360 Derece: Düşünmek ve soru sormak

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı Genel Sekreteri Dr. Ahmet Muharrem Atlığ, Şalom için kaleme aldığı yazısında günümüz modern insanının düşünmekten ve sorgulamaktan uzaklaştığını dile getirirken, bu durumunun yarattığı tehlikelere de dikkat çekiyor

Toplum
11 Eylül 2013 Çarşamba

Ne kadar da az düşünmeye başladık. Her şey otomatikleşti çünkü hayatımızda. Böylelikle ne dine ne de felsefe ve bilgeliğe ihtiyaç hissetmez olduk. İhtiyaç hissetmez olduk diyorum çünkü ihtiyacımız var aslında. Bir nevi uyuşturduk kendimizi ve ihtiyacımız olanı hissedemez olduk.

Felsefe ile din arasında, yöneldikleri amaç bakımından bir benzerlik vardır. Her ikisi de varlık ve değer bakımından en temel olanı bulmaya çalışır. Evreni ve insanı anlama ve açıklama çabası içindedirler. “Evren nasıl oluşmuştur? İnsan nereden ve nasıl türemiştir? İnsanın varlık amacı nedir?” gibi sorular sorar ve bunlara yanıt arar. Aynı sorular dinlerde de sorulur. Nitekim Tevrat’ta, İncil’de, Kur’an’da bu soruların yanıtlarını buluruz ve soru sormaya, düşünmeye sevk ediliriz.

Acaba düşünmeden yaşamamızın bir sonucu mudur bunca savaşlar, vahşetler ve insanlık dışı hadiseler. İnsan olmak biraz da düşünmek ve soru sormak değil mi?  Ve biz bugünün dünyasında insanlığımızı belki de bu yüzden kaybetmedik mi?

Geçtiğimiz ilkbaharda Auschwitz-Birkenau ölüm kamplarını ziyaret ederken bize rehberlik yapan Rabbi Jack Bemporad’a bir soru sorduğumu hatırlıyorum. Bu kamplarda sabah mesaisinde işine gelir gibi gelen, işleri gereği insanları gaz odalarına sevk eden, bizzat masum insanları, çocukları, hamile kadın ve yaşlıları öldüren subaylar akşam olunca hemen kampın yakınlarındaki lojmanlarına, ailelerinin yanına dönüyorlardı. Gündüz mesai saatlerinde kampa zorla getirilen, hemen hemen kendi çocuklarıyla aynı yaştaki çocukları öldürüp akşam evlerine döndüklerinde kendi çocuklarını nasıl sevebiliyorlardı? Bunlar insan değiller miydi?

Cevap çok ürkütücüydü gerçekten; Rabbi Jack Bemporad “SS subayları tabii ki insandı ancak soru sormuyorlar ve düşünmüyorlardı,” demişti.

Bu gün geç de olsa ülkem insanı 6-7 Eylül’de ne yaptık ve niye yaptık diye soruyor. Niye ihtilaller oldu, niye başbakanlar asıldı, niye demokrasi sekteye uğradı? Güneydoğu’da 40 yıla yakın 100 bini aşkın insan niye öldü? Niye, niye, niye..?

Amerika’da Teksas eyaletinde ağır suçluların olduğu bir hapishanede iki yıl kadar din görevlisi olarak çalışmıştım. İşe ilk girişte hapishane müdürü bize bir oryantasyon yapmıştı. Enteresan bir bilgi vermişti suçlularla alakalı. Ağır suç işleyenlerin yüzde doksanı işlediği suçu kabul etmiyor ve “ben nasıl böyle bir şey yaparım” diyormuş. Daha sonradan düşünmeye ve soru sormaya başladıklarında yaptıklarını tahlil ederek vicdanlarına getirdiği yükü hissetmeye başladıklarını söylemişti hapishane müdürü.

Eskiden “ilkel insan, barbarlar topluluğu” diye nitelendirdiğimiz toplulukların yerini şimdi günümüz modern insanı aldı. Ne değişti? Vahşet modernite ile sona mı erdi? Sadece yöntem değişti. Bugün insanlık düşünmeyerek ve soru sormayarak vicdanlarını uyuşturuyor ve ayık iken sergileyemeyecekleri vahşeti bu anestezi yöntemiyle rahatça yapıyor. Bu vicdani uyuşukluğa ne dinin önerdiği tavsiyeler ne de serbest düşüncenin ürünü olan evrensel insani değerler tesir edemiyor. Görünen fotoğraf bu maalesef.

Evet, insanlık soru sormayı ve düşünmeyi bırakalı insanlığını kaybetti. Bugün Ortadoğu’da yaşanan vahşetin ne dinde ne de felsefi terminolojilerde açıklanır bir yanı yok. Aynı dinden iki insanın birbirini öldürmesinin mantıki bir izahı olabilir mi?

Ama düşünseydik bu dünyanın aslında kısacık olduğunu, insan hayatının ne kadar değerli olduğunu, önce insan olduğumuzu sonra Hıristiyan, Yahudi, Müslüman, Türk, Kürt veya Ermeni olduğumuzu. Ama önce insan olduğumuzu düşünebilseydik. Düşünmeden karar vermeseydik. Soru sormadan yaşamasaydık. Her şey şimdikinden daha güzel olmaz mıydı?