“Eserlerimde İsrail’deki çocukluk anılarıma rastlayabilirsiniz”

İsrail’de doğup büyüdükten sonra Amerika’ya yerleşen fotoğraf sanatçısı Drew Tal ‘Doğu’ya Yöneliş’ adlı sergisiyle 14 Eylül -31 Ekim tarihleri* arasında Rezan Has Müzesi’nde sanatseverlerle buluşuyor. Ana teması farklı etnik kültürler olan sergi ‘Doğu’ya Yöneliş’, ‘İçinden Gelen Işık’, Mutlak Doğru Simetri’ ve ‘Tesettürlü-Tesettürsüz’ olmak üzere dört başlıktan oluşuyor. Fotoğraflarında dijital medyayı da başarıyla kullanan Drew Tal’i biraz yakından tanımak istedik.

Rayka NAYIR GÜVEN Yaşam
18 Eylül 2013 Çarşamba

Neden Amerika’da yaşamayı tercih ettiniz?

Gençlik yıllarımda ailemle birlikte başta Avrupa olmak üzere dünyayı gezmeye başlamıştım. Her zaman Amerika’ya gitmeyi hayal ederdim. 22 yaşında bu hayalimi gerçekleştirdim ve turist olarak New York’a gittim. Şehrin enerjisinden ve canlılığından adeta büyülenmiştim. O anda artık yeni ‘evimde’ olduğumu hissettim ve geri dönüş biletimi kullanmadım.

Bildiğim kadarıyla üniversitede mimarlık eğitimi aldınız, fakat fotoğrafçılık üzerine herhangi bir eğitiminiz yok. Fotoğraf çekmeye nasıl başladınız ve sanat dünyasıyla nasıl tanıştınız?

Görsel bir insanım. Çocukluk yıllarımdan itibaren böyleydim. Bu nedenle bir makina aracılığıyla hayatı yakalama fikri bana çok doğal geldi. 25 yaşında bir fotoğraf stüdyosunda asistan olarak çalışmaya başladım ve moda fotoğrafçılarının mankenlerle yaptıkları çekimleri izleme fırsatım oldu. Merakımdan ve ilgimden dolayı ufak tefek denemeler yapmaya başladım. Fotoğrafçılardan birinin makinasını ödünç aldım ve birkaç film rulosu bitirip sonuçları gördükten sonra fotoğrafın müthiş bir iletişim aracı olabileceğini fark ettim.

 

 

 

Etkilendiğiniz fotoğrafçılar var mı?

İlk zamanlarda Herb Ritts, Steven Meisel ve Thierry Mugler gibi moda fotoğrafçılarından etkilendim. Fakat şimdilerde resim, heykel ve özellikle mimarlık gibi sanatın diğer dallarından daha çok etkilendiğimi söyleyebilirim.

Peki ya yazar, oyuncu, ressam olarak etkilendikleriniz kimler var?

Van Eyck, Caravaggio, El Greco ve Bouguereau gibi Avrupalı usta ressamlar çok uzun süre bana ilham kaynağı oldu. Rumi (Mevlana), Elsa Lasker Schuler ve Orhan Pamuk beni her zaman etkileyen yazarlar. Daha da önemlisi bana asıl ilham veren şey insan yüzleridir, özellikle gözler çok fazla ilgimi çekiyor. Sanırım bu çalışmalarımda net bir şekilde ortaya çıkıyor.

 

 

 

DİJİTAL SANAT 

Dijital medyayı ne zaman kullanmaya başladınız?

90’ların başında dijital medya yazılımlarının hayatımıza girmesiyle, fotoğraflarımı sanatın farklı unsurlarıyla birleştirmeye başladım.

Dijital medya kullanarak kendinizi daha iyi ifade ettiğiniz mi düşünüyorsunuz?

Dijital medya kullanımı oldukça yeni, zorlayıcı ve zaman kaybına neden olan bir şey olsa da bana en çok sanatsal tatmini yaşatan şey aynı zamanda.

Fotoğrafçılıkla dijital medyayı birleştirmek kolay oldu mu? Bunun için herhangi bir eleştiri aldınız mı?

