Farklı metotla sahnelenen cesur bir oyun: Bent

İstanbul’un en yeni tiyatrosu Tiyatro D22’deyim. Galata, Şair Ziya Paşa Yokuşu’nda yer alan Hamursuz Fırın’da. Bir süredir kültür-sanat etkinliklerinin gerçekleştiği bu mekân artık gencecik, gözleri ışıl ışıl parlayan üç konservatuvar mezunu, Berkay Ateş, Emir Çubukçu ve Can Kulan, kurdukları tiyatro topluluğunun oyunlarını sergileyecek.

Sanat 0 yorum
20 Mart 2013 Çarşamba

MELİSA SÜRÜCÜ


Yönetmenliğini Meltem Cumbul’un yaptığı ilk oyunları Bent, Mart ayının başında prömiyer yaptı ve Mart ayı boyunca sahnelenmeye devam edecek

Aslen bir tiyatro metni olan Bent, günümüzde daha çok 1997 yılında Sean Mathias tarafından çekilen filmi ile biliniyor. Clive Owen’ın başrolünü oynadığı, önemli yan rollerden birisini Mick Jagger’in üstlendiği o etkileyici filmin senaryosu Martin Sherman tarafından 1976 tarihinde yazılan bir tiyatro oyunu. İngiltere ve İtalya gibi ülkelerde sahnelenmiş. Hatta filmde Clive Owen’in, bu oyunda da Berkay Ateş’in canlandırdığı Max’ı İtalya’da Mehmet Günsur canlandırmış. Hem de tam dört yıl boyunca. Oyunun Türkiye’deki prömiyerinde izleyiciler arasında Mehmet Günsur de vardı ve oyunu beğendiğini söyleyerek oyuncuları tebrik etti.

Türkiye’de ilk kez sahnelenen oyunun yönetmeni Meltem Cumbul olunca oyunda Eric Morris metodundan izler olduğunu tahmin etmiştim fakat bunun bize de ‘hissettirilmesi’ sürpriz oldu. Oyunun başlama saatinden sadece beş dakika önce seyircilerin içeri alınmasının sebebi bu. Salona girdiğinizde oyuncular sizi ne hissettiklerini söylerek karşılıyorlar, kendileri ile konuşuyorlar: “Çık dışarı.”, “İstediğimi yapabilirim.” Enerjileri çabucak seyirciye geçiyor: “Ne hissediyorum?”, “Kalbim hızlı çarpıyor.” Metodun eğitmenliğini de yapan Meltem Cumbul’a göre, bu metot ile oyuncu, içindeki seslere ve ruhunda olan bitene kulak vermeli.

Cinsel kimlikleri farklı olan insanların yaşadığı sıkıntılar

Bent, Nazi Almanyası baskısı altında cinsel kimlikleri farklı olan insanların yaşadıkları sıkıntıları konu alıyor. Farklılıkları olan insanların yaşadıkları; özgürlüğün elde edilebilir olup olmadığı, her türlü seçimin bir sonucu olması ve baskının en derini. Nazi Almanyası dendiğinde sadece Yahudi soykırımı değil, ötekileştirilen diğer toplumsal sınıfların da zorluklar yaşadıklarını hatırlatan oyun, baskıcı yönetimlerin en çok da farklı olanları etkilediğini bir kez daha hatırlatıyor.

Oyunun müziklerini Nurkan Renda hazırlamış. Streets of Berlin şarkısını seslendiren de kendisi. Önceden hazırlanan kısa film kayıtları tiyatro oyununa zenginlik katıyor. Geniş kadrolu parti sahnesi ve vurucu sahnelerden birisi olan toplama kampına götürülmeden önce Nazi subayı ile geçirilen tren yolculuğu kısa filmler aracılığıyla sahnedeki tabloya yansıtılıyor. Sahne oyunu ile filmler içiçe geçiyor. Kısa filmlerin hepsinin yansıtıldıkları platform Picasso’nun Guernica tablosunun bir reprodüksiyonu.

Oyunun ilk yarısında Max’ın, dansçı erkek arkadaşı Rudy ile beraber yaşadığı eve konuk oluyoruz. Greta’nın kulübündeki parti sonrasında sarhoş olan Max, partide tanıştığı asker Wolf ile geceye devam etmekte, Rudy dışarda kalmaktadır. Sabah Max ayıldığında önceki gece ile ilgili pek bir şey hatırlayamaz, Wolf hatırlatmaya çalışsa da eğlence tam anlamıyla sona ermiştir. Kapı çalar, birisi Wolf’u sorar. Hitler’in baş danışmanlarından birisi eşcinsel olması sebebi ile öldürülmüştür. Artık Naziler sadece Yahudiler’den değil, eşcinsellerden de kurtulmak istemektedir.

Kaçış başlar, bir süre ormanda saklanan Max ve Rudy zor günler geçirir. Max, Rudy’i tek başına arkasında bırakabilecekken bırakmamayı seçer ve bu sebeple amcasının onun için ayarladığı tek kişilik tren bileti ve kimliği geri çevirir. Israrla çift bilet ve çift kimlik için amcasıyla pazarlık yapar. Max, Rudy’i geride bırakmamak için tek başına mücadele etmeyi seçmiştir fakat sonunda subaylar Max’i ve Rudy’i ormanda bulur. İkili yakalanarak diğerleri ile birlikte Dachau Toplama Kampı’na götürülürler.

