BOAT SHOW 2013

‘Boat Show’deyince aklınıza pompayla şişirilip teknelerin arkasına bağlanılan ya da şanslıysak biraz daha büyüğü ile üzerine ip gerip su kayağı yaptığımız botlar gelmesin. Nitekim bu sadece ismi mütevazı fuarda bahsi geçen botlar; tonlar ağırlığında, metreler boyu uzunlukta, birbirinden güzel tekne ve yatlar. Haliyle fiyatları da “Biz bu tekne firmasına ortak mı oluyoruz acaba?” dedirten aralıkta...

Spor
27 Şubat 2013 Çarşamba

Yaklaşık iki sene önce eşimin ısrarları ile sıcak yatağımdan sürüklenerek Marmaris kış yarışlarına katılan ben, ardından Bodrum Yelken Yarışı, Çeşme trofesi derken geçtiğimiz hafta İstanbul Boat Show’da buluverdim kendimi. Hem de bu sefer arkamda sağımda solumda hiçbir itici güç olmadan...

‘Boat show’deyince aklınıza pompayla şişirilip teknelerin arkasına bağlanılan ya da şanslıysak biraz daha büyüğü ile üzerine ip gerip su kayağı yaptığımız botlar gelmesin. Nitekim bu sadece ismi mütevazı fuarda bahsi geçen botlar; tonlar ağırlığında, metreler boyu uzunlukta, birbirinden güzel tekne ve yatlar. E haliyle fiyatları da “biz bu tekne firmasına ortak mı oluyoruz acaba?” dedirten aralıkta...

Fuar alanı ise genellikle sadece tamiri yapılırken karada görmeye alıştığım teknelerin aksine, ihtişamları ve parlaklıklarıyla neredeyse göz kamaştırıcı idi. O kadar ki insan ayakkabısını da çıkarsa, dağıtılan gümüş rengi galoşları da giyse bu teknelere binerken bir tereddüte kapılmıyor değildi.  Özellikle de benim gibi fuara topuklu ayakkabı ile gelme gafletinde bulunan bayanların, tekneleri firma sahiplerinin dehşet dolu bakışları eşliğinde gezmekten başka çareleri yoktu.  

Gözü alan sadece bu gıcır gıcır teknelerin parlaklığı da değildi üstelik. Bu sene tüm firmalar aralarında anlaşmış gibi beklenilen beyaz renk hâkimiyetini yıkmaya karar verip çeşit çeşit renk kullanmayı tercih etmişlerdi bu pahalı oyuncaklarda. Yelkenli teknelerde daha yumuşak griler ve pastel bejler, motor yatlar da uçuk mor ve kurşuni renkler, sürat motorlarında fosforlu sarı ve kırmızılar, renklerin yetmediği yerlerde de gösterişli ‘sticker’lar’… Doğrusu böylesine eğlenceli bir kartelanın içinde beyazın sadeliğini çok da özlemiyordu insan. Bense, bir bayan bakış açısıyla, bu sene moda olan tüm oje renklerinden yansımalar gördüm bu teknelerde. Belli ki yat sektörü de modadan nasibini almıştı.

Ne renkleri, ne ihtişamları, beni en çok sevindiren yelkenli teknelerin ilk defa bu sene tasarlamış olduğu ve ‘nasıl olur da daha önce düşünülememiş’ diye insanı sorgulatan, arka havuzluklarındaki yatağa dönüşen koltukları olmuştu. Benim gibi hafif klostrofobik, hafif de keyif düşkünü ziyaretçilerin en büyük ilgi odağı oldu bu dizayn. 

Daha henüz sadece ‘Bavaria Vision’ ve ‘Dufour’ markaları uygulamaya koymuştu bu dâhiyane fikri ama diğer teknelerin de geceleri yıldızları seyrederken uyuma fikrine uzun süre karşı koyamayacakları kesindi.

Teknelerin dışına gösterilen bunca özene karşın özellikle yelkenlilerde iç mekân için aynı şeyi söylemek biraz zordu. Nitekim içeride tasarruf amaçlı kullanılan daha açık renk ve hafif mobilyalar, eskinin maun kokusu ve gıcırdayan kapılarını biraz da özletiyordu doğrusu...

Mobilyalar olmasa da, dudak uçuklatan benzin harcamaları dolayısıyla birçok motor yat sahibinin yelkenli tekneye kaydığını görmek mümkündü burada. Tek problem birbirlerine teknenin üzerindeki direğin ne işe yaradığını sormalarıydı...

Fırsatı önceden görmüş olan yelken firmaları ise teknenin üzerinde bulunan ve insana angarya gelebilecek tüm ekipmanı elektronik hale dönüştürmüş, bu geçişi bir nebze kolaylaştırmıştı. Artık tüm bunların ne kadar gerekli ya da gereksiz olduğu ise kullanıcının yaşı, deneyimi, bütçesi ve biraz da göbeğiyle alakalıydı.

Buradaki gizli hedefin,  elektronik konusunda mazeret yaratmak üzerine sınır tanımayan “bu kesin lazım olur”, “bu yeni çıkmış almak lazım” diyen beyler olduğundan da şüpheleniyorum. O aletler her ne kadar bir süre sonra evin çekmecesinin en ücra köşesine yerleşip çoğalarak büyüyen bir elektronik mezarlığına dönüşecek olsa bile...

Yelkenli tekneleri gezip, motor yat kısmına geçtiğimizde ise bir anda ayağımdaki topuklu ayakkabılara şükreder oldum. Bu alanda resmen ifşa edilmemiş bir kıyafet uygulaması vardı ve neredeyse ceketinin önünü kapamadan gezen kimse yoktu.

Burada sergilenen yatları yan çevirip zemine diksek gökdelenleri aratmayacak yüksekliğe ulaşırlardı. Tonlarca kilo ağırlığındaki bu aletleri nasıl, ne kadar sürede, ne şekilde buraya taşımışlar diye düşünürken, sanki beni duymuşçasına sadece teknelerin maketini yapıp getirmekle yetinen bir firma çıktı karşıma. O zaman anladım ki firmaların uğraşları bütün bu külfete değiyor nitekim en usta ellerden çıksa bile maketler, gerçeğini tasvir etmekten çok geri kalıyorlardı.

Bütün bunların yanı sıra tekne tekstil ürünleri de apayrı bir sektör haline gelmiş, işin ilginci evinde üzerinde yattığı çarşafın rengini bile fark etmeyen bayların birer dekorasyon uzmanı olmalarını sağlamıştı. Fuarın genelinde çok da rastlamadığım bayanları burada bulmayı beklerken, ellerinde çapa desenli küllükleri ve organik kumaştan pikeleri inceleyen beyleri görünce biraz da şaşırmıştım.

İşin aslı bu hobiye gönül verenler her şeyiyle seviyor,  her yerine ayrı özeniyordu bu işin. Özellikle yelken sporu artık bir hobiden çok uzağındayken bile sürekli özlemi çekilen bir yaşam tarzı haline gelmiş, beni de böyle içine çekivermişti. Soğuk bir denize atlamadan önce defalarca düşünen insanın bir kere içerisine girdiğinde hiç çıkmak istemediği sulardan farksızdı bu spor ve bilin ki bu maceraya yelken açacaksanız, dönüşü olmayan keyifli ve bir o kadar da virajlı bir yola giriyorsunuz...

 İdil Hazan Kohen