Erol Özlevi: "MESLEĞİM EN BÜYÜK TUTKUM"

Reklam dünyasının tanınmış yönetmenlerinden Erol Özlevi, yapımcılığını Mahsun Kırmızıgül’ün üstlendiği ‘Romantik Komedi 2; Bekarlığa Veda’ filmi ile ilk uzun metrajına imza attı.

TUNA SAYLAĞ Sanat
27 Şubat 2013 Çarşamba

Halen vizyonda olan film, kadın-erkek ilişkileri ile evliliğe giden süreci mizahi bir bakış açısıyla irdelerken, seyircisine ışıltılı bir görsellik, şaşaalı bir atmosfer ve bol kahkahalı dakikalar vaat ediyor

 

‘Romantik Komedi 2; Bekarlığa Veda’ filmi ile reklam dünyasından sinemaya transfer olan Erol Özlevi yanılmıyorsam Türk Yahudi Cemaati’nden çıkan ilk uzun metraj film yönetmeni. Bilkent Üniversitesi Grafik-Tasarım Bölümü’nden onur derecesiyle mezun olan ve uzun yıllar New York’ta yaşayan genç yönetmenle geçtiğimiz günlerde keyifli bir sohbeti paylaştık.

 Reklamcılıktan film yönetmenliğine uzanan süreci bizimle paylaşır mısınız?

Sinema her zaman içimde vardı. Bilkent Üniversitesi’nde grafik- tasarım eğitimi alırken, ikinci yılımda ABD’de sinema okumaya karar verdim ve bunun üzerine çalışmalara başladım. Mezun olduktan sonra Boston Emerson College’e girdim. Orada Medya Sanatları, televizyon ve film üzerine yüksek lisans yaptım. Yedi sene kadar ABD’de kaldım. Bu süre içinde reklam ajansları ve setlerde çalıştım. Bir ara Türkiye’ye gelerek kısa dönem askerliğimi yaptım. Bu dönemde ne kadar Amerikalılaştığımı ve aslında ülkemizde yaşamanın ne kadar güzel olduğunu fark ettim, İstanbul’daki yaşamı hatırladım. Ailemi de çok özlemiştim ve artık hayatımı nerede kuracağıma karar vermeliydim. O dönemde de bir televizyon kanalında yönetmenlik yapmaya başlamıştım; orada insanlarımızın ne kadar içten, beşeri özelliklerimizin ne kadar Akdeniz kültürüne has olduğunu anımsadım. Ve böylece dönmeye karar verdim.

Döndükten sonra bir halı reklam filmi çektim. Akabinde belli yapımcılarla çalışmaya başladım. Sonra Panda Sticks’i çektim. Derken reklam reklamı getirdi. O zamandan geçtiğimiz ağustosa kadar hep reklam filmleri yaptım: Vodafon, Avea, HSCB, MNG Kargo, Ülker, Lipton, Doğadan ve daha birçoğu…

Yaz aylarında Mahsun Kırmızıgül’den (Boyut Film) ‘Romantik Komedi 2’yi yönetmem için teklif geldi. Bir durum değerlendirmesi yaptıktan ve senaryoyu okuduktan sonra eğlenceli bir film yapabileceğimiz kanaatine vardım, projeyi kabul ettim. Dört haftalık bir ön hazırlık çalışması ve altı haftalık çekimden sonra filmi tamamladık.

 Oyuncu kadrosunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Oyuncu kadrosu çok iyiydi, bu da beni projeyi kabul etmeme ikna eden faktörlerden biri oldu. Reklam piyasası seçici, algı düzeyi ve gustosunun yüksek olduğu bir sektördür. Bu yüzden reklamdan sinemaya geçerken bir Reha Erdem geçişi mi yapmalı yoksa ‘Romantik Komedi 2’ benzeri eğlencelik, sabun köpüğü, bir gişe filmini mi tercih etmeli gibi bir çelişki de yaşamadım değil.

