Krek´de ´Iska´

“Aynı şeyleri seven insanlar birbirlerini de severler” demişti bir keresinde. Daha sevgili olmamıştık...

Erdoğan MİTRANİ Sanat
5 Haziran 2013 Çarşamba

Berkun Oya’nın, Ali Atay ile kurduğu ve 2010 yılının aralık ayından beri çalışmalarını Santralistanbul içerisinde sürdürmekte olan Krek Tiyatro Topluluğu’nu İstanbul seyircisi artık çok iyi biliyor. Tiyatromuzdaki az sayıda genç kuşak ‘auteur-yönetmen’den biri olan Berkun Oya, on parmağında on marifet bir sanatçı. Çoğunun yönetmenliğini, dekor ve kostüm tasarımını yaptığı bol ödüllü on üç oyun yazmış, tiyatro ve sinemada oyunculuk yapmış, yazıp yönettiği, kurgusunu yaptığı “İyi Seneler Londra” filmi ona 2008 Uluslararası Strasbourg Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü getirmiş. Kuruluşundan beri genel direktörlüğünü sürdürdüğü Krek’de hep kendi yazdığı oyunları sahnelemiş, bunların hepsi de kapalı gişe oynamış.

Neden sadece kendi yazdıkları?  Oyunlarını izlemiş ve Radikal’deki –ne yazık ki artık ara verdiği– düz yazılarını okumuş olanlar, bunun kendini beğenmişlik ya da burnu büyüklükle alâkası olmadığının farkındadırlar. Berkun Oya her şeyden önce tiyatroyu da çok iyi bilen, çok da iyi bir yazar; neredeyse “olaysız” bir öyküyü, tempoyu hiç düşürmeden 160 dakika boyunca, üstelik ilk bölümün ortasına 20 dakikalık bir “tirad” koymaktan çekinmeyerek soluk soluğa izletebilen,  “Babamın Cesetleri”nin birinci perdesinin ya da “Güzel Şeyler Bizim Tarafta”nın finalindeki gibi unutulmaz replikler yazabilen birinin, başkalarının yazdıklarını zor beğenmesi doğaldır. Buna karşın genç bir yazarın, Fuat Mete’nin, bitirme projesi olarak hazırladığı metinden etkilendiğinde, tereddüt etmeden Krek’de sahnelemeye karar vermiş. Böylece Berkun Oya ilk kez profesyonel olarak kendi yazmadığı bir oyunu yönetmiş.

 

Iskalanmış yaşamlar

Iska’da altı kişi, askere giden bir yakınlarının ardından neler hissettiklerini anlatıyorlar. Kimi anası, kimi babası, kimi ablası, kimi abisi, kimi sevgilisi, kimi de karısı. Özlemler, “ölmesin” diye edilen dualar, “ya ölürse” korkuları,  bitmez tükenmez bekleyişler... Onarılamayacak yaralar alanların, acılarını hiç bir zaman gömemeyecek olanların ıska’lanmış yaşamları bunlar. Fuat Mete, otuz yıldır sürmekte olan savaşın ardından, henüz barış süreci başlamadan önce yazılmış ve sahnelenmeye başlamış olan oyununda bağlayıcı unsur olarak kullandığı askerlik sorununu da aşarak, geride kalanların öykülerine ve onların geçmişleriyle hesaplaşmalarına odaklanıyor.

Mete, henüz bir ilk oyun bile olsa, Iska ile Berkun Oya, Yiğit Sertdemir, Sami Berat Marçalı, Ebru Nihan Celkan, Ufuk Tan Altunkaya gibi İstanbul Tiyatrosu’nun genç yazarlarının arasında kendine bir yer edineceğini müjdeliyor.

Daha önce de, Berkun Oya’nın yönetmenliğinin bende bırakmış olduğu oda müziği izlenimlerinden söz etmiştim. Çok sevdiği belli olan Iska’yı da, özellikle tercih ettiği sonat formunun daha da yalın şekli olan, tek enstrümanlı altı küçük “resital” olarak sahneye koyuyor. Altı enstrümanın performansına dayanan bu yorum gerçekten de çok parlak. Mekân iyice soyutlanmış; sahnede altı ayrı renkte altı küçük kabin oluşturulmuş. Bir günah çıkarma, ya da bir sorgulanma odası; belki de Nazan Kesal’ın bakış açısıyla bir tabut. Her monologda sahnede tek bir kişi var ve konuşanların sadece belden yukarısı görünüyor. Tek görsel farklılık, kabinlerin bazan birindeki ışıkların yanıp sönmesi.

