İyi insanlar kötü insanlar

“Aptallara göre insanlar; ırk, cinsiyet, milliyet, yaş, statü, renk, din ve dil başta olmak üzere birçok kategoriye ayrılırlar. Halbuki bu olay bu kadar karmaşık değildir. İnsanlar sadece ikiye ayrılırlar: İyi insanlar ve kötü insanlar.” Albert Einstein

Sara YANAROCAK Kavram
13 Mart 2013 Çarşamba

Bu hafta yazımın konusunu, iyilik ve kötülük üzerine  kurmaya karar verdim. Gerçekten de yukarıda, ünlü bilim adamı Albert Einstein’ın da dediği gibi insanları sınıflamak, durumlarına ve sosyal seviyelerine göre ayırmak ne kadar hatalı bir yaklaşım.

Zaten yaşamdaki bunca kaos, kavga, savaş, mezalim hep bu yüzden değilmi? Aslında insanları sadece iyi insanlar ve kötü insanlar diye sınıflamak en doğrusu. Bütün ırklara ve dinlere ait toplumların içinde hem iyi, hem de kötü insanlar vardır. Herhangi bir dinin tüm mensupları iyidir, diğer bir dinin tüm mensupları kötüdür diye yaklaşılırsa, düşmanlık duygusu zaten daha yolun başında beyinlere ekilmiş demektir.

Beyazlar iyidir diğerleri kötüdür, statü sahipleri iyidir, sokaktaki insan kötüdür, zengin iyidir fakir kötüdür, İngilizce konuşan iyidir, başka dili konuşan kötüdür... demek gibi aptalca fikirleri peş peşe sıralayabiliriz.

Bence pozitif ve negatif insanlar vardır. Hangi konuma ve aidiyete ait olurlarsa olsunlar, bazı insanlar hayata pozitif yaklaşırlar. Karşılaştıkları olaylara iyilikle yaklaştıkları için bunların içinden, insancıl ve barışçıl bir biçimde geçmeyi başarırlar. Hayata nefret ve husumetle yaklaşacakları yerde, olayları kendilerine ve etrafındakilerin hayrına olduğu şekliyle kabul ederek, olumlu yanları yakalarlar. Böylece fırtınalardan bile, çok az zararla çıkarlar.

Diğer grup ise negatif insanlardan oluşur. Basit bir iyimserlik duygusundan bile yoksun olan bu kişilikler, her şeyi karanlık ve kötü tarafından görürler. Onların hayrına olabilecek şeyleri bile ters yüz edip baktıklarında sadece oluşabilecek negatif ihtimalleri düşünüp, kendilerini karanlıklara sürüklerler. Kendilerine benzeyen insanları etraflarına toplayıp, toplumları savaşlara ve kötülüklere çekerler.

Negatif insanlar kötülükle beslenirler. Tıpkı vampirlerin kanla beslendikleri gibi. Etraflarında ne kadar kötü ihtiraslar, komplo teorileri, fitne fesat varsa, o denli şişerler, egoları tavan yapar. Bir zaman gelir ki kendi yarattıkları gayya kuyusunda, kendi kötülüklerinin bataklıklarında, boğulur giderler.

Aslında tüm dinlerin özünde iyilik, düzen ve barış vardır. Ama ne yaman bir çelişkidir ki, tüm kötü insanlar dinleri kendilerine kalkan ederek, kötülük naraları atarlar.

Tanrının yarattığı hiç bir şey kötü değildir. İnsanlar, kendi özgür iradeleri ile iyi veya kötü olmayı seçerler. Tanrı biz insanları, canlı tüm yaratıkları ve doğayı yaratırken amacı bizleri birbirimize kırdırmak değildi muhtemelen. Tam tersine zıtlıkların dengesini kurmayı amaçlamıştı. Bir örneklilik olacak olsaydı, yaşam çok yavanlaşırdı herhalde. Dünyanın dört bir yanına, her renk ve ırktan Âdem ve Havvalar yaratmasının amacı, kuşkusuz onların arasında sınıf farklılıkları ve savaş ortamları yaratmak da değildi.

Her şeye kadir olan sevgili Tanrı’mız kendi ışığıyla yarattıklarına bu denli zalimce yaklaşmayacaktı  sanırsam. Tanrı tüm bu renk ve çeşitlilikleri, dinleri dünyamıza gönderirken bence amaçladığı en önemli şey, kendi yarattığı çocuklarının, hakikate ulaşma çabalarında onlara verdiği ipuçlarıydı.

Nedir ki kötülük, içinde barındırdığı öldürücü fikirlerle her zaman iyiliğe karşı galip geldi. Şiddet, korku, ölüm tehditleri karşısında iyiler sindiler, boyun eğdiler, yutuldular.

Kötülük her zaman sürekli olarak hüküm süremese de, birinin kafası koparıldığında, yeniden canlanan habis tümörler gibi baş kaldırıp etrafı sarıyor. Aslında tüm dinlerde söz edildiği gibi, bir gün bir kurtarıcı gelecek ve insanlık esenliğe ulaşacak. Yani kurtla kuzu yan yana uyuyacak. Kurt kim, kuzu kim? Bunun için tek bir kurtarıcı mı beklemek lazım? Kurtların kendileri tek başlarına iyilik yolunu seçtikleri gün, bir kurtarıcıya veya bir çobana ihtiyaç kalır mı?

İnsanlar düşüncelerini iyiye yöneltirse, zaten her şey çorap söküğü gibi gelecek, dirlik ve düzen olacak, neyi paylaşamıyoruz? Şu üç günlük ölümlü yaşamımızda bu kavgalar, kıskançlıklar, kuyu kazmalar niye? Kendimizi ne sanıyoruz ki? Sonsuz muyuz? Bizden sonra tufan mı olacak? Herşeyi biz mi biliyoruz? En iyisini biz mi yapıyoruz? Biz kimiz ki herkes bize eğilsin? Niçin güçlerimizi birleştirmek yerine, birbirimizin kafasına tokmak indirip, susturmaya, çekilmeye zorluyoruz?

 Ve niçin yaşam yolunda karşımıza  çıkan zorluklardan, üzüntülerden, yokluk ve kayıplardan kendimize dersler çıkartmıyoruz?

Tüm bunların içinden geçerken, kendimizi haklı görüp, kurban ilan edeceğimiz yerde, neden “nerede hata yaptım? Veya ben bu olaylardan hangi dersleri çıkarmalıyım?” diye  sorgulamıyoruz? Neden kötü insanlar, başlarına gelen türlü olumsuzluklara rağmen bunların yaşam yollarında karşılarına çıkan birer uyarıcı ve öğretici ders olduğunu kavramayıp, kaldıkları yerden kötülüğe devam ediyorlar?

Bu hayat bizlere, olumlu veya olumsuz bütün olayları, yaşam yolculuğumuzda karşımıza çıkartıyor, çünkü buradaki amaç bunlardan kendimize dersler almamız, hatalarımızı yinelemememiz için. Burada amaç bizlerin olgunlaşması ve giderek mükemmele erişmesi. Yaşamın, yaradılışımızın hakikatine ulaşması.

İçinde yaşadığımız çağ artık Altın çağ olarak adlandırılıyor. Dünyaya gelen insanlar, daha donanımlı olarak geliyorlar. Her nesil öncekinden daha üstün geliyor. Bu üstün beyinlerin yaratılmalarının amacı, önceki nesillerin kısır ve cahilce yaklaşımlarının yok edilmesine, iyiliğe ve tüm insanlığın yücelişine endeksli.

Bir gün gelecek, geçmiş kuşakların dil,din,ırk ayrımcılığı gibi köhneleşmiş inançları yok olacak.Dünyaya yeni gelen parlak bilinçler, sadece insanlığın hayrına güzellikler yaratırken ,herkes el ele ,diz dize ,mutluluk şarkıları söyleyecekler.