Dachau Toplama Kampı’nda yaşam

İkinci yarıda Max ve Horst’un Dachau Toplama Kampı’ndaki yaşamına tanık oluyoruz. Max artık tamamen farklı bir ruh hâlinde. (Berkay Ateş’in ikinci yarıda alnından damlayan terler boşuna değil.) Birinci yarıda Rudy’i geride bırakmamakta direnen Max’in yaşamını kaybetmemek için yaptığı seçim ile doğru olanın ne olduğunu sorguluyoruz. Yaptığı diğer bir seçim sonucunda pembe üçgen yerine Yahudi olmak anlamına gelen sarı yıldızı almayı başaran Max, yıldızı almak için ödediği bedeli anlatırken son derece sakindir.

Max’in yanında pembe üçgenini gururla taşıyan Horst var. Toplama kampında pembe üçgenli eşcinseller sarı yıldızlı Yahudilerden daha da kötü şartlarda yaşıyorlar. Bu sebeple Max, sarı yıldız almak istiyor ve bunu başarıyor. Horst ile beraber aynı işi yapabilmesi ve Horst hastalandığında ona ilaç bulabilmesi sarı yıldız sayesinde mümkün oluyor. Oyunun en etkileyici sahneleri Max’in ve Horst’un taş taşırken birbirlerine bakmayarak veya baktıklarını fark ettirmeyerek iletişim kurabilme çabaları. Sonrasında ise mola zili çaldığında ayakta, dokunmadan ve hareket etmeden Max’in ve Horst’un birbirleriyle sadece konuşarak sevişmeleri. En baskıcı düzende bile aşk var olabiliyor ve bu aşk Max’in değerlerini sorgulamasına sebep oluyor.

Oyun nasıl sahneye kondu?

Oyunun Türkçe’ye tercümesi, oyunda Max’in amcası rolündeki Mesut Özkeçeci tarafından yapılmış. 1998 yılında İstanbul Film Festivali’nde bu filmi izliyor ve ardından İtalya’da da oyunu izledikten sonra metni Türkçeye çevirmeye karar veriyor. ‘Kırık’ olarak tercüme edilebilecek olan ‘bent’ sözcüğünü şöyle tarif ediyor: “Nazi Almanyası’nda ve halen bazı Avrupa ülkelerinde eşcinseller için kullanılan argo sözcük.”

Max rolüyle Berkay Ateş, oyunun ilk sahnesinden son sahnesine sırtındaki yükü başarıyla taşıması, Rudy rolü ile Can Kulan pembe çiçekli ayakkabıları ve anlamlı bakışlarıyla naifliği ve Max’e olan saf sevgisi, Emir Çubukçu ise sakinliği ve zaman zaman şaşırtıcı derecede filmdeki Lothaire Bluteau benzeri mimikleri ile bu zor oyunun başarıyla altından kalkıyorlar. Gerçekçiliği izleyiciye geçiriyorlar, irkilmemek elde değil. Ayrıca subay (Sercan Sungur), amca (Mesut Özkeçeci) ve ilk yarıdaki deri yelekli kostumü ile Wolf (Necati Kutlu) akılda kalıcı oyunlar yaratıyorlar. Filmdeki partinin gerçekleştiği barın sahibi Greta, kısa filmler aracılığıyla, Reha Özcan tarafından canlandırılıyor. Oyunda dikkat çeken dövüş koreografisi Filin Yang’a, koreografi Berk Sarıbay’a, dekor tasarımı Barış Dinçel’e, ışık tasarımı Cem Yılmazer’e, kostüm tasarımı İlayda Saran’a, filmlerdeki kostüm tasarımı ise Bahar Korçan’a ait. Oyunun prodüktörlüğünü Hilal Erdoğan, kısa filmlerin yaratımcı prodüktörlüğünü ve yönetmenliğini Ali Betil üstlenirken, afişler Mehmet Turgut tarafından hazırlanmış. Yönetmen asistanlığını ise Gamze Karaduman üstlenmiş.

Farklı bir enerjisi olan bu mekânda, öncelikle girişte karşılaşacağınız el yapımı D22 çantalarına ve sandalyelerine, ardından tiyatronun şirin kafesinin duvarlarında yer alan oyuncuların ressam arkadaşlarının hediye ettiği tablolara ve son olarak oyun için sahnenin bulunduğu bölüme merdivenle çıkarken tiyatronun kuruluşuna tanıklık edeceğiniz küçük fotoğraflara göz atmayı unutmayın. Hem ilk hem de ikinci yarının başlangıcında oyuncuların Morris metodu ile ısınmaları size de dokunabilir, oyundan sonra kendinize “ne hissettiğinizi” sorabilirsiniz.

Homofobik insanlar, toplumumuzda yaygınken böyle cesur bir ilk oyun seçerek, öteki olmayı ve baskıyı anlattıkları için Tiyatro D22 alkışı hak ediyor. 22-23-29-30 Mart tarihlerinde siz de izleyebilirsiniz.


1 Yorum