Konser bahane seyahat şahane: MÜNİH

Sinagog İlahileri Korosu Şefi olarak, Almanya’nın Münih dâhil, üç farklı kentinde verdiğimiz konserler birbirinden güzel seyahat anıları bıraktı

Seyahat
12 Haziran 2013 Çarşamba
Cako Taragano
 
Yıllar evvel tekstille uğraştığım dönemlerde, Münih’e fuar için gitmiştim. Milano’da geçen üç günün ardından bu şehre gelince biraz soğuk biraz itici gelmişti. Açıkçası fazla gezme fırsatı da bulamamıştık. Sinagog İlahileri Korosu Şefi olarak Münih’te bir konser daveti aldığımda, bu şehri bir kez daha görme fırsatını elde ettim.

 

Beş günde üç şehir

Beş günde üç ayrı şehirde konser verecektik. Otuz kişilik konser ekibinin birçoğu ile daha evvel Aya İrini’de verdiğimiz konserde tanışmış, az da olsa samimi olmuştuk. Alman, Avusturyalı, İtalyan, Şilili, Hollandalı, Suriyeli, Yunanlı ve biz Türklerden oluşan adeta Birleşmiş Milletler orkestrası gibi ekip bu sefer Almanya’da buluşacaktık. Ekibin bazı üyeleri ile birlikte İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan Frankfurt’a uçtuk. Vardığımızda, hemen hemen aynı saatte diğer ülkelerden gelecek arkadaşları beklerken adeta bir yıldırım hızı ile havaalanı içindeki freeshop’tan koleksiyonunu yaptığım magnet, mag, shut bardağı, nihale gibi objeleri alıp nefes nefese arkadaşların beklediği yere gittim. Grubu kaybetmemek için heyecanlanmış, stres yapmış ama iki arada bir derede gittiğim her ülkeden aldığım hediyeliklerimi Frankfurt’tan da alabilmiştim.

Tüm arkadaşların uçağı inince bizi bekleyen otobüse doluşup iki saat mesafedeki Saarbücken şehrine vardık. Organizasyondan sorumlu Eyüp Musiki Vakfı’ndan Vedat Bey’le İstanbul’da başlayan “merhaba”mız yan yana oturduğumuz otobüs yolculuğunda sıcak bir arkadaşlığa dönüştü. Nihayet dört yıldızlı Domaine Leidinger isimli şirin otelimize vardık. Otelde bizleri bu şehirde yaşayan, grubun obuacısı Sandra karşıladı. Annesinin bizler için özel olarak hazırladığı kek, çörek ve pastalarla adeta hoş geldiniz kokteyli hazırladı.

 

 

Şirin bir kent Saarbücken

O günün geri kalanında serbest olduğumuz için gruplar halinde şehir merkezini gezmeye çıktık. Otelimizden yaklaşık beş yüz metre mesafedeki şehir merkezi trafiğe kapalı bir alandı. Aklınıza gelebilecek hemen hemen her markanın bulunduğu mağazaların olduğu, cafe ve restoranların masalarını caddeye attıkları, fıskiyeli havuzların ve heykellerin süslediği küçük, şirin bir şehir Saarbücken. Biraz vitrin bakarak, biraz İstanbul’dan verilen siparişleri arayarak, kâh oturup kâh gezerek, insanları ve etrafı tanımaya çalıştık. Yolculuk yorgunluğu kendini gösterince dinlemek için otele döndük.

Akşam yemeği için yeniden şehir merkezine gittiğimde ise mağazaların tamamına yakınının kapalı olduğunu gördüm. Saat dokuz olmasına rağmen caddede sadece tek tük birkaç cafe açıktı. Deniz mahsulleri satan bir fast-food restoranda yemeğe niyetlenmiştim ancak o da kapalıydı. New York ve İstanbul’da yediğim ve keyif aldığım Vapiano’yu alternatif olarak bir kenarda tutuyordum. “Demek ki kısmet burada yemekmiş” deyip spagetti Napoliten, salata ve biradan oluşan menümü açık havadaki masalarda oturup her zaman aldığım keyif ile yedim.

Ertesi sabah otelin kış bahçesi görünümündeki kahvaltı salonunda dört yıldızlı bir otele yakışır kahvaltımızı ettikten sonra otobüse binip konser vereceğimiz Volklingen’e doğru yol aldık. Yaklaşık bir saatlik yolculuğun ardından konserin verileceği (Anglikan) Protestan Kilisesi’ne vardık.

Daha önceleri Katolik, Ortodoks kiliseleri gezmiştim ama ilk defa bir Protestan kilisesine giriyordum. Teolojiye de olan merakım sebebiyle burayı inceleme fırsatım oldu. İlk dikkatimi çeken şey, diğer kiliselerde olduğu gibi girişte mum yakma köşesi olmadığıydı. Sanırım tütsü yakma adetleri yok, kilise hiç tütsü kokmuyordu. Etrafta ikon, heykel vs. gibi objeler bulunmuyordu. Harika bir kubbesi ve bu kubbenin yarattığı müthiş bir akustik vardı kilisede.