Oya’nın son dönemde yazdığı bütün oyunları sergilediği önü camla kaplı sahne konsepti, Iska’ya “cuk” oturuyor. Çiftli kulaklık ve çok başarılı ses düzeni ile etrafından iyice yalıtılan izleyici, öyküsünü anlatırken doğrudan gözünün içine bakan her karakter, sanki sadece onunla konuşuyormuş gibi, oyun ve oyuncularla bire bir iletişim kuruyor. Zaten Berkun Oya da, çok başarılı sahnelemesinde bu teke tek iletişime odaklanıyor.  

 

Tüm yük oyuncuların sırtında

Böyle bir oyunda yük doğal olarak oyuncuların sırtına biniyor. Oya, kadrosuna “Babamın Cesetleri”nin seçmelerinde tanımış olduğu, o oyunda birlikte çalışamasa da aklında kalan oyunculardan dördünü almış. Eksik olan anne karakterini teklif ettiği Nazan Kesal’ın kabul etmesi ve onun tavsiyesi ile diğer eksik karakter baba için Metin Coşkun’un seçilmesiyle kadro tamamlanmış.

Dizi ve sinema oyuncusu Nazan Kesal, 1996-2004 arasında Diyarbakır, 2004-2010 arasında da Bursa Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuk ve yönetmenlik yapmış olan deneyimli bir tiyatrocu. İlk kez sahneye çıktığı İstanbul’a, neredeyse 20 yıllık bir aradan sonra, oğlunun kanını alırken canı oğlununkinden çok yanan hemşire olarak Iska’ da dönüyor. Ama ne dönüş!  “O benim oğlumun kanı” dediğinde gözünden süzülen bir damla yaş izleyicinin kalbini dağlıyor.

“Korku Tüneli”nin Cosmo Disney’i, Bazı Sesler”in Ray’i Ushan Çakır, duruşu, giyinişi ve o müthiş saç modeliyle tam bir varoş bıçkınına dönüşmüş. Bu cesur, afra tafrası bol delikanlının, askerdeki kardeşi için korktuğu, “o henüz çok genç” dediği anda sesindeki ve yüz ifadesindeki değişim çok etkileyici.

Bilgi Üniversitesi Sahne Sanatları 2. sınıfta iken “Açık Saçık Birkaç Polaroid” oyunundaki performansı ile “Genç Yetenek” ödülü almış olan, “Kebap”da olağanüstü bir oyunculuk sergileyen Gülce Oral’ı en son ikincikat’ta “Bazı Sesler”de izlemiştim. Sevgilisini arkadaşına kaptırmaktan korkan, ama “sağ salim dönsün de isterse onu sevsin” diyebilen genç kızın abla ile taban tabana zıt ikilemini çok iyi yorumlamış.

Bir kolunu kaybeden, o kolun yerine oğlunu koymuş baba karakterine hayat veren, yılların oyuncusu, yönetmen ve seslendirme sanatçısı Metin Coşkun olsun, bir yandan asker kaçağı sabıkalı kardeşini ihbar ettiği için vicadan azabı çeken, diğer yandan da baş belası kardeşin bir daha dönmeyeceğini uman ablanın ikilemini derinlemesine veren Bige Önal çok başarılılar. Oyunu kocasının sağ salim dönmesi için dua ederek açan ve 55 dakika sonra aynı dua ile bitiren, “Kapı gibi” kocasını vatan görevine yolladığında ciddi maddi sorunlar yaşayan yeni gelinde ise Hare Sürel müthiş.

Iska haziran ayının ilk yarısında da sahnelenmeye devam ediyor. Yeni bir oyunu, yeni bir yazarı ve dört dörtlük bir toplu oyunculuk gösterisini bu tiyatro mevsimi sona ermeden keşfetmek için son fırsat. Kaçırırsanız önümüzdeki sonbaharı beklemek zorunda kalırsınız. Ama bu yaz da olsa, gelecek sonbahara da kalsa mutlaka izleyin.

Hepinize iyi seyirler.