‘Romantik Komedi 2’ bir devam filmi gibi görünse de, birincisinden bağımsız olarak seyredilebiliyor. Karakterler bu filmde daha bir oturmuş duruyor, daha bir derinlik ve üç boyut sahibi. Daha çok aksiyon var. Birinci ile ikincisi arasında bir tarz farkı olduğunu söyleyebiliriz. Konu olarak bekârlığa vedanın işlendiği bu filmde senaristlerimiz, her türlü işlevselliği mümkün kılan güzel bir yapı kurmuşlar. Bir süre ben de senaristlerle çalışma fırsatı buldum. Şu anda filmin gişesi 450 binlerde. İlk hafta için iyi bir sonuç, umarım daha da artar.

 Sevdiniz mi sinema yönetmenliğini, devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Kesinlikle düşünüyorum zaten bu iş için yola çıktık. Benim reklama olan sevgim, tutkum ayrı; her zaman bir reklam yönetmeni olacağım ve bu süreçte reklamcılıkta edindiğim disiplini sinemaya da yansıtmayı hedefliyorum. Yönetmenliğe ilaveten oyunculuk ve sinematografi eğitimim de var. Bunlar, oyuncularla olan çalışmalarımı güçlendiriyor. Uzun bir süreden beri yazdığım ve sonuna yaklaştığım bir senaryom var. Yönetmenlik teklifini kabul etmemde bu uğraşımın da rolü büyük; çünkü uzun bir metrajı gerçekleştirmek, hiç filminiz yoksa, biraz zor oluyor. Şu anda bu filmi yapmış olmamın getirdiği avantajla senaryomun filme dönüşme şansını arttırdığımı düşünüyorum.

 Teklifi alınca tereddüt ettiğinizi belirttiniz ama yine de “hayaliniz bu tür bir filmle başlamak mıydı yoksa farklı bir tarzı tercih eder miydiniz” diye soracağım

Reklam yönetmeni olduğum için şöyle bir durum var; kariyerime başladığımdan beri bana birçok senaryo geliyor ve ben o senaryonun içeriğini işleyip çalışarak onun hak ettiği noktaya gelmesi üzerine kendimi eğittim biraz. Dolayısıyla kendi senaryom dışında şu veya bunu ifade etmek istiyorum gibi bir durum söz konusu değil. Kariyeri yönetmenlik olan bir kişi olarak bana komedi ya da dram, her türlü senaryo ile karşılaşabilirim. Her türün kendi talepleri oluyor. Bu taleplere olabilecek en iyi bir şekilde cevap vermek olarak görüyorum görevimi; oyunculuk, anlatım dili, renkleri, kostümleri, mekânları da dahil ederek. Yani bir türün yönetmeni olma olayına pek inanmıyorum. Mesela Spielberg, E.T de çekiyor, Jaws da çekiyor ama Er Ryan diye bir film de yapıyor. Önemli olan konuyu anlamak, ne istendiğini ve onu nasıl teslim edeceğinizi bilmektir. Kendimi yargılama şeklim “arzu edileni verebildim mi?” şeklinde sorgulamaktır. Bu filmde komedi söz konusu, bu tür de benim ilgi alanıma giriyor. ‘Romantik Komedi 2’de “komik bir film olabilir” potansiyeli gördüğüm için filmi, bu komediyi seyirciye geçirme üzerine işledik; ama bir sonraki filmim bir dönem işi de olabilir.

 Romantik Komedi 2’den yola çıkarak, Türkiye’de film çekmenin zorlukları nedir ya da var mıdır?

Şartlardan dolayı bazı gecelerimizin uzun sürmesi dışında, fazla bir zorluk yaşamadık açıkçası. Altı haftada bitirdik çekimleri, iki hafta daha zamanımız olsaydı belki bazı şeyleri daha iyi becerebilirdik. Yine de hikâyeyi iyi anlattığımıza inanıyorum. ‘Romantik Komedi 2’ Boyut Film’in altı ya da yedinci işi, bu konuda tecrübeliler. Filmlerinin çoğu, ‘Güneşi Gördüm’, ‘New York’ta 5 Minare’ gibi,  gişe başarısını yakalamış yapıtlar. Ekipleri de son derece profesyonel.

Reklam çekimlerinden farklı olarak çok keyifli vakitlerimiz oldu. Yetenekli ve profesyonel bir oyuncu kadrosuyla çalışmanın verdiği müthiş bir haz yaşadım burada. Engin Altan Düzyatan, Gürgen Öz, Sinem Kobal, Sedef Avcı, Nurseli İdiz, Cemal Hünal, Burcu Kara, Ünal Silver, Rozet Hubeş ve daha birçok yetenekli oyuncu rol aldı filmde. Hepsiyle çalışmaktan son derece keyif aldım. Duygusal bir bağ kuruldu aramızda. Berlin galası dönüşünde Gürgen Öz’e söylediğim gibi, oyuncular film tamamlandıktan sonra kendi hayatlarına dönüyorlar ama ben her türlü mimiği ve duygusuyla bir altı ay daha onlarla yaşamaya devam ediyorum. Bu da sinemanın güzelliği diye düşünüyorum. Türkiye artık yerli ve uluslararası prodüksiyonlar için hazır; zaten yabancılar da film çekmek için sık sık geliyorlar buraya.

 Kendinizi bir yönetmen olarak nasıl tarif edersiniz?

Duygusal, çok çalışkan, disiplinli, organize, takım oyuncusu ve kesinlikle pozitif enerjiden güç alan bir yönetmenim. Hiçbir setimde negatif enerji oluşmasını istemem, izin de vermem. Çalıştığım oyuncularla birebir ilişki kurmayı severim. Dikte etmek gibi bir kavramım yoktur, tam tersine beraberce ve fikir alışverişi yaparak oyunun içindeki dinamiğin ortaya çıkması ve oyunun içindeki sinerjiden yararlanmak çok hoşuma gider. Şöyle ki, senaryoda olmayan ama o an aklımıza gelen bir takım fikirleri çekelim, görelim isterim. Bu da ister istemez bize bonus materyaller veriyor. Bu filmde de çekimlere başlamadan önce bütün oyuncularla tek tek görüşüp beklentilerimi dile getirdim. Tarz olarak ön çekimi, çekim hazırlıklarını çok sıkı tutarım. Önceden herkesin ne yapacağını bilmesi gerektiğinin altını çizerim. Prova yaparım ve filmi çekmeden önce her şeyi beynimde görüp olayların baştan sona nasıl gelişeceğini net olarak bilen bir yönetmenim.

 Son dönemlerde birçok genç sinema- televizyon eğitimi alıyor ama birçoğu da mezun olduklarında iş bulamıyorlar. Sinemaya sevdalanan bu gençlere tecrübeleriniz doğrultusunda nasıl başlamalarını tavsiye edersiniz?

Mezun olduklarında hiçbir işi reddetmeden, “ne iş olsa yaparım” mantalitesiyle, direkt olarak bir prodüksiyon şirketine başvursunlar. ‘Çaycılıktan başlamak’ her ne kadar klişe bir terim de olsa götür-getir’in fazla olduğu bu gibi şirketler için çok doğru bir ifadedir. Bir de bu mesleği ne kadar isteyip istememek de çok önemli; mesela yönetmen olmayı gerçekten çok istiyordum ben. Bu işe soyunmadan önce önüme başka birçok iş fırsatı çıktı. Aile içi tartışmalarımızda veya arkadaşlarla yaptığımız fikir alışverişlerinde, nedense bu mesleğin maddi anlamda fazla kazanımı olmadığı ön yargısı söz konusuydu; ama o kadar istiyordum ki, hiçbir şey düşüncemi değiştiremedi. Mesleğimi bir tutku olarak gördüğüm için çalışıyorum gibi gelmiyor bana. Çok uzun saatler mesai yapıyoruz, günde 20 saati geçtiğimiz zamanlar oluyor ama bir gün bile şikâyet etmedim.

Film işi birçok mesleğe göre çok renkli ve çekici bir dünya. Hepimiz sinema seyretmeyi sever, kendimizi o hayal dünyasına kaptırırız. Dolayısıyla o mutfağın içerisinde olmak bence çok kişinin rüyası; burada anahtar sözcük ‘çok istemek’ ve ‘belli bir bedel ödemeye’ hazır olmak. Ben bütün bedelleri ödedim, ödüyorum da gereğinde. Bu yüzden, ancak kırklarına vardığında bir kişi gerçek bir yönetmen oluyor.

 Yeteneğin dışında yönetmenliğin içerdiği büyük bir alan söz konusu. Buna, insan yönetme kabiliyeti ve işin farklı alanlarını ilgilendiren teknikleri bilme becerisini de ekleyebiliriz. Yani bir yerde her şeyden anlamak zorundasınız, çok kollu bir durum söz konusu. Bütün bu kolları yönetme yetisi zamanla oluşan bir nitelik. Sinema kolektif bir endüstri, hiç kimse tek başına film çekemez. Ekibin bilgi ve beceri düzeyi de filmin başarısında büyük rol oynar.

 Sinemadaki idolleriniz kimlerdir?

Yabancılardan Ridley Scott, Quentin Tarantino, Guy Ritche, Steven Spielberg. Hepsi farklı tarzda yönetmenlerdir. Bizden ise, tarzlarımız çok farklı da olsa Nuri Bilge Ceylan, Reha Erdem ve Levent Semerci çok takdir ettiğim meslektaşlarımdır.

 Dönem filmleri, dizileri çok revaçta; bu bağlamda köklerinizle ilgili bir filme imza atmak ister misiniz? 

Şüphesiz çok isterim ama ne zaman, ne şekilde ve nerede gerçekleşeceği benim için bir sorun. Konusu kesin olarak bu topraklarda yaşayan bir Yahudi’nin öyküsü olacaktır ama Türkiye’de bu film satar mı tartışılır. Yirmi bin kişilik bir cemaati temsil eden bir karakter, 70 milyonluk bir ülkeye ne kadar hitap edebilir bilemiyorum, bu sorunun cevabını henüz bulabilmiş değilim. Festival filmi olabilir belki… Spielberg de kökleriyle ilgili bir film çekti ve bunu kariyerinin en yüksek döneminde yaptı. Şöyle bir cümlesi vardır ünlü yönetmenin: “Bir gün yapacağımı biliyordum, sadece zamanını bilmiyordum”. Bu söylem benim için iyi bir ilham kaynağı oldu diyebilirim. Bir gün ben de bir Türk Yahudi’sinin yaşamını konu alan bir film gerçekleştireceğime inanıyorum.

 Sinema dediğiniz gibi çok renkli ve çekici bir dünya. Bu âlemin cazibesine kapılıp kaybolmak da mümkün. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bence tevazu şart! Mesela Mahsun Kırmızıgül benim çok sevdiğim bir ağabeyim. Kendisi hem gerçek bir star, hem bir o kadar tevazu sahibi bir insan; sevmeyeni de yok. Konuşurken de bana şunu söyledi: “ Yönetmenlik zorlu ve diğer işlere göre insan kalbi kırmanın daha kolay olduğu bir meslek”. Kimsenin kalbini kırmamaya özen gösteriyorum. Bunun da tevazuyu öğrenmek ve yerleştirmeye çalışmakla mümkün olduğunu düşünüyorum. Bu dünya şaşaalı gözükebilir ama bu şaşaa içinde kaybolmamak lazım. Biz kamera arkasındaki insanlarız. Bu kadar yıldızın olduğu bir ortamda alçak gönüllüğümüzü kaybetmediğimiz sürece bütün kapıların açılacağını düşünüyorum.