Prova sonrası polislerin Alman Kurt köpekleri ile içeri girdiklerini gördük. Kilise papazına nedenini sorunca polisin bomba ihbarı almış olduğunu öğrendik. Ancak ilginç olan hiç kimsede ne bir panik ne bir umursama olmamasıydı.

Konserimiz akşam saat yedide başladı. Aralarında şehrin ileri gelenlerinin ve Türk Konsolosu’nun da bulunduğu kalabalık, coşkulu, ilgili bir izleyici topluluğu vardı karşımızda. Konsolos, konserin ardından kulise gelip hepimizi tebrik etti; özellikle Türk sanatçılar ile ilgilendi. 

İkinci durak Münih

Konserin hemen ardından Münih’e doğru yola çıktık. Beş saate yakın süren bir yolculuğun ardından sabaha karşı saat 4.30 civarında Münih’in Marriot Oteli’ne vardık.

Ertesi günü şehri gezmeye ayırdık. İlk hedefimiz çift katlı otobüslerle şehir turu yapmak için Hauptbahnhof Tren İstasyonu oldu. Turun başlamasını beklerken yakınımızda olan, trafiğe kapalı Marienplatz Meydanı’nı gezdik. Hediyelik eşya dükkânlarından hatıra eşyalarımızı aldıktan sonra yeniden otobüsün kalkacağı durağa döndük. Hop-on Hop-Off da denilen, şehir turu yapan bu otobüsler için adam başı 19 Euro ödedik.

Ziyaret ettiğiniz şehirde az bir zamanınız varsa çevreyi görmek için yapılacak en ideal tur bu otobüs turudur. Görülmesi gereken, önemli turistik mekânları bir buçuk saat gibi kısa bir zaman dilimi içinde görme fırsatınız oluyor. Elinizdeki kulaklıkla da geçilen ve gezilen yerler hakkında birkaç dilde bilgi alabiliyorsunuz.

Şehirde ilk kurulan kiliseden açılan ilk birahaneye, Münih Olimpik Parkı’ndan Almanların tanınmış araba markası BMW’ye, Hitler’in yaşadığı caddeden Bayern Münih’in Allianz Arena Stadyumu’na, zamanın Alman kraliyet ailesinin oturduğu saraydan botanik bahçesine kadar Münih şehrini baştanbaşa gezdik.

İstanbul’un sıcaktan kavrulduğu bir günde Münih’te püfür püfür esen rüzgâr eşliğinde çok keyifli bir tur yaptık. Tur sonrasında hedefimiz sinagogun bulunduğu St.Jakobs Platz oldu. Her seyahatimde fırsat buldukça gitmeye çalıştığım ve gezmekten çok keyif aldığım yerel pazar, sinagog yolunda karşımıza çıktı. Sebze-meyve tezgâhlarına, peynir- şarküteri dükkânlarının vitrinlerine baka baka St-Jakobs Platz 18 adresindeki sinagogun, kültür merkezi, Yahudi müzesi ve kaşer restoranı (www.einstein-restaurant.de) içinde barındıran kompleksini bulduk.

Münih’teki konserimiz bir Anglikan kilisesindeydi. Bir gece önce olduğu gibi kalabalık, duyarlı bir dinleyici grubu konser sonunda bizleri ayakta alkışladı.

Ertesi gün, hedefim Şabat duası için yeniden sinagog oldu.

Sinagogu, mimarisini, halkını inceleme, haham ve hazanın dua edişlerini görme fırsatım oldu. Dua çıkışı yürüyerek etrafı gezerken, bir bando müziği sesi kulağıma geldi. Viktuarien Market diye anılan pazarın bulunduğu yerin arkasındaki büyük bir parkta adeta bir festival yapılıyordu.  Birçoğu yerel Bavyera kıyafetleri giymiş toplanmış, parktaki tahta uzun masalarda oturmuş biralarını yudumlarken bando da marşlar çalıyordu. Çok ilginç ve güzel bir görüntü idi.

Münih’ten sonraki konser durağımız Nürnberg’di. Nürnberg deki konser de diğerleri gibi bir kilisedeydi. Konser saatine kadar olan boş vaktimizi yine çevreyi gezerek geçirdik.

Küçük ve sempatik bir yer olan Nürnberg’i Ortaköy’ü andıran ara sokaklarına dalarak gezdik. Cafe’lerin sık olduğu sokaklarda, kimileri pizzacıda, kimileri ise et lokantasında yemeği tercih ettiler.

Ertesi gün ise seyahatimizi sona erdirip eve dönüş yoluna geçtik. Çok zevkli, keyifli, samimi bir konser ve seyahat oldu. Yeni arkadaşlar edinmenin kattığı zenginlikle bir seyahati daha sonlandırdık.