Yaşam senfonisi

Senfoni nedir? İsterseniz önce bu kelimenin sözlük anlamı ile başlayalım ki neyi anlatmak istediğimiz daha bir belirgin olsun

Sara YANAROCAK Kavram
26 Haziran 2013 Çarşamba

Ufak şeylerden zevk alabilmek,

Lüks yerine zarafet aramak

Saygı beklemek yerine değerli olmak,

Zengin olmak yerine, kimseye muhtaç olmamak,

Sıkı çalışmak, sessizce düşünmek ve dürüst konuşmak.

Yıldızları, kuşları, bebekleri ve bilgeleri açık kalple dinlemek,

İşte benim senfonim.

W.E.Channing

Senfoni sözcüğü Yunancada "bir arada uyumlu sesler çıkarmak" anlamına gelen symphonia sözcüğünden türetilmiş, dilimize Fransızca symphonie sözcüğünden geçmiştir.

Bu gün benim anlatmak istediğim ise, yaşam serüvenimiz boyunca, göstermemiz gereken, duruş, davranış, düşünüş uyumu, yani "Yaşam Senfonisi". Yaşam dediğin nedir ki? Doğarız, yaşarız ve ölürüz. Giriş, gelişme ve sonuç. Nasıl doğduğumuza ve ne zaman, nasıl öleceğimize biz karar veremiyoruz. Şeklini ve zamanını tayin edemiyoruz.

Şüphesiz ki intihar etme ihtimalini bundan ayrı tutuyorum. Ama yaşam sürecimizi kendi tuttuğumuz yollarla, kendimize koyduğumuz bazı kurallar ve uygulamalarla pek ala yönetebiliriz. Yaşamı olumlu veya olumsuz yönde sürdürmek de sadece bizim elimizde.

Hayatımızı yaşanabilir kılmanın en önemli kuralı küçük şeylerle mutlu olmayı bilmek. Bunu becerebildiğimiz zaman, kendimizi oyunu neredeyse kazanmış sayabiliriz.

Küçük mutlulukların farkındalığını kazandığımızda, hayatın zorluklarına katlanmak daha kolaylaşır.

Mutlu olmak için çok pahalı şeylere sahip olmak gerekli mi sizce? Koca elmaslarla bezenmiş bir yüzüğe sahip, ama sevdiğiyle evlenemeyen bir gelin yerine, incecik alyansıyla, sevdiğine “evet” diyen bir gelini her zaman tercih etmişimdir. Pırlantanın sevgi vaat ettiğine hiç rastlamadım açıkçası. Nice muhteşem saraylar bilirim, içinde baykuşlar öter, nice kulübeler bilirim, içinde bülbüller şakır... Sabah kahvaltılarında, porselen fincanlarda çaylarını içen, endişeli ve mutsuz para babaları ve sabahın kör karanlığında vapurda, ince belli cam bardakta çayını içen, mutlu bir  aile babası... İnanın ki abartmıyorum. Etrafımda bu tip o kadar çok örnek var ki. Özellikle şimdiki materyalist düşünceye sahip insanlarda. Hepsi de adeta birer mutsuzluk abidesi! Havyar mı, simit mi? Her gün havyarla yaşanmaz, gırtlağından rahatça iniyorsa, simitten lezzetlisi yok... Elimizdeki  güzellikleri, kaybedince değil, onlara sahipken fark etmek gerekli.

İnsan, mutluluğu, keyfi hep lüks değerlerin içinde arıyor. Sanıyor ki lüks içinde olunca, yaşam güzelleşiyor. Yaşamı güzelleştiren aslında zarafettir. Zarif olmayan bir lüks, kanımca bir domuzun boynuna asılmış, nakışlı altın bir çıngırağa benzer. Ne lüks ama? Zarafet ne kadar büyük bir zenginlik. İyi bir harekete edilmiş zarif bir teşekkür, minik zarif bir jest veya bir ikram… Zarif bir selam veriş, hal hatır soruş... Bir erkeğin kadınına zarif davranışı, minik bir iltifat, tek bir çiçek ile alınan gönüller... Sofradaki zarif duruş oturuş. Nazik ve terbiyeli sofra adabı... Yaşama atılan zarif imzalar, narin dokunuşlar... Tanrı aşkına söyleyin bana, bunun lüksle zenginlikle ne ilgisi var? Mütevazı ve zarif bir davranış, nice lüksten daha lükstür bu yaşamda.

 Hiç anlayamadığım aptalca davranışların bir tanesi de insanların, hakedip etmediklerine bakmaksızın saygı görmek istemeleri. Çaba sarf etmeden, hak etmeden saygı bekleme, bence saygı görmek için saygıdeğer olmak lazım. Aksi halde gösterilen saygı ya çıkarsaldır veya zorbalıktandır. Değerli bir insana hiç bir art niyet beslemeden de saygı duyarsınız. Bu yaşamda esas olan mutlak anlamda değerli bir kişiliğe sahip olmaktır. Bu da bilindiği gibi parayla satın alınamayacak denli yüce bir şeydir.

Kimseye muhtaç olmamak, olmak zorunda kalmamak, harika bir duygu. Dilerim, Yüce Tanrım, bunu herkese nasip etsin. Bence esas zenginlik de budur. Zenginlik bana göre göreceli bir kavram. Kimisi zenginliği banka hesabının kabarıklığı ve mal mülk çokluğuyla tartar, kimisi de benim gibi huzurlu, zarif, küçük mutluluklarla örülmüş, alçakgönüllü bir hayat tarzı ile…

Düşünmek, sessizce düşünmek, geçmişi, geleceği ve en önemlisi bugünü. Ağzımızdan çıkaracağımız kelimeleri, doğru ve yanlış hamlelerimizi, yaptığımız hataları ve doğruları, başkalarının fikirlerini, duygularını, kısacası yaşam üzerine düşünmek çok önemli. Kendimizi sorgulamak. Egomuza körü körüne yenilip her konuda kendimizi haklı görmemek.

Dürüst olmak. Ağzımızdan dürüst sözler çıkarmak. Düzgün insan olmak. Önce kendimize, sonra herkese karşı dürüst ve onurlu davranmak. Yalan söylememek. İnsanları ne manen, ne de maddeten dolandırmamak. Geçenlerde de yazmıştım,"dürüstlük kadar yumuşak yastık yoktur”diye. Huzurlu ve sağlıklı olmanın ilk yolu dürüst olmaktan geçiyor. Çok çalışan, dürüst olan ve adaletli düşünen bir kimse kadar mutlu olan var mı?

Tabiatın, tertemiz ruhlu, saf çocukların, yaşamın zorluklarını, bilgilerini ve tecrübelerini bir potada eritip bilgeliğe ulaşmış değerli kişilerin varlıkları, fikirleri, güzellikleri, renkleri, kokuları, sözleri, gülüşleri, kahkahaları, saçtıkları olumlu titreşimler; insanı kendi özüne, saf mutluluğa, koşulsuz tertemiz duygulara, gerçek doğru düşünce ile fikirlerin kaynağına götürür. Gökyüzündeki yıldızlar, bulutlar, güneş, ay, sonsuzlukta uçuşan ve ötüşen kuşlar, doğanın ritmi, bize sunduğu koşulsuz nimetler... Saf, tertemiz ruhlu bebeklerin gülümseyişleri, parlak ışıl ışıl gözleri, gevrek kahkahaları, inci gibi dişleri, tombul yanakları, ibrişim saçları, tertemiz duygularla dünyaya geldiğimizi, kötülük nedir bilmeden yaratıldığımızı hatırlatırlar bizlere. İnsanlar bu dünyaya bembeyaz doğarlar, sonradan kirlenirler. Yaşamdaki en önemli derslerimizi minik yavrulardan alabiliriz. Dürüst, doğru. mert ve sevgi dolu olmayı... Tabiat her dönen mevsimle hakikati durmadan, bıkmadan, usanmadan tekrar

tekrar gösterir. Herşeyin değişim halinde olduğunu, hiçbir şeyin sabit kalmadığını yineleyip durur sürekli. Yaşamın geçici olduğunu, devamlı akışta olduğunu gösterir durur. Mevsimlerin değişkenliği gibi, insanların da sürekli devinimde olduğunu  anlatır. Aslında hiçbir şeyin yok olmadığını da anlarız. Sadece devrini tamamlayan canlıların, toprak altında farklı kimyasallara dönüştüğünü biliriz. Ruhlarımızın ise, daha önce de içinde oldukları enerji denizine döndüğünü. Bilge insanlarla konuşmak, onların tecrübe ve bilgi kaynağından yararlanmak, bizleri daha derin insanlar haline getirir. Tevazu içinde aktardıkları yaşam tecrübeleri bizler için bulunmaz bir nimet olur. Sahtelerinden sakınmak gerekir ama zaten  hakiki olmayanların kavukları, birkaç zaman sonra yere düşüverir! Aslında gerçek akil kişiler fikirlerini kimseye dayatmazlar. Yaşamdaki duruşlarıyla, saygıdeğer davranışlarıyla farkedilip, saygı görürler. Maddeye değil de manaya düşkün olanlar onları hemen fark ederler. İşte hayattaki uyum, yani yaşam senfonisi bu uygulamalarla yaşanageliyor. Yoksa hayatımıza kin, nefret, sevgisizlik, hastalıklar, kargaşalar egemen oluyor. Senfoni yerine, kakofoni hüküm sürüyor. Sevgi dolu, dürüst, riyasız bir yaşam sürdürmek gibisi var mı? Önemli olan bu yaşamdan gittiğimiz vakit, arkamızda hoş bir seda bırakmak.