Kişisel olarak herhangi bir eleştiri almadım ancak 90’ların başında sanat eleştirmenleri ve simsarları dijital medyaya karşı yeni ve çok fazla bilinmeyen bir şey olmasından dolayı oldukça tepkiliydiler. Hatta birçoğu dijital medya ile yapılan eserleri nasıl sunacaklarını ya da sınıflandıracaklarını bilmediği için o eserleri ‘sanat’ olarak da kabul etmedi. Bu yapılan sanat mı, fotoğrafçılık mı gibi sorular sordular. Yapılan şey yeni ‘araçlar’ kullanarak sanat yapmanın ve bir şeyler üretmenin yeni bir yoluydu. Bugün, Internet ve sosyal medyanın bu kadar popüler olması, küçük fotoğraf makinaları ve akıllı telefonlar sayesinde kelimelerden çok fotoğraflar aracılığıyla iletişim kuruyoruz. Eleştiri dünyası da kaçınılmaz olarak dijital medyanın sanatın yeni bir formu olduğunu kabul etti.

Fotoğraflarınızla anlatmak istediğiniz şey nedir? Düşüncelerinizi, fikirlerinizi fotoğraflarınızda yansıtmayı nasıl başarıyorsunuz?

Fotoğraflarım hayata bakış açımın bir yansıması. Bazen güzellikleri, uyumu, dengeyi ve huzuru, bazen de dini ve spiritüelliği yansıtıyorlar. Son zamanlarda, çok fazla toplumsal adaletsizlik ve insanların çektiği acılar üzerinde kafa yorduğumu fark ettim ve birkaç eserimi bu üzücü konulara adadım.

Bunu nasıl yansıttığıma gelince, öncelikle yaptığım her şeyi kendim için yapıyorum. Amacım kimseyi memnun etmek ya da kışkırtmak değil. Kendimi ifade etmek için sanatsal iç sesimi dinliyor ve mutlaka sanatsal ihtiyacımı tatmin olmayı hedefliyorum. Elbette başkalarının fikirlerini ve eleştirilerini duyuyorum ancak bunların bir sonra yaratacağım eser üzerinde hiç bir etkisi olmuyor. Eğer vermek istediğim mesaj beni takip edenlere ulaşıyorsa, bu benim için çok daha anlamlı.




Eserlerinizi nasıl tanımlıyorsunuz?

Degas’nın çok beğendiğim ve kalpten katıldığım bir sözü var: “Sanat sizin gördüğünüz değil, başkalarının görmesini sağladığınız şeydir.”

Çoğunlukla insan figürlerine, özellikle yüzlere odaklanıyorsunuz. Neden?

Şüphesiz suratlar ilham kaynağımın temelini oluşturuyor. İnsan suratı eserlerimde fethetmek, çalışmak ve ifade etmek istediğim bir nevi şaheser konumunda. Nedenini tam olarak bilmiyorum ama çok küçük yaşlardan itibaren özellikle farklı etnik kökenlere sahip İsrail’e uzak yerlerden göç etmiş insanların yüzleri beni çok etkilemiştir.

Bu kadar gerçekçi görseller yaratmayı nasıl başarıyorsunuz?

Elde edilecek görselin/imgenin başarılı olmasının anahtarının, vizyonumu ifade edecek en doğru modeli seçmekten geçtiğini düşünüyorum. Modeller konusunda oldukça seçiciyim. Bazen istediğim sanatsal ifadeyi yansıtacak doğru modeli bulmam aylar sürebiliyor. New York’ta gözlerim sürekli açık dolaşıyorum. Sokakta, metroda, restoranlarda, amatör model ajanslarında… Aklınıza neresi gelirse. Burada yaşayan bir sürü Arap, Pakistanlı, Hintli, İranlı ve Çinli bulunuyor. Bu anlamda, New York gibi farklı birçok etnik grubun bir arada bulunduğu bir şehirde yaşadığım için çok şanslıyım.

Kamera önündeki kişiyi, modelinizi istediğiniz şekilde fotoğrafa nasıl yansıtıyorsunuz?

Bir görselin zihnimde canlanmasından o görselin realiteye dönüşmesi ve bir sanat eseri haline gelip galeride sergilenmesine kadar geçen süre gerçekten uzun bir süreç. Doğru modelin seçilmesinden, fotoğraf çekiminin planlanmasına, setin ve ışıklandırmanın ayarlanmasından, styling ve modelin vereceği pozların belirlenmesine, en son ve de en önemli aşama olan seçilen fotoğrafın beni sanatsal açıdan tatmin edecek şekilde dijital medyaya aktarılmasına kadar tüm bu aşamaların her birinden keyif aldığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.  Tek bir görseli düzenlemek haftalar, kimi zaman aylar sürebiliyor ama bu sürecin tamamından çok büyük heyecan duyuyorum.

