“Bent, kapalı bir defteri açıyor” ....
Melisa Sürücü
Hamursuz Fırını’nda yer alan Tiyatro D22’deyim. İçeriye girince önce, güleryüzü ile beni karşılayan Can Kulan (Rudy) ile tanışıyorum. Ardından Berkay Ateş (Max) ve Emir Çubukçu (Horst), hayallerinin gerçekleştiğini görmenin verdiği mutlulukla “merhaba” diyorlar. Karşımda üç cesur genç adam var. Onlarla oyunları hakkında keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik
İLK OYUN İLK ÖDÜL
Tiyatronuzun kurulması aşamasında Berkay ile konuşma fırsatımız olmuştu. Heyecanlıydınız. Mekân, logo, internet sitesi ve yoğun oyun provaları derken bugüne geldiniz. Neler hissediyorsunuz? Başarılı bir oyun çıkaracağınızı hayal etmiş miydiniz?
Berkay Ateş: “Ne hissediyorum? Ne hissediyorum?” (Oyuna hazırlıkta Eric Morris metodundaki gibi kendisine soruyor). Hayal ettiğimizden daha fazlası oldu bence. Oldukça iyi hissediyorum. Ödül de bizi mutlu etti. Umarım seyirciye de yansıyordur.
Direklerarası Seyirci Derneği tarafından düzenlenen 13. Direklerarası Seyirci Yarışması’nda ‘Bent’, ‘En İyi Prodüksiyon’ seçildi. İlk ödülünüzü ilk profesyonel oyununuz ile kazanmanız size neler hissettiriyor?
Emir Çubukçu: Enteresan bir duygu. Tiyatro olarak bu ödülü almış olmak daha çok mutluluk veriyor; çünkü bireysel bir ödül değil. Tiyatromuz ‘En İyi Prodüksiyon’ ödülünü aldı. Bir ‘alternatif’ tiyatro olarak, seyirci ile ilk buluştuğumuz sezonda böyle bir ödül aldığımız ve bu ödülü daha önceki senelerde alan tiyatrolara baktığımızda İstanbul’un çok köklü tiyatrolarıyla karşılaştığımız için, mutluluk verici. İlk projemiz ile bu ödülü almak aslında inandığımız şeyi birazcık gerçekleştirdiğimizi ve inanmakta haklı olduğumuzu gösteriyor.
NAZİ KATLİAMININ AZ BİLİNEN BİR YÖNÜ
Nazi dönemi en çok altı milyon insanın ölümüne yol açan Yahudi Soykırımı ile bilinir; fakat öğreniyoruz ki, sayıları Yahudiler kadar fazla olmasa da onlardan daha kötü şartlarda yaşayan ve öldürülen Çingene, engelli ve eşcinseller de var. Metinde etkilendiğim temel öğelerden biri de bu alana işaret etmesi oldu. Siz, tiyatro metnini ilk okuduğunuzda neler hissetmiştiniz?
Can Kulan: Metne ilk baktığımızda, daha evrensel bir şey görmeye çalıştık. Sadece bir bölge ile alakalı olmaksızın genele hitap eden metinler seçmeye çalışıyoruz. Bu tekste de biraz onu gördük. Evet, bu oyun, soykırımı eşcinseller üzerinden anlatıyor; fakat dünyanın her tarafında bir ötekileştirme var, bizim ülkemizde de var. Bunu edebi bir şekilde anlatan bir metin olduğu için çok beğendik ve sevdik.
BA: Bir de insana dair olması bizim için önemli bir kıstastı. İnsanın özgürlüklerini anlattığı, özgürlük vurgusu ve hâlâ güncel faşizm eleştirisi yaptığı için metni seçmemizde önemli bir etken oldu.
Yahudi Cemaati için Hamursuz Fırını çok özel bir yer; bu mekânda oyununuzu sergilemek sizin için nasıl bir duygu?
CK: Mekândan ilk içeri girdiğinizde buranın inanılmaz bir enerjisi olduğunu ve bunun kolaylıkla hissedildiğini düşünüyoruz. Kültür merkezi olması dışında da çok elverişli bir yer. İstanbul açısından, Musevi Cemaati açısından bir yaşanmışlığı var ve bu yaşanmışlık insanları daha fazla buraya çekiyor. İnsanlar buranın tarihini ve mekânın enerjisini merak edip geliyorlar. Biz de ilk girdiğimizde çok etkilenmiştik. Hatırlıyorum, merdivenlerden ilk çıktığımızda ben, “İşte burası!” demiştim. Sadece tavanın yüksekliği, mekânın genişliği gibi fiziksel özellikleriyle bile hoşumuza gitmişti.
BA: Uzun yıllar bu mekânda başka başka güzel hikâyeler anlatma hayalimiz var.
CK: Burası, İstanbul’un sanat hayatında da önemli bir yere sahip olacak bir yer. Çok iddiali bir şey söylem değil bu, mekân buna çok elverişli ve güzel.
PICASSO’NUN GUERNİCA TABLOSU
Dekorda Picasso’nun Guernica tablosunun kullanılmasının sebebini anlatabilir misiniz?
EÇ: Yönetmenin tercihiydi. Guernica, İspanya iç savaşını resmeden, Picasso’nun politik bir tablosu aslında. Resimde de bir iç savaş var, oyunda da bir iç savaş var. Nazi döneminde de bir iç savaş vardı aslında. Hem bu sebeple hem de Meltem Cumbul’un yani yönetmenin bakışına göre bu tablo, insanın kendi içindeki savaşı aynı oranda yansıtıyor ve oyunun arka planında sürekli olması bu oyunla çok bağdaşıyor.
ERIC MORRIS METODU
Meltem Cumbul’un ilk yönetmenliği hakkında neler söylemek istersiniz?
CK: Meltem Hoca, bizim için büyük bir şans oldu. Başlangıçta onun gibi birisiyle başlamak bize çok büyük güç verdi. Kendisiyle iyi ilişkiler içindeydik. Bir sene boyunca, son sınıfta, bizim hocamız oldu. Derslerinden çok keyif alıyorduk, güzel şeyler öğreniyorduk. Farklı bir bakış açısı ile bakmaya başlamıştık ve bunu devam ettirmek istedik. Bu sebeple onunla çalıştık. Hem Eric Morris metodu ile çalıştığımız için, ayrı bir deneyim oldu. Ayrıca onun deneyimleri de böyle bir işe ilk başlarken profesyonellik konusunda çok şey kattı bize.
Eric Morris metodunu hiç bilmeyenler için nasıl tanımlarsınız? Bu metotla çalışmanızın kişisel oyunculuklarınıza katkısı ne oldu?
BA: Aslında dünyanın daha önceden kullanmaya başladığı bir metot. Son yıllarda ülkemizde de artık eğitimi verilen bir metot hâline geldi. Kabaca anlatırsak, ‘oynamak’ değil, ‘olmak’ gibi bir ayrımı var. Sahnede bir oyuncunun bir karakteri oynamasıdan ziyade, o karakter olması, onunla bütünleşmesi, o ‘an’ içerisinde gerçekten o karakterin orada olduğuna seyircinin inanmasını sağlaması ile ilgili bir süreç. Oyuncunun kendi karakteri, yani enstrümanı, kapalı olabiliyor. O an oynamak istemiyor olabilirsiniz. O an başka bir şeyler olabilir ve bunların hiçbirini reddetmeden, hepsini kabullenerek, en samimi noktadan hikâyenizi anlatmanız gerekiyor. Eric Morris metodu ile bu oyunu çalışmak bize tabii ki çok şey kazandırdı. Gerçekten hepimizin karakterleri anlamamız, değerlendirmemiz, hissetmemiz açısından büyük bir gerçekliği bulma süreci yarattı. Özellikle metodu Meltem Hoca ile çalışmak bizim için çok değerliydi.
SEYİRCİ YORUMLARI
Oyundan çıktığımda, büyük zorluklar içerisinde olan bu insanların hâlâ aşktan, birbirini arzulamaktan ve Horst’un onurlu olmaktan vazgeçmemiş olmasından çok etkilendim. İnsana kendi hayatını sorgulatıyor. Oyundan çıktığınızda sizi izleyenlerin neler hissetmelerini ya da neler düşünmelerini isterdiniz?
EÇ: Önceden konservatuvardayken beraber oynadığımız oyunlarda hep konuşurduk kendi aramızda, seyirci bu oyundan ne anlamalı diye, ama bu oyunda böyle olmadı. Seyirci buradan çıkınca ne hissetmeli diye düşünerek bir zorunluluk koymadık kendimize. Çok fazla konuyu barındıran ve çok fazla duygu hissedebileceğiniz bir oyun; ama galiba bütün yaşananların içerisinde hâlâ saf kalabilenin sevgi olduğu fikrini, toplum içinde öteki olmayı ve faşizmde mağdur olmanın gerçekten nasıl bir şey olduğunu biraz olsun hissetmek olabilir.
Oyun sonrasında güzel tepkiler aldığınızı biliyoruz. Bunlar arasından ilginç olan bir tanesini söyleyebilir misiniz?
EÇ: Biz aslında tam anlamıyla bir eşcinsel hikâyesi anlatmıyoruz; ama gerçekten eşcinsellikle ilgili bugüne kadar düşündüklerinden çok farklı bir şey düşündüklerini söyleyen insanlar oluyor. Gerçekten bir eşcinsel esprisi yaparken tekrar düşünmemi sağladı diyenler oluyor. Aslında birçok insan gizli homofobik; bu insanların biraz olsun bu gizli kabullerinden uzaklaşmalarına yol açtığımızı söyleyenler oluyor. Bir de şunu atlamamak lazım; sevgi, öteki olmak, eşcinsellik meseleleri dışında tarihsel bir gerçeklik söz konusu ve bugünden sadece yetmiş küsür sene önce yaşanmış bir gerçeklik. Tarihsel olarak da politik olarak da söylediği bir söz ve insanlara gösterdiği bir şey var. Kapalı bir defteri açıyor.
Yeni sezonda başka projeleriniz olacak mı?
BA: Yeni sezonda BENT devam edecek. Bunun dışında, sergilemek istediğimiz iki oyun var. Yeni sezona yeni bir oyunla girmeyi planlıyoruz. Tarihleri ve detayları yeni sezon yaklaşırken duyuracağız. D22 üretmeye devam edecek. Bizi tiyatrod22.com adresinden, twitter’dan (@TiyatroD22) ve facebook sayfamızdan (D22) takip edebilirsiniz.
Fotoğraflar: D22 Facebook
sayfasından alınmıştır.