Cristina Branco, Fado ile hayatı anlatıyor

O şarkı söylerken Fado’yu yaşadığı söyleniyor. Portekiz’in geleneksel müziklerini tüm dünyaya ulaştırmayı sürdürürken bir yandan hem kendi ülkesinin hem de tüm dünyanın ünlü yazar ve şairlerinin sözlerini şarkılarıyla buluşturuyor. Cristina Branco, 12. stüdyo albümünden yepyeni şarkılarla 24 Ekim’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda

Cenk ERDEM Sanat
23 Ekim 2013 Çarşamba

Ünlü Hollandalı şair Slauerhoff’tan Shakespeare’e, birçok efsanevi ismin şiirlerini Fado melodileriyle sahnelere taşıyan Cristina Branco, yeni albümü Alegria ile bu kez 12 ayrı karakter üzerinden, kendini toplumda olup bitenlere adapte ediyor. Branco, dinleyenleri gerçeklere uyandıran bir albümle karşımıza çıktığını, müziklerinin düşlerimizi şımartan ama sert gerçeklerle de yüzleşmemizi sağlayan bir müzik olmasını istediğini belirtiyor. Sanatçı, sokaklarda satılan nar suyundan balıkçılarına kadar hiç unutmadığı İstanbul’a son albümü ‘Alegria’ ile yeniden aşk ve hasret şarkılarını getirecek.

2011 ve 2012 yılları boyunca yüzden fazla konserle neredeyse tüm dünyayı dolaştınız; peki, farklı ülkeleri gezerken nasıl bir ilham alıyorsunuz?

Benim gibi, tüm hassas insanlar arasındaki çeşitlilikten, farklılıklardan ya da benzerliklerden ilham alıyorum; ama bazılarımızı şiddete, katılığa iten nedenlere şaşırıyorum. Bildiğimiz dünyayı geri çevrilemez bir noktaya getirecek kadar değiştirmeye çalışan açgözlülüklerden şoke olmama rağmen yargılayıcı olmamaya gayret eden bir gözlemciyim.

Fado Tango projenizle Güney Amerika’dan Ortadoğu’ya kadar konserler verirken, tarihi bağları bir kenara koyacak olursak, sizce Fado müziklerine en çok yakınlık duyan ülkeler hangileri?

Zannettiğimizden çok daha fazlası. Melankolik halleri ile sihirli İskandinav ülkelerinden, gizemli güzellik anlayışlarıyla Asya’ya, şehvet ve tutkularıyla Güney Amerika ülkelerine kadar, duygu ortaklığıyla özdeşleşerek Fado ile mutlu edilebilecek yarım dünya insan var.

Günlük hayatın içinden erkek ve kadın portreleri aktaran yeni albümünüz ‘Alegria’ için bu kez daha çok hikâyelere odaklanıyor diyebilir miyiz?

İnsanların kafalarındaki küçük dünyalarını sarsıp çevrelerindeki gerçeklere uyandırmak konusundaki saplantılı ihtiyacıma odaklanıyorum. Toplumla bütünleşen biriyim, topluma daha çok karışma ihtiyacı hissediyorum, hatta diğerlerine oranla daha çok görünürlüğü olan bir vatandaş olarak bunun bir mecburiyet olduğuna inanıyorum. Gülümsemek ve iyi bir ses dışında bir de görevimiz var, o da bilinçlilik. Öyle ki, risk almayı dert etmiyorum. Düşlerinize yüz vermek ve kâbuslarınızın da farkına varmanızı sağlamak için varım. ‘Alegria’nın da özeti bu.

Ne zaman yeni bir albüm yayınlasanız geleneksel Fado müziklerine yeni fikirler ekliyorsunuz; peki ‘Alegria’nın müziklerini nasıl tarif edersiniz?

Karakterlere uyacak şarkılar, onların üzerine giydirilen müzikler var; yazarlar da o karakterlerin çeşitliliği ile motive oldular ve müzik konusunda da keskin sınırlar koymadık, o hikâyelerdeki sözler albümün esas derdiydi. Nasıl olsa bir şekilde köklere yeniden dönebilirim. Şimdi Jeanne D’arc vaktim. Müzik her şekilde benim savaşım, hatta katıksız Fado ile ortaya çıkmadığım zamanlarda bile…

‘Alegria’ başlığına bakılacak olursa, albümünüzün neşesiyle ne ölçüde dertleri geride bırakabilmeyi vaadettiğini söyleyebilirsiniz?

Alegria neşe demek ama aslında albümün içindeki öfkeyle ve eziyet çeken ruhlarla çelişkili de duruyor. Albümün esas mesajı, amaca ulaşabilmek için ümit edebilmek ve yüzleşmek üzerine…

Albüme, Joni Mitchell’in ‘Cherokee Louise’ şarkısındaki çok sert hikâyeyi ödünç almak kimin fikriydi?

Bir kez daha Mitchell’in gerçekçi hikâyelerinden birini seçmek istedim. Bazı fikirler ortaya attım, ama en nihayetinde kararımız Ricardo Dias’ın en sevdiklerinden biri oldu.

‘Alegria’ kariyerinizdeki 12. stüdyo albümünüz; 1997 yılındaki ilk albümünüzden beri sizce, bir sanatçı olarak ifadenizde neler değişti?

Fırtınadan önceki sessizlik! Belki kimi yeteneklerimi daha iyi kullanabilme becerisi kazandığım söylenebilir. İçimde çok asabi olabiliyorum ama o da artık dışarıdan pek görülmüyor. Bir mesajı dinleyene de geçirebilmek için, öncelikle siz inanmalısınız ve farkedilebilmek için çığırtkanlık yapmak zorunda da değilsiniz, en güzeli kulaklarına fısıldamanız…

CRR sahnesine 24 Ekim’de yepyeni albümünüzle geliyorsunuz; geçen kış İstanbul’dan aklınızda en çok neler kaldı?

Renkler, insanların gözlerindeki güzellik, eşsiz tarihiniz ve geçmişiniz, size canlılık veren ilginç coğrafyanızdaki farklı kültürlerin dönüşümleri! Ara Güler’in insanlarını ve şehrini ne güzel çerçevelediğini anımsıyorum. Havada dağılan yüzlerce farklı baharatın kokusunu, balıkçıları, her köşede nar suyu hatırlıyorum. Kimliğinizden duyduğunuz gururu hatırlıyorum. Unutulmazdı.