 

DOĞU’YA YÖNELİŞ

‘Doğu’ya Yöneliş’ adlı bu son serginizle anlatmak ya da vermek istediğiniz mesaj nedir?

Bu sergiye hazırlanırken, Afrika, Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan antik ticaret yolu olan İpek Yolu bana ilham verdi. Sergide yer alan 25 eser İpek Yolu üzerinde bulunan Çin, Hindistan, İran ve Türkiye’de yaşayan insanlara gönderme yapıyor.

Serginizin ana temalarından biri Müslüman kadınlar ve onların Batı ve Arap dünyasındaki yeri.  Bu konuyu seçmekteki amacınız neydi?

Açıkçası o temayı işlerken aklımda herhangi bir düşünce ya da amaç yoktu. Ortadoğu’ya seyahatlerim sırasında bu kadınlarla karşılaşıyorum ve eserlerimde onların hayatlarına ilişkin gözlemlerimi yansıtıyorum. Bu kadınların çektikleri sıkıntılara, acılarına, üzüntülerine, yenilenen umutlarına, olayları kabullenişlerine ve bazen de göstermiş oldukları cesarete şahit oluyorum. Amacım onları eleştirmek ya da kendi fikirlerimi yansıtmak değil.

‘Veil, Unveiled’ (Tesettürlü-Tesettürsüz) de serginin alt başlıklarından birini oluşturuyor. Tesettür bugün Türkiye’de çok fazla tartılıştan konulardan biri. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?

Tesettür konusuyla ilgili yaşanan tartışmaları biliyorum ama ben eserlerimi bu konuya herhangi bir cevap vermeden sergiliyorum. Peçeyi, yargılamadan, mankenin kimliğinin ayrılmaz bir parçası olarak gösteriyorum ve tesettürün amacıyla ilgili yorumu sanatseverlere bırakıyorum.

22 yaşına kadar İsrail’de yaşadığınızı söylediniz. İsrail’de yaşamış olmanızın sanatınız üzerinde herhangi bir etkisi oldu mu?

Kesinlikle. Tüm eserlerimde İsrail’de geçirdiğim çocukluk anılarımın etkilerini görebilirsiniz. 1960’larda İsrail’de büyüdüğüm için dünyada olan biten her şey dikkatimi çekiyordu.  O dönemde, İsrail dünyadan milyonlarca kişinin göç ettiği küçük bir ülke konumundaydı. Etrafımda birbirinden farklı etnik kökene, uyruğa ve dine mensup bir sürü kişinin olması dünyanın benim düşündüğümden çok daha karmaşık, zengin ve aynı zamanda renkli bir yer olduğunu fark etmeme sebep oldu. Diğer kültürlere olan bu yoğun ilgim bugün ilham kaynağımın temelini oluşturuyor ve yeni şeyler yaratmak için bana şevk veriyor.

Fotoğrafçılıkla ilgilenmek isteyenlere ne önerirsiniz?

Her zaman kendi vizyonunuza sadık kalın ve kendi yolunuzu kendiniz belirleyin.

Gelecek için planlarınızı öğrenebilir miyiz?

Fotoğraf çekmek için seyahat etmeye, insanların farklı yaşam şekillerini, kültürlerini, geleneklerini, alışkanlıklarını, kutlamalarını ve yaşadığı zorlukları gözlemlemeye ve öğrenmeye devam edeceğim. Eserlerim aracılığıyla, hem bizleri benzersiz kılan ve birbirimizden ayıran içimizdeki güzellikleri ve spiritüelliğimizi ortaya çıkartmaya hem de hepimizi birbirimize bağlayan özelliklerimizi keşfetmeye devam edeceğim. Fotoğraf çekmek beni büyüleyen, ilham veren, hayal gücümü harekete geçiren, yaratıcılığımı ateşleyen hiç bitmeyecek bir yolculuk benim için.

  • Bu etkinlik 13. İstanbul Bienali paralel etkinlikler programı kapsamında gerçeklemektedir.