Bu hafta ağımıza takılanlar

Viktorya’nın iki kız kardeşi ile amcasının kızı da Gaziantep’te bankada çalışmışlar. Viktorya’nın Raşel isimli kız kardeşi göze çarpacak kadar güzel olduğundan o yıllarda Yapı ve Kredi Bankası’nın merkez şubesiyle çalışan iş adamlarının hatıralarında iz bırakmış. Ben, bazı ahbablarıma Gaziantepli Yahudilerden bahsedince, birçoğu: “Yapı ve Kredi Bankasının merkez şubesinde çok güzel Yahudi bir kız çalışırdı” dediler. Sonra anladım ki, güzel olarak bahsedilen Raşel, Viktorya’nın kız kardeşi.“Dinimden dolayı hiç ayırım görmedim” diyor Viktorya. Hatta, Yapı ve Kredi Bankasında çalıştığı yıllarda özellikle amirleri, bulunduğu pozisyondan yükselebilmesi için yoğun çaba da harcamışlar. Ancak, ben sorunca, babasının Varlık vergisinden dolayı birkaç sene amele olarak çalıştırıldığını da unutmuyor. AYFER TUZCU ÜNSAL/ayfertuzcuunsal.com

Diğer
24 Nisan 2013 Çarşamba

TÜRKİYE AÇISINDAN, FİLİSTİN MESELESİNDE BAŞARISIZLIĞA NEDEN OLACAK EN TEMEL FAKTÖR, FİLİSTİN'İ VE FİLİSTİNLİLERİ "İSLÂM KARDEŞLİĞİ VE ÜMMET BİRLİĞİ REFLEKSİ" İÇİNDE DEĞERLENDİRMEKTİR

Arap dünyasındaki değişimler, özellikle Mısır'da yaşanan iktidar değişimi, Filistinlilerin hayatında henüz ciddi bir iyileştirme sağlamadı. Suriye konusunda Türkiye'nin ne kadar zorlandığını gören Araplar, Filistin konusunda yeni bir inisiyatif alma çabasına da mesafeli duruyor. Arapların gönlünde yatan aslan, Mısır. Ancak Mısır'ın da ayağa kalkıp kalkamayacağı meçhul.

Tüm bu nazik noktalardan dolayı, Başbakan Erdoğan'ın Gazze ziyareti bütün ayrıntılarıyla çok dikkatli planlanmalı. Türkiye, eğer Filistin meselesinde "arabulucu" ya da "hakem" olmak gibi bir düşünceye sahipse, bunun yolu bütün fraksiyonlara eşit mesafede durmaktan geçiyor. Başbakan Erdoğan'ın Filistinliler nezdinde "Hamas'ın özel konuğu" olarak görülmesi, Türkiye'nin, zihninden geçen bütün rolleri iptal etmesini gerektirebilir. Bu durumda Türkiye'nin elinde müttefik olarak bir tek Hamas kalır ki, o zaman diğer fraksiyonlarla diyalog da imkânsız hale gelir.

Nitekim, kendisini "Filistin'in tek meşru temsilcisi" olarak konumlandıran El Fetih yönetimi şimdiden yüksek sesle Başbakan Erdoğan'a Gazze'ye gitmemesi için çağrılarda bulunuyor. Mahmud Abbas'ın danışmanlarından Azzam Ahmed, Erdoğan'ın ziyaretinin Filistinliler arasındaki ayrışmaları daha da derinleştireceğini belirtti. Ahmed, "Bu gezinin hiç gerçekleşmemesini umuyoruz. Filistin yönetimiyle işbirliği yapmadan düzenlenecek bir Gazze ziyareti, ancak tartışmaları ve gerginlikleri artırır" şeklinde konuştu.

Buna ilaveten Türkiye, Filistinlilerin aslında barışmak noktasında hiç de istekli olmadığını, Filistin'de dışarıdan pek görünmeyen korkunç bir iktidar savaşının sürdüğünü, 'partner' olarak görülecek birçok ismin boğazına kadar yolsuzluk ve usulsüzlüğe batmış olduğu gerçeğini de unutmamak durumunda.

Türkiye açısından, Filistin meselesinde başarısızlığa neden olacak en temel faktör, Filistin'i ve Filistinlileri "İslâm kardeşliği ve ümmet birliği refleksi" içinde değerlendirmektir. Bir yandan İsrail işgalinin getirdiği ağır yükler, diğer yandan da İslâm toplumlarının tamamında olduğu gibi Filistinlileri de etkisi altına alan bozulma ve gerilemeler, mutlaka hesaba katılmalıdır. Filistin'i ve Filistinlileri idealize etmek ve buna göre siyaset geliştirmek, özellikle dış politikada hoş olmayan sürprizlere yol açabilir.

Taha Kılınç

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2013/04/16/gazze-ziyareti-ve-riskler

 

  • BİR YAHUDİ BAZEN KENDİ ÜLKESİNİN POLİTİKALARINI BİLE ELEŞTİREBİLİR. ONUN AÇISINDAN ÖZGÜRLÜK, ÇAĞDAŞLIK, BİLİM VE SANAT OLMAZSA OLMAZ KOŞULUDUR

Bir Yahudi bazen kendi ülkesinin politikalarını bile eleştirebilir. Onun açısından özgürlük, çağdaşlık, bilim ve sanat olmazsa olmaz koşuludur. O nedenle İsrail Devleti birçok ülkeyi kıskandıracak kadar ileri düzeyde teknolojik buluşlara imza atmaktadır.

Bir Arap yaşadığı kâbuslarda silah, savaş, terör, cihad, kılıç görür. Sabah uyandığında bunların gerçek olduğunu sanır, hepsini yaşamına uyarlamak için hemen çalışmaya başlar. Kendi ezik, zayıf, köhnemiş duygularını başka türlü öne çıkartamaz, toplumundan arzu ettiği ilgiyi göremez.

Bir Yahudi ise, rüyalarında kumsalda güneşlenen ailesini, beyaz güvercinleri, masmavi denizi, pırıl pırıl gökyüzünü, yemyeşil kırları görür. Sabah kalktığında ailesiyle çıkacağı tatili hesaplar, içindeki huzuru doyasıya yaşar. Onun bütün amacı huzurlu bir yaşantı sürmektir.

İki toplum arasındaki bu kadar derin bir fark nereden kaynaklanmaktadır. Hemen söyleyelim: Arapları yöneten, idare eden, onlar adına kararlar alan ve bu doğrultuda emirler/fetvalar veren Şeyhler, Şıhlar, tarikat ve cemaat liderleri vardır. Onların her dediği kesinlikle bir emirdir! Bir Arap bu emirleri yorumlamak, eleştirmek, farklı bir gözle görmek şansına sahip değildir. Onun yerine düşünen, konuşan, kararlar alan, kendi geleceğini bir başkasının yöneteceği bu kişilere kesinlikle itaat etmek zorundadır. Böyle bir kişilik travması içinde, kendisi olamayan, daima bir başkasının emri altında kalan, zayıf karakterli bir kişinin çağdaş dünyayla uyumu söz konusu olabilir mi? Kendi toplumunu ezdiğini öne sürerek elindeki tek gücü kullanmak isteyecektir. Yani, terörü!.. Başka ne yapabilir ki? Zaten bildiği başka bir şey de yoktur.

Öte yandan Ortadoğu’da tam anlamıyla barış ve dostluk kurulsa ne güzel olur. Ancak; Hamas, El Fetih, Hizbullah, El Kaide gibi terör örgütleri, tarikat ve cemaat liderleri, Şeyhler ve Şıhlar temizlenmeden Arap toplumu nasıl çağdaş bir kültür düzeyine yaklaşabilir ki?

Yahudiler ise bilim ve sanatta sürekli yükselmektedir. Burada liste vermek öyle zor ki. Hele dünya markaları olan firmaların, şirketlerin, ürünlerin isimlerini yazmaya kalksak sayfalara sığmaz. Peki, bu ne demektir? Araplar kâbuslarından kurtulmak için öncelikle özgür olmalıdır. Böylelikle sosyal alanda, bilim ve sanatta, ticarette hatta genel kültürde bile geri kalmışlıklarını yenebilirler. Öte yandan unutmayalım ki, rüya ve kâbus farklı duygulardır. Sonuçta hepimiz insanız! Neden savaşalım ki! 

Her şeye karşın, Ortadoğu’da barış ve huzurun gelmesi için elimizden geleni yapmalıyız. Çünkü dünyanın buna çok ihtiyacı var.

Tufan Erbarıştıran

http://www.hasturktv.com/arsiv/6211.htm

 

  • 90'LI VE 2000'Lİ SENELERE GELİNİNCE, ORTAYA BU DEFA BAŞKA BİR MODA ÇIKTI: SİYASET TARİHİMİZDE İSİM SAHİBİ KİM VARSA HEPSİNİN ASLINDA YAHUDİ, SİYONİST VE MASON OLDUKLARINI İDDİA ETMEK VE YAPTIKLARI HER İŞİ BÜYÜK BİR KOMPLONUN PARÇASI GİBİ GÖSTERMEK!

90'lı ve 2000'li senelere gelinince, ortaya bu defa başka bir moda çıktı: Siyaset tarihimizde isim sahibi kim varsa hepsinin aslında Yahudi, siyonist ve mason olduklarını iddia etmek ve yaptıkları her işi büyük bir komplonun parçası gibi göstermek!

Böyle yaptılar, zira bu tuhaflıkları geveleyip yazıp çizmek çalışmaya, öyle derin araştırmalar yapmaya, arşivlerde ve kütüphanelerde dirsek çürütmeye ihtiyaç göstermiyordu... Oturduğunuz yerden uydurmak kolay ve zahmetsizdi, komplo teorilerine zaten meraklı bir millet olduğumuz için saçmalığın her çeşidi rağbet görürdü ve palavralarınız ne kadar fazla ise bir kesimin gözünde o derece büyük üstad olur, oturduğunuz yerden gayet rahat şekilde büyük paralar da kazanabilirdiniz...

Bunların hepsi yaşandı, meselâ asıl niyetleri Mustafa Kemal'in "Türk olmadığını" iddia edip bunu ranta çevirmek isteyenler yazıp söyleyeceklerinin Koruma Kanunu'na takılıp başlarına bir iş açmasından endişe ettikleri için Mustafa Kemal'in etrafında ve devletin kurucu kadrosunda kim varsa onlara saldırdılar. Hepsinin aslında Yahudi veya dönme olduğunu söylediler; hayalî "birinci adamlar" yaratma çabaları yüzünden saldırmadıklarını da "mazlum" ve "İstiklâl Harbi'nin gerçek kahramanı" ilân ettiler. Sonra daha gerilere, İttihad ve Terakki'ye kadar gittiler, oradan 19. yüzyılın ilk çeyreğine uzandılar, isim ve makam sahibi olan kim varsa hepsinin soyuna-sopuna hakaretler yağdırdılar.

Murat Bardakçı

http://www.haberturk.com/yazarlar/murat-bardakci/837916-nefret-rantiyeleri

 

  • ORTADOĞU’DA NE KADAR ARAP OLMAYAN ANTİTE (OLUŞUM) ORTAYA ÇIKARSA İSRAİL O KADAR RAHAT EDECEK

Irak’ın kuzeyindeki oluşum artık oluşmuş. Size bazı istatistik bilgileri vereyim. Bunların petrolü ellerinde. Kuzey Irak’ın enerji ve gelir kaynaklarını sağlama almak için bu petrol bölgeleri ABD’nin denetiminde. Buralarda artık gelir artmaya başlamış. Fakat bir üçüncü dünya ülkesi için tahmin edilenin aksine rüşvet mekanizması orada işlemiyor. Yani işler oldukça nizami bir biçimde gidiyor. Daha da ilginci PKK sadece bir bölgede yaşayabiliyor. O da Kandil. Araya karışmıyor. Her yerde olmamasını temin etmişler. İlk Irak cenginde (savaşında) bu yapılacaktı. Ama Barzani ve Talabani arasındaki aşırı eşit dengeler yüzünden Amerikalılar bunu yapmaktan çekindiler. Çünkü ortalık o zaman çok fena olabilirdi. Şimdi onun dengesini buldular.

Ve sanıyorum Irak Osmanlı dönemindeki üçlü bölünmeye yeniden kavuştu. Bir komplo teorisi gibi söyleniyor. Ortadoğu’da ne kadar Arap olmayan antite (oluşum) ortaya çıkarsa İsrail o kadar rahat edecek. Böyle bir şeyi İsrail’in istemesi kendi açısından tabii ki anlaşılabilir. İsrail’in böyle bir Kürdistan’la çok işi olacaktır. Bir kere tarım teknolojisi uzmanı olduğu için oralarda ona çok iş düşecektir. Düşüyor da. Taa Orta Asya’ya kadar bütün bölgede ziraat işi yapan, ilgili dallarda çalışan, üreten, hizmet veren Yahudi işadamları ve uzmanlar görüyorsunuz.

İlber Ortaylı

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=412260&kn=86&ka=4&kb=5&kc=86

 

  • HAMAS REJİMİ ALTINDA EĞER GAZZE MISIR’DAKİ HER İKİ REJİM İÇİN DE TEHLİKELİ DURUMA GELMİŞSE, GAZZE’DE KÖTÜYE GİDEN BİR ŞEYLER OLMALIDIR VE TÜRK HALKINA BUNLAR ANLATILMAMAKTADIR

‘’Türk kamuoyundan gizlenen bir şey var’’ dedi İsrailli bir kaynak. ‘’Tabiidir ki Gazze’nin hem İsrail hem de Mısır ile sınırları mevcuttur. Her ikisi de sınırlarda kısıtlamalar uygulamaktadır. Mısır tarafında Başkan Hüsnü Mübarek ve Başkan Mursi zamanında aynı uygulama devam etmektedir, bu da Mısırlıların çıkarına olduğunu gösteriyor. Gazze hakkında konuşurken bu göz önüne alınması gereken önemli bir detaydır. Hamas rejimi altında eğer Gazze Mısır’daki her iki rejim için de tehlikeli duruma gelmişse, Gazze’de kötüye giden bir şeyler olmalıdır ve Türk halkına bunlar anlatılmamaktadır. Sadece İsrail’i ambargo uygulamakla suçlamak doğrunun yarısını söylemektir ve doğrunun yarısını söylemek yalandan beterdir.’’

Üçüncüsü artık kimse iki yanlı bir İsrail-Türk ilişkisinden bahsedemez. Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, İsrail ile iyi ilişkilerin İsrail’in Filistinlilere iyi davranmasıyla mümkün olabileceğini açıklamıştır. İlişkilerle bağlantılı olarak hem Türkiye hem de İsrail hem yerel siyasi çıkarlar ve hem de kendi güvenlik sorunları için Beyaz Saray’ın desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle, Ankara’nın İsrail ile çift taraflı yakın ilişkileri yeniden tesis etmekten bahsetmediği düşünüldüğünde durum Türkiye, İsrail, Birleşik Devletler ve Filistin arasında gelişiyor.

‘’Şimdiki Türk hükümetinin, İsrail’i önemli bir müttefik olarak görmediğini hatta hiç müttefik olarak kabul etmediğini gördük’’ dedi İsrailli bir diplomatik kaynak. ‘’Bu nedenle Türkiye’nin bölge diplomasisi boz yapın önemli bir parçası olarak görülmemelidir. İlişkilerdeki bu gerileme sadece dramatik olmamış bazı açıklamalarda çok çirkin biçimler almıştır.’’

Tülin Daloğlu

http://www.hasturktv.com/yahudilik/6205.htm

 

  • TÜRKİYE'NİN ÇOK TARAFLI ULUSLARARASI PLATFORMLARDA İSRAİL'E KARŞI UYGULADIĞI AMBARGONUN KALKMASI, DİPLOMATİK TEMSİL SEVİYESİNİN BÜYÜKELÇİLER DÜZEYİNE GELMESİ İKİ ÜLKE ARASINDA VARILAN ANLAŞMANIN UYGULANMASINA BAĞLI OLARAK KISA ZAMANDA DEĞİŞEBİLECEK ÖNEMLİ KONULAR

Özür sonrası Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun, özellikle Türkiye'nin Suriye ile olan ilişkisini kastederek, Türkiye – İsrail ilişkilerinin Türkiye'nin üçüncü ülkelerle olan ilişkisini etkilemeyeceğini belirtti. Davutoğlu'nun Türkiye'nin İsrail'in yanlışlarını eleştirmekten çekinmeyeceğini hatırlatması İsrail – Türkiye ilişkilerinin sınırını bir kere daha göstermiş oldu. İsrail iç politikasında artan radikal sağcı söylem ve bu söylemin siyasal alanda yansımalarından birisi olan İsrail hükûmetinin yasadışı yeni yerleşimlere göz yumması ve benzeri yaklaşımlar Türkiye'nin İsrail’e olan eleştirilerinin gelecekte de devam etmesine sebep olacaktır. Bu da İsrail iç siyasetinde Türkiye ile gerilimi tırmandırmak isteyen taraflara yeni fırsatlar sunacaktır.

Türkiye-İsrail ilişkilerinde yukarıda bahsettiğimiz kısıtlayıcı unsurlar kısa dönemde ikili ilişkilerin hızlı bir iyileşme göstermesinin zorluğunu ortaya koyuyor. Ancak, özürle birlikte kısa dönemde hiçbir şeyin değişmeyeceği anlamına da gelmiyor. Türkiye'nin çok taraflı uluslararası platformlarda İsrail'e karşı uyguladığı ambargonun kalkması, diplomatik temsil seviyesinin büyükelçiler düzeyine gelmesi iki ülke arasında varılan anlaşmanın uygulanmasına bağlı olarak kısa zamanda değişebilecek önemli konular.

İsrail ve Türkiye arasında yaşanan bu kriz, içinde bulunduğumuz dönemle ilgili bir gerçeğe dikkat etmemize de sebep oldu. Ortadoğu'da yaşanan değişim sadece bölge ülkelerinin iç yönetimlerini değil ülkelerin birbirleri arasındaki ilişkilerini de yeniden tanımlayan bir siyasi durum ortaya çıkardı. Bu kritik dönemde yeniden tanımlanan ilişkiler önümüzdeki yılların Ortadoğu’su için önemli bir altyapı oluşturacaktır.

Yunus Sönmez

http://www.usasabah.com/Guncel/2013/04/22/ozur-neyi-degistirir-

 

  • OLMERT’İN ‘SESSİZCE YAPTIK’ DEDİĞİ ŞEYLER BAKIMINDAN AKLA ELBETTE İRAN’IN NÜKLEER VE BALİSTİK FÜZE VARLIĞINA DÖNÜK BİRTAKIM SABOTAJLAR, BİLİM ADAMLARINA YAPILAN SUİKASTLAR, SİBER SALDIRILAR, ADAM KAÇIRMALAR VE AKLA GELEN, GELMEYEN DİĞER ÖRTÜLÜ VE YIKICI FAALİYETLER GELİYOR

İşte bu savaşın varlığı geçen hafta İsrail eski başbakanlarından Ehud Olmert tarafından açıkça dile getirilmiş bulunuyor. Olmert, İsrail’in önemli stratejik konularının en üst düzeyde bu hafta ele alınacağı bir konferans arifesinde İran’ın nükleer programıyla ilgili olarak “…Bu konuda, İran’ın nükleer kapasiteye ulaşmasını engellemeye yardımcı olan birçok şeyi uzun zaman içinde sessizce yaptık.” diyerek bu savaşı resmen kabul etmiş oluyor. Olmert’in ‘sessizce yaptık’ dediği şeyler bakımından akla elbette İran’ın nükleer ve balistik füze varlığına dönük birtakım sabotajlar, bilim adamlarına yapılan suikastlar, siber saldırılar, adam kaçırmalar ve akla gelen, gelmeyen diğer örtülü ve yıkıcı faaliyetler geliyor. Bunlara somut örnek vermek gerekirse İran’ın Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesislerindeki bilgisayar sistemlerine karşı iki yıl kadar önce yapılan Stuxnet adı verilen virüs saldırısı zikredilebilir. Füze tesislerine karşı yapılan saldırılara ise yine iki yıl kadar önce Zagros Dağı civarındaki bir Şahap füze üssünde meydana gelen ve haberlere göre 18 kişinin öldüğü patlama örnek verilebilir.

Nükleer programla ilgili öldürülen bilim adamları ise belki de diğer saldırılardan daha vahim olarak nitelenebilir; bugüne kadar çok değerli 5 bilim adamı çeşitli suikastlar sonucu öldürülmüş bulunuyor. Bunlardan en sonuncusu 2010 Aralık başlarında Tahran’da motosikletli katiller tarafından bomba ile öldürülen Mecid Şehriyari’ydi.

Kaybolanlara bakılınca da akla hemen Ali Rıza Askeri geliyor. Yıllarca önce İran savunma bakan yardımcılığında bulunan ve bu ülkenin önemli askeri ve nükleer sırlarına vakıf olduğu söylenen bu şahsın bizle de ilgisi var; zira Askeri, 2007 Şubat’ında Şam üzerinden geldiği İstanbul’da ortadan kaybolmuş, bir daha kendisinden hiçbir haber alınamamıştı.

Kayboluşundan sonra Askeri’nin akıbeti hakkında çeşitli spekülasyonlar yapılmıştı. Bunlardan bazıları Askeri’nin CIA, MOSSAD ya da başka bir gizli servisle anlaşıp bunlar vasıtasıyla bilinmeyen bir ülkeye iltica ettiğini ileri sürmüş, diğerleri de Askeri’nin iltica etmeyip zorla kaçırıldığını söylemişlerdi. İran da bu sonuncu tezi yıllardır savunuyor, Askeri’nin MOSSAD tarafından kaçırıldığını öne sürüyor.

Askeri ve akıbeti iki yıl önce İran tarafından yeniden gündeme getirilmişti. İsrail medyasında çıkan bazı haberleri ve muhtemelen başka bilgilere dayanarak İranlı yetkililer Askeri’nin kısa bir süre önce bulunduğu bir İsrail hapishanesinde öldüğünü söylemişlerdi.  İsrail hapishane yetkilileri, bu haberleri yalanlayıp böyle bir olaydan haberleri olmadığını açıklamışlardı.

Bu arada, iki ay kadar önce kısa bir süre medyada haber İsrail’de hapishanede ölü bulunan MOSSAD ajanı İsrail ve Avustralya pasaportlu ‘Mahkum-X’ diye geçen Ben Zyiger vakası ile birçok başka konuya ek olarak Askeri vakasının da ilişkili olduğu medyada ima edilmişti.

Bugün sözünü ettiğim ‘sessiz savaş’ muhtemelen bilinmeyen cephelerde, yerlerde, bilinmeyen şekillerde elbette devam edip duruyor. İsrail, bu savaşı İran’a ilaveten başka hasım gördüğü ülkelere ve hedeflere de karşı yürütüyor elbette.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/fikret-ertan/israilin-sessiz-savasi_2081135.html

 

  • BEN,BAZI AHBABLARIMA GAZİANTEPLİ YAHUDİLERDEN BAHSEDİNCE, BİRÇOĞU: “YAPI VE KREDİ BANKASININ MERKEZ ŞUBESİNDE ÇOK GÜZEL YAHUDİ BİR KIZ ÇALIŞIRDI” DEDİLER. SONRA ANLADIM Kİ, GÜZEL OLARAK BAHSEDİLEN RAŞEL, VİKTORYA’NIN KIZ KARDEŞİ

Viktorya’nın annesi Mazal Arkadaş, 97 yaşında İsrail’de yaşıyor. Mazal Hanım’ın annesi, anneannesi ve kendisi ailelerinin beş kuşağını görmüşler. Antepli Yahudi Mazal Hanım’ın 6 tane torunun torunu varmış... 1967-68 eğitim yılı döneminde Gaziantep Lisesi’nden sadece Viktorya Arkadaş mezun olmuş. Yukarda yazdım, dede haham olduğu için aile geleneklerine çok bağlı, ama sosyal yönleri de çok gelişmiş... İşte o nedenle Viktorya, lise mezunu olarak çalışmak üzere bankaya girmiş. İlk girdiği Osmanlı Bankası onu, gayrimüslüm olduğu gerekçesiyle asil memur yapmamış. Onun üzerine emekliliğini tamamlayacağı Yapı ve Kredi Bankası’na geçmiş. Aynı bankanın Pazar yeri şubesinde on sene boyunca çalışmış sonra İstanbul’a taşınmış. Özellikle Antep’te çoğu banka müşterileri tüm işlemlerinin Viktorya tarafından yapılmasını isterlermiş. Yani müşteri, bankonun diğer tarafından Viktorya’nın dürüstlüğünü, zekasını, çalışkanlığını görürlermiş. Viktorya’nın iki kız kardeşi ile amcasının kızı da Gaziantep’te bankada çalışmışlar. Viktorya’nın Raşel isimli kız kardeşi göze çarpacak kadar güzel olduğundan o yıllarda Yapı ve Kredi Bankası’nın merkez şubesiyle çalışan iş adamlarının hatıralarında iz bırakmış. Ben, bazı ahbablarıma Gaziantepli Yahudilerden bahsedince, birçoğu: “Yapı ve Kredi Bankasının merkez şubesinde çok güzel Yahudi bir kız çalışırdı” dediler. Sonra anladım ki, güzel olarak bahsedilen Raşel, Viktorya’nın kız kardeşi.

Ayfer Tuzcu Ünsal

http://www.ayfertuzcuunsal.com/2013/04/dunyalar-guzeli-viktorya-ve-rasel.html

 

  • YUVARLAMA ORTACAĞDAN MI YUVARLANDI? – AYFER TUZCUÜNSAL

http://www.ayfertuzcuunsal.com/2013/04/yuvarlama-ortacagdan-mi-yuvarlandi.html

 

Netten okumalar

  • BOEİNG-İSRAİL VE ERKEN UYARI KAÇAMAĞI – GÜNTAY ŞİMŞEK

http://www.haberturk.com/yazarlar/guntay-simsek-1019/836668-boeing-israil-ve-erken-uyari-kacamagi

 

  • TARİHE AÇILAN KAPI: VİKTOR LEVİ

http://www.bloomberght.com/haberler/haber/1344343-tarihe-acilan-kapi-viktor-levi

 

 

  • Arşivlerden
  • SUÇLA GİTSİN YAHUDİ`Yİ! – TAHA KILINÇ

http://gencdergisi.com/1275-sucla-gitsin-yahudi-yi-.html

 

  • SON "AVLULARIMIZ" KORTEJOLAR SOLARKEN