Ezber bozan bir eğitimci: CYRUS HAMLİN-1

Cyrus Hamlin, ülkemizde az tanınan ancak kurduğu eğitim kurumu Ortadoğu geneline haklı bir şöhrete kavuşan, bir eğitimcidir. Temellerini attığı Robert Kolej, bu sene Türkiye’nin en saygın eğitim kurumlarından biri olarak 150. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Bu yazıda ne detaylı bir Robert Kolej tarihi, ne de Hamlin’in etraflıca bir biyografisini kaleme almak niyetindeyim. Zaten ilki için John Freely’nin hacimli eserine1, ikincisi içinse Hamlin’in dilimize zengin bir dipnotla aktarılan hatıratına2 bakmanızı salık veririm. Hakkında kalem oynatmayı düşündüğüm konu ise Hamlin’in müteşebbis yanı ve bunu eğitim sisteminin yanı sıra misyon görevi ile bağdaştırmadaki becerisi

Önder KAYA Perspektif 0 yorum
11 Eylül 2013 Çarşamba

Cyrus Hamlin 1839-1873 tarihleri arasında İstanbul’da bulundu. Robert Kolej’in kuruluş tarihi olarak 1863 yılı kabul edilir. Bu da demektir ki Hamlin, Robert Kolej deneyimi öncesinde İstanbul’da bir çeyrek asır yaşadı. Hamlin’in Robert Koleji’nin tam anlamıyla bir misyoner okulu olmadığının hemen altını çizelim3. Her ne kadar Hamlin’in Türkiye’ye gelişi Protestan mezhebinin akidelerini öncelikle Ermeni toplumu arasında yaymak amacına yönelik olsa da, daha ilk anlardan itibaren Hamlin ile kendisini Osmanlı İmparatorluğu’na gönderen Amerikan Board4 örgütünün arası, takip edilecek eğitim metodu sebebiyle açılmıştı. Zira Hamlin, uygulanacak ders programında öğrencileri belli mesleklerde uzmanlaştırmayı ya da en azından kendi maddi ihtiyaçlarını temin edecek bir kerteye getirmeyi hedeflemişti. Ancak Board yetkilileri bu gibi teşebbüslerin öğrencileri sekülerleştirdiğini öne sürerek, söz konusu tutuma karşı çıkmışlardı5. Hâlbuki Hamlin’in gerçekleri çok farklıydı. Dahası Hamlin, öğrencilerin sadece papaz olması gerektiği ve bu alana yönlendirilmesinin zorunluluğuna da inanmıyordu.

1839’da İstanbul’a gelen Hamlin, kısa süre içinde Bebek’te bir teoloji okulunun temellerini attı. Açtığı okula devam edenler büyük ölçüde Ermeni gençleri idi. Bu durum doğal olarak Ermeni Patrikhane’sini ve Rusya’yı harekete geçirdi. Ermeni Patrikliği, Katolik misyonerlerden sonra Protestanlık faaliyetlerinin etkisiyle cemaat üyelerinin ciddi bir bölünmeye maruz kalacağından tedirginlik duyarken, Rusya da Protestanlığın imparatorluk içinde güç kazanmasının doğal olarak İngiltere’nin etkinliğini arttıracağı kanısındaydı6. Esasen Rusya’nın bu konudaki öngörüsünün çok da yanlış olduğu söylenemez. Rusya bu konuda dünya Ermenilerinin liderliğini yapan Ecmiadzin Katogigoksluğu ve İstanbul’daki Ermeni Patrikhanesi nezdinde girişimlerde bulunmuştu. Patrikhanenin, Ermeni öğrencileri Bebek’teki ilahiyat okuluna devam etme konusunda caydırma teşebbüslerinden en etkilisi, geniş kapsamlı bir afaroz ilanıdır7. Bu yaptırıma maruz kalan cemaat üyesinin, topluluğun diğer bireyleri ile tüm ilişiği kesilmekteydi. Zaman zaman yayınlanan bildirilerle Protestan mezhebine geçen kişilerin cenaze, düğün gibi cemaat içi uygulamalardan mahrum bırakılacakları ilan edildi. Daha da ileri gidilerek Protestanlığa geçen Ermenilere borcu olan diğer cemaat üyelerinin borçlarının düşürüldüğü, bu kişilerden alışverişin yasaklandığı durumlar da vakidir8.

İşte bu ve benzeri yaptırımlar Hamlin’i, Protestanlığa geçen ya da okulun seminer programına devam eden Ermeni öğrencilerin ve ailelerinin geçimlerini düşünmeye sevk etti. Hamlin, okulun devamlılığının ancak bu ailelerin ekonomik sıkıntılarına çözüm üretebildiği oranda mümkün olacağını fark etti. Bu bağlamda önce Board ile yazışmalar yürütmüş, okula devam eden öğrencilerin ailelerine yardım yapılmasını istemiş, hiç olmazsa öğrencilerin giyim-kuşam ve beslenme gibi acil ihtiyaçlarının tedarikini talep etmişti9. Bu konularda beklediği desteği göremeyince, okulda bir atölye kurmaya, burada öğrencilerine bazı meslekler öğreterek onları üretime sevk etmeye ve böylelikle de zaruri ihtiyaçlarının bir kısmını temin etme konusunda destek olmaya karar verdi. İlginçtir ki çağının hayli ilerisinde olan bu teşebbüs, destek bulmak bir yana, Amerika’daki Board merkezinin tepkisi ile karşılaştı. Board idarecileri Hamlin’i, öğrencileri dünyevileştirmekle itham ettiler10. Onlara göre Hamlin, acilen Protestanlık faaliyetleri için Anadolu’da görev alacak ve Ermenilerin gerçek Hıristiyanlıkla tanışmasına ortam hazırlayacak öğrenciler yetiştirmeli ve bu öğrencileri dünyaya bağlayacak ya da ruhbanlığa alternatif teşkil edecek bir takım zanaatkarâne işlere yönlendirmemeliydi11. Dahası böylesi bir girişim farklı çevrelerde Hamlin’in kişisel maddi hırsları için öğrencileri kullanması olarak da okunabilirdi. Tüm bu tepkileri de göze alan Hamlin, öğrencilerine ve okulunun ihtiyaçlarına gelir kaynağı temin etmek için değişik sahalara el atmak zorunda kaldı.

Hamlin kendisine yapılan yardımları da bir zillet olarak görüyor ve en azından öğrencilerinin kendi el emekleri ile geçinmesinin çok daha kutsal bir tutum olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla atölye açma teşebbüsündeki en önemi sebeplerden birisi de tüketen bir öğrenci grubu yerine üreten, kendi el emeği ile kendi ihtiyaçlarını görebilen ve hatta olabilirse elde ettiği kazanımın fazlasıyla başkalarına da el uzatabilen bir öğrenci profiline sahip olmaktı12.

Hamlin’in bu amaçla giriştiği ilk teşebbüs soba ve soba borusu imali oldu13. Bilindiği üzere İstanbul, sert kışları ile tanınan bir şehirdi. Hele de Hamlin’in okulunu tesis ettiği Boğaz kesimi, bu soğuğu çok daha fazla hisseden bir bölge. Bu sebepten 1844 Kasım, Aralık ve Ocak aylarında Bebek’teki okulunun bahçesine tesis ettiği atölye vasıtasıyla soba ve soba borusu üretimini başlattı. Öğrenciler her sabah ve öğleden sonra derse başlamadan bir saat önce ve akşamları da yemek sonrasında bir saat çalışıyorlardı. Soba dışında fırınlar ve soba kürekleri de üretilmekteydi. Öğrencilerden pek çoğu bu sayede en azından kendi giyim ihtiyaçlarını temin edecek bir noktaya geldikleri gibi, ailelerine sınırlı miktarda da olsa yardımda bulunma şansı yakaladılar14. Hamlin, ayrıca sobaların kurulmasında da öğrencilerinin ailelerini ya da Protestan inancına geçtikleri için işlerini kaybeden Ermenileri istihdam ederek, bu ailelerin bazı maddi sorunlarına geçici de olsa çözüm üretmeyi başarmıştı15.

Hamlin’in ikinci seri imalat teşebbüsü fare kapanı üretimine yönelikti. Hamlin’i bu üretime sevk eden faktör Bıçakçı Hovsep adlı bir Protestan Ermeni’nin içine düştüğü ekonomik güçlükler sebebiyle akıl sağlığını yitirmenin eşiğine gelmesiydi16. Bir gün Hovsep’i yanına çağıran Hamlin, ona Amerikan malı bir fare kapanını göstermiş ve “Şayet İstanbul’da bir milyon üç yüz bin kişi yaşıyorsa orada bir milyon üç yüz bin de fare var demektir. Git! Fare kapanı yap ve hayatta kal” demişti. Hatta bununla da yetinmeyen Hamlin, Bebek İlahiyat Okulu’na davet ettiği Hovsep’le beraber ilk fare kapanını yaptı. Kapanın ahşap işlerini de o sıralar işsiz olan bir diğer Ermeni, marangoz Hohannes ustaya yaptırttı. Bununla da yetinmeyen Hamlin, Galata’da bu iki ustaya bir de kiralık işyeri buldu, ilk zamanlar için gerekli olan sermayeyi de temin etti. Kısa sürede ikilinin elinden çıkan ürünler Boston fare kapanları namıyla ciddi bir taleple karşılaştı17.

KIRIM SAVAŞI VE EKMEK FIRINI TEŞEBBÜSÜ

Ancak Hamlin’in esas ses getiren girişimleri Kırım Savaşı yıllarına tesadüf eder. Bilindiği üzere bu savaş, başlangıçta bir Osmanlı-Rus savaşı şeklinde devam ederken sonradan İngiltere, Fransa ve Piyomonte devletlerinin devreye girmesiyle Avrupa kıtasının büyük güçlerinin hesaplaşmasına dönüştü. Bu süreç içinde İngiltere ve Fransa’ya yaralılarını tedavi için İstanbul’da bir bazı mekânlar hastane olarak tahsis edildi. Bu bağlamda Selimiye kışlası İngilizlerin kullanımına bırakıldı. İşte tam da bu günlerde Hamlin, öğrencilerine yeni bir gelir kaynağı temin edebilmek için değirmencilik ve ekmek üretimine el attı.

İstanbul’da ekmek üretimi 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde hala büyük ölçüde beygir gücü ile çalışan değirmenlerde gerçekleştiriliyordu. Hamlin, buhar makinesi ile çalışacak bir değirmenin ve tesis edeceği fırının kısa sürede Osmanlı başkentinde ciddi bir pazara sahip olacağını düşünüyordu. Fırın için bir ön araştırma yaptığında fırıncılar loncasının bu tarz bir rekabete müsaade etmeyeceği şeklindeki itirazlarla karşılaşmıştı. Dahası İstanbul’daki Protestan misyonerler de bu girişime hiç sıcak bakmıyorlardı. Her zaman olduğu gibi, maddi kazanç getirecek bu teşebbüsü kutsal misyondan sapma olarak görüyorlardı18. Dahası Hamlin fırıncılıktan anlamadığı için, hem büyük bir zararın içine girebilir hem de komik durumlara düşebilirdi. Osmanlı yetkililerinden izin almak da bir başka büyük sorundu. Hamlin, izin işi için dönemin Amerikan ikamet elçisi George Perkins Marsh’a başvurmuş ve ondan da destek görmüştü. Marsh, Hariciye nezareti ile temasa geçmiş ve sonunda fırının açılması için gerekli izni almıştı19. Hamlin bundan sonra maceralı bir sermaye arayışına girişmiş ve akabinde de Amerika’dan getirttiği buhar makinesinin gümrükten geçişinde epey sıkıntı yaşamıştı20. Ancak tüm bu badireleri atlatan Hamlin, fırını Bebek’teki okulunun avlusuna kurmayı başardı. Sıra ilk ekmek yapımına geldi. Kitabî bilgilerden yola çıkarak yapılan ilk deneme başarısız oldu. Hamlin’in deyimi ile “ilk ekmek fırından gözleme gibi dümdüz çıkmıştı, tadı da epey mayhoştu. İkinci deneme daha iyi olmakla birlikte, yenilebilir tarzda ekmek ancak üçüncü denemede çıkarılabilmişti”21. Sonrasında ekmek üretimi bir standarda bağlanmış ve gramajının da piyasadaki ekmekten fazla olmasına dikkat edilmişti22. İlk üretilen ekmekler semt çarşısında yoğun ilgi görmüş ve bu da Hamlin’i cesaretlendirmişti. Hamlin, deneme yanılma yoluyla ideal ekmeğin kendince formülünü de bulmuştu. Bira çiçeğinin mayasını kullandığı ekmeğinde İstanbul’daki en kaliteli un dediği ve Kırım’dan gelen ‘Azak unu’ndan yüzde 10 oranında koyuyor, geri kalanını da yerli undan temin ediyordu. Ekmeğinin taliplileri arasında sonraları arazisinin üzerine Robert Kolej’i tesis edeceği Ahmet Vefik Paşa da bulunuyordu23.

 

devam edecek...

1 Yorum