SEZA PAKER ile ´HUZUR DENİZİ´

Parçalanmış zamandan blok bellekte oluşan zamansızlığa, düşüncenin derinliklerinde bir yolculuğa çıktık Seza Paker ile Galerist Tepebaşı’ndaki sergisinde.

Dalia MAYA Sanat 0 yorum
9 Ocak 2013 Çarşamba

Fransa’da, Çin’de dolaştık, Çatalhöyük’ten geçip, Kapadokya’ya uğradık. Bir de Ay’a çıktık! Buralarda yaşanmışlıklara bakarken, dünyanın her bir yerinde yaşanan benzerleri üşüştü beynimize. Baktık, neler oluyor? Gördüklerimiz, algıladıklarımız ne kadar gerçek? Bir görüntü, tek bir anın fotoğrafı bile belleğimizdeki ne kadar çok bilgiyi, düşünceyi getiriyor huzurumuza…

Parçalardan ve katmanlardan oluşmuş eserler; her bir parça, her bir katman bir anlam ifade ediyor. Bir çeşit parça parça, fragman fragman yaşam gerçekleşmekte. Her eser kendi içinde bir bütün ama her bütün parça bir birine eklendikçe yeni bir bütün olan eseri oluşturuyor. Derken dönüp bakıyorsunuz, yine fragmanlardan oluşmuş başka bir eser ancak birlikte yine bütünü oluşturuyorlar. Çok çeşitli malzemeler, birbirinden farklı tarzlar, fotoğraflar, kolajlar, video ve ses enstalasyonları karışıyor birbirine.  Her biri bağımsız ama yine de birbirini tamamlar nitelikte.  Bazan bir renk ekliyor eserleri birbirine, bazan bir kumaş, ya da bir şekil, bir desen.   Zamanlar harmanlanıyor.  Babasının arşivinden fotoğraflar, kendi çektiği ya da kendini çektirdiği arşiv fotoğrafları ile karışıyor. Geçmiş ve gelecek bu günde buluyor kendini.  Yerel ya da bireysel olan zamansızlaşıyor, tüm insanlığa ait olana dönüşüyor Seza Paker’in eserinde. Hikâyeler yazılıyor, yeniden yazılıyor, hatta izleyicinin düşüncesinde yine yazılıyor. “İmajlara baktığında onu görmeyebilirsin.  Bir sırası da yok zaten. O sırayı göremezsin. Tarihsel bir kronoloji görmezsin. Burada imajlar fragmante (bölünmüş) olduğu için imajlar bir yapboz gibi koyulur. Araştırır, bir kart oyunu gibi, yan yana koyarsın, her defasında onlara bir yol çizebilirsin.” Bu şekilde sorguluyor sanatçı “neler oluyor”u…  Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir parkta gezerken ya da Fransa’da bir köyde dolaşırken dikkatimizi çeken, gözümüze yansıyan bilgilerin ne kadarı gerçek, ne kadarı o parkta düşlediklerimiz? Mekândan ve zamandan bağımsız olarak bazan Fransa’da küçük bir kafenin camından yansıyan bir antikacının dükkânındaki ürünlerinden ya da kapalı bir kafenin camlarını bir duvar gibi örterek girişi kapatan gazetede okuduğumuz haberler, yazılar ne kadar anlamlı/anlamsız o yürüyüş boyunca? Dünyanın farklı köşelerinde farklı kültürel alışkanlıkların yansımasında insan birbirinden ne kadar farklı? Ya da ne kadar aynı? Yaşamdaki ikiliklerin üzerinde durarak sorguluyor Seza Paker; görünen, gördüğümüz, görüp de algıladığımız ne kadar gerçek? Tıpkı galerinin girişinde duvara yansıtılmış ve sergi ile bütünleşen ünlü şair Paul Celan’ın ‘Kimse şahit olmak için şahit olmaz’ şiirinde aktarıldığı gibi: “Okuma, Bak!/Bakma, git!” ve düşün! Rajastan’da bir duvar üzerinde dip dibe, diz dize oturmuş iki kişi; birbirlerine bakmasalar da, yüzlerini görmesek de bu duygusuzlaştırılmış eser içinde düşünmeden edemiyoruz, nasıl bir ilişki içindeler acaba? Belki bir paylaşım anı yaşadıkları, belki de ayrılık çanları çalmakta arkalarında gördüğümüz çifte kulede. İki kişi ve iki kule; bir karenin köşeleri gibi.  Oysa kare yok eserde. Hem yok hem var. Kare, Seza Paker’in eserinde sıklıkla kullandığı bir tema. Çağlar boyu mükemmellik simgesi olarak algılanmış olsa da burada gördüğümüz “kare tam da kare değil, yer yer çizgiler birbirine kavuşmamış, yer yer kesintiler var, ya da açılarda kaymalar...” Huzur Denizi isimli eserinde olduğu gibi. Söylemlerimiz ne kadar gerçeği yansıtıyor? Eserdeki karