Bilinen ekonominin sonu mu?

2008 yılında Lehman Brothers’ın tarih sayfalarına karışması ile başlayan süreç, bize ekonomi ve para banka kitaplarında yer alan birçok kuram ve doktrini tekrar hatırlattı ve yaşatmaya devam ediyor. İyi mi kötü mü bilinmez ancak yüz yılda en fazla 2-3 kez küresel bazda yaşanabilecek tüm başlıkları tek tek ve sıra ile yaşıyoruz. Sadece yaşamakla da kalmıyoruz, artık bu teori ve iktisadi düşünce sistemlerinin günün gerçeklerine yeterince cevap veremediğini de gözlemlemeye başlıyoruz

Cüneyt DİRİCAN Ekonomi
10 Nisan 2013 Çarşamba

İlk önce Lehman Brothers ile ‘Too big too fail’ yani ‘Batmak için çok büyük’ kavramını küresel bazda deneyimledik. Bankacılık teorilerinden olan bu kavram, finansal kurumlar arasında, bilanço ve piyasalardaki penetrasyonu gibi, ölçek olarak büyük etki ve rakamlara sahip olanların batamayacağını ve kurtarılması gerektiğini söyler ve bankalar bir yana artık devletler battığı için de geçerliliğini yitirmiş durumda. İrlanda, Yunanistan, İzlanda, Portekiz, İspanya, İtalya’dan sonra son olarak, Güney Kıbrıs bu kuramın geçersizliğini dünyaya teyit etti. Peki ya daha büyükler? Bankacılık başta olmak üzere finansal dünyada yaşanan bu krizler, bir diğer kuram olan ‘Big Run’ veya ‘Run for the Money’ yani ‘Büyük koşu ve paraya hücum’ kuramını da gelişmiş ülke insanlarına deneyimletti. Son olarak, mevduatlarının başına vergi geleceğini duyan Güney Kıbrıslılar İngiltere’de Northern Rock mudileri gibi paralarını alamama korkusu ile banka şubeleri ve ATM’lerinin başında uzun kuyruklar oluşturdular.

Gelelim Avrupa Birliği’nin kurucu üye ülkeleri tarafından konulan katılım kurallarından biri olan Maastricht kriterlerine. Üye ülkenin kamu (devlet) borcunun GSYİH’ya, yani bir yıl içerisinde üretilen mal ve hizmetler toplamının oranının yüzde 60’ı geçmemesi prensibine. Şu an kurucu 12 üye ülke bu kriteri tutturamıyor. Daha da ilginci, yıllardır çeşitli bahaneler ile sürüncemede bıraktıkları Türkiye’nin bu oranı yüzde 40’ın altında. Üstelik Avrupa’da bu borçları ödeyebilecek bir sinyal bugün için de bulunmuyor. Tersine lokomotif iki ülkeden biri olan Fransa’da bu sene ekonomik büyüme (GSYİH) beklenenin altında.

LİKİDİTE TUZAĞI

Ekonomist Maynard Keynes’in en büyük teorilerinden birini 2008’den bu yana tüm dünya deneyimliyor. Diyor ki, piyasada (bono iskonto) faizleri öyle bir düşük seviyeye gelir ki, yatırımcı ve bireyler bu seviyelerden sonra, faizlerin artık en alt seviyeye düştüğü ve daha fazla değişmeyeceği beklentisi içine girerler; daha fazla likit kalmak, nakit bulundurmak isterler. Çünkü, spekülatif getiri bu faizler seviyesinde artık pek mümkün değildir, fırsatlardan yararlanmak adına parayı ellerinde bulundurmak isterler. Amerika’da 1800’lerden bu yana faizler yüzde 0 seviyesine iki kez gelmiş. İlki 1934 – 1947 yılları arasında gecelik faizlerde ve uzun vadeli faiz oranlarında 1940’lı yıllarda. O günden bu yana ikinci kez ise, 2008’den bu yana gecelik faizlerin binde 2,5 seviyesine gelmesi ile günümüzde. Bugün 100 dolarlık bir mevduat açan Sam bir sene sonra 0,25 dolar faiz alıyor. Almak ya da almamak işte bütün mesele bu. Global krizde kilitlenen piyasaları canlandırmak adına başta Amerikan Merkez Bankası (FED)  tarafından pompalanan likidite dünyayı nakde boğmuş durumda. Keynesyen teorilerde sırası ile para politikaları ile piyasaları düzeltmeyi hedefleyen her türlü enstrüman 2008’den bu yana dünyada kullanılıyor. Sıfır seviyelerine inen gecelik borçlanma oranları, devlet harcamalarının arttırılması ve desteklerinin başta girişimcilere ve KOBİ’lere sağlanması ile istihdamın arttırılmaya çalışılması gibi başlıklar, artık kifayetsizlik noktasına ulaşmış durumda. Buna, Japon ve İngiliz Merkez Bankalarının (BOJ ve BOE) tahvil alım programları ile destek vermesi ve piyasalara para sürmesi, parasal bollukta artık Bretton Woods’u yani Altın Standart’ını yani banknotların altın karşılıklarını dahi sorgulatır bir noktaya getiriyor dünyayı. Bir sonraki global krizde, batan Merkez Bankaları’nı göreceğimizi iddia etmek çok medyumluk bilgisi gerektirmiyor artık. Bu vesile ile Merkez Bankaları’nın Bankası BIS’i yani Uluslarararası Ödemeler Bankası’nın (Bank for International Settlement) fonksiyonlarını da deneyimleme imkânı bulacağız dünya böyle devam ederse.

Bu nedenledir ki, piyasalara para pompalayan Merkez Bankaları’nın kur ve ticaret savaşlarını başlatmış olması dünya açısından önemli bir tehlike. 2010’da Brezilya Ekonomi Bakanı tarafından ilk kez dillendirilen bu kuram, krizden çıkma yolu arayan gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerin, paralarının değerini düşürerek daha fazla turizm, ihracat geliri elde etmeyi hedeflemesi ve bundan yola çıkarak borçlarını ödemesini, ekonomisini canlandırarak işsizlik sorununu azaltmayı hedeflemesini ifade ediyor. O zaman nerede kaldı, WTO yani Dünya Ticaret Organizasyonu ve GATT ( Gümrük Tarifeleri Anlaşmaları) veya IMF ve Dünya Bankası’nın kuruluş amaçları. Yani, küresel olarak sürdürülebilirliği, dengeyi sağlama arayışları.

Bunlardan hareketle ve sosyal boyut izin vermese de, Avrupa Birliği’nde acı reçeteler yazan Keynes’in ikinci kalemi olan maliye politikaları da (yani kamu harcamalarının kısıtlanması, vergilerin arttırılması) tüm bunlara ek olarak gelişmiş ekonomileri çözümsüzlük noktasında sıkıştırmaya devam ediyor. Keynes’in son aşamasını umarız dünya olarak deneyimlemek zorunda kalmayız. Çünkü geçen yüzyılda küresel bazda iki kez yapılan bu hatanın insanlığa bir faydası olmadı.

EKONOMİDE YENİ TRENDLER

Amerika’da işler iyi gibi, bu kadar basılan paraya rağmen enflasyon artmıyor, ev piyasası canlanıyor gibi veriler ile bir iyimserlik beklentisi de var piyasalarda. Ancak, bu paraların dünyayı dolaştığı, borsalarda yoluna devam ettiğini, reel ekonomiye yansımadığını da hatırlamak lazım. Ve hatta daha dört ay önce ‘Fiscal Cliff’ ile federal borçlarını ödeyememe noktasına geldiğini de. Türkiye’de ise işler makro rakamlarda yolunda. Bir cari açık söylemi var ama kontrol edilebilir seviyede, hatta kontrollü ufak bir devalüasyon bu sorunu da ortadan rahatlıkla kaldırabilir.

Sürdürülebilirlik, inovasyon, girişimcilik, sosyal medya, big data, KOBİ’ler, kuantum, enerji dünyadaki son yıllarda maddi ve manevi anlamda yer alan trendlerin başlıkları. Ortak paydaları olarak tıkanmışlık kelimesini gözlemlemek mümkün. Çıkış arayan insanlık ve ekonomiler, bu yeni fikirler ve trendler ile yeni pazarlar yaratmak ve büyümenin sürdürülebilir olmasını sağlamak istiyor. İşte bu nedenledir ki, bilinen ekonomide artık sona yaklaştığımızı iddia etmek çok zor değil. İnsanlık önümüzdeki günlerde açılımı uzayda aramaya devam edecek. NASA’nın daralan bütçeleri ile ticari dünyaya açılan uzay, Red Bull sponsorlu Felix Atlayışı, Virgin’in ilk uzay turistini götüreceğini açıklaması ile yakında kolonileşme çalışmalarını da beraberinde getirecek. Bu vesile ile Spielberg’ün ilk temasına da hazırlıklı olmak lazım.