olarak önemli bir örnektir. Sekiz senelik Arsenal geçmişinde geçirdiği sakatlıklar sebebiyle istediği istikrarı bir türlü yakalayamayan Hollandalı oyuncu için 2011-2012 sezonunun bir dönüm noktası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Sezon başında takım kaptanlığına getirilen Robin Van Persie attığı gollerle, lige Manchester United’a karşı aldıkları 8-2’lik mağlubiyet gibi sonuçlarla kötü başlayan ve zor zamanlar geçiren takımını sırtlayarak sezon sonunda Arsenal’i üçüncülüğe taşımayı başarmıştı. Sezon sonunda Van Persie, Premier Lig’de yılın oyuncusu seçilmiş, Golden Boot da dâhil olmak üzere ödülleri toplamıştı. Robin Van Persie’nin kendisine yapılan bütün teklifleri reddederek Manchester United’a transfer olmayı seçmesi ada basınında büyük yankı uyandırsa da, Arsenal taraftarları tarafında bu haber çok büyük bir sürpriz etkisi yaratmamıştı; çünkü Arsenal taraftarı bu duruma Nasri, Adebayor gibi oyuncular ile yaşanan benzer durumlardan alışkındı. Manchester United, 2012-2013 sezonunda özellikle Van Persie’nin gösterdiği olağanüstü performans sayesinde ligde yirminci şampiyonluğuna ulaşırken, Arsenal ligde dördüncülükle yetinmek durumunda kalmıştı.
Arsenal gibi kadrosunda genç ve yetenekli oyunculara yer veren takımlar için kendi bünyesinde yetiştirdiği oyuncuların rakip takımlara transferleri her zaman sancılı olmuştur. Kendine has oyun tarzıyla her zaman göz dolduran İngiliz devi, yıllardır bir türlü kupa kaldıramamış, finansal durumların da etkisiyle birçok önemli oyuncusunu rakiplere kaptırmak durumunda kalmıştı. Son yıllarda Avrupa’da oynadıkları seyir zevki yüksek oyunuyla dikkatleri üzerine çeken bir başka takım olan Borussia Dortmund ‘un da geçtiğimiz sezon benzer bir durum başına gelmişti. Jürgen Klopp önderliğinde kurdukları genç ve yetenekli kadroya dayalı sistem ile iki sene üst üste Almanya Bundesliga şampiyonluğu gören ekip, geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi’nde de hız kesmemiş ve takımın oyuncuları Avrupa’nın büyük kulüpleri tarafından yakın takibe alınmaya başlanmıştı. İşler takım için özellikle Şampiyonlar Ligi’nde yolunda giderken, futbol dünyası ve tabi ki Dortmund şok bir transfer haberiyle sarsılmıştı; takımın bünyesinde yetişmiş yıldız Alman oyuncu Mario Götze’nin gelecek sezon itibariyle Bayern Münih’te oynayacağı açıklandığında sezon henüz bitmemişti ve takımın önünde önemli maçlar vardı. Sezonun kalanındaki birçok karşılaşmada olduğu gibi Götze, Dortmund’un Şampiyonlar Ligi kupasını Bayern’e kaptırdığı finalde de sahada rol almadı; kimilerine göre Dortmund’un finali kaybetmesinde bu durumun büyük payı vardı ve Götze yanlış zamanda gelen bu transfer haberiyle takımını ve taraftarlarını yarı yolda bırakmıştı.
Futbolun artık başlı başına bir sektör haline geldiğini düşünecek olursak, günümüz transfer piyasasını belki daha rahat anlayabiliriz. Transferler söz konusu olduğunda, olayın içindeki kulüpler ve oyuncular için devreye maddi ve manevi birçok faktörün dâhil olduğunu söyleyebiliriz. Olayın kulüpler ve oyuncu arasında geçen perde arkasını bilmek pek de mümkün olmasa da, genelde en büyük tepkiyi toplayanın oyuncu olduğu kesin. Yetiştiği takımda efsane olmak yerine, daha başarılı bir takıma geçerek kupa kaldırma motivasyonu içerisindeki oyuncuları günümüz futbolunda daha sık görüyoruz. Şimdiden bir Liverpool efsanesi haline gelmiş Steven Gerrard ya da Roma’nın efsane oyuncusu Francesco Totti gibi rol modeli örnekler ile karşılaştırıldığında, bahsettiğimiz diğer oyuncular daha çok eleştiriliyor belki de. Her oyuncunun takımına bu derece bağlı olmasını beklemek günümüz şartlarında gereğinden fazla duygusal davranmak gibi görünse de futbolun bir güzel tarafı da budur aslında; taraftarlar ve takımlarına olan karşılıksız aşkları. Gerçek taraftar için futbol bir tutkudur ve takımına sonsuz bağlılıktır, bu yüzden oyuncusundan da aynı şeyi beklediği için onu suçlamak pek de doğru değil gibi. Oyuncu için seçimleri önemlidir, çünkü kariyeri sınırlıdır. Taraftarlar için ise günün sonunda takım her zaman oyuncudan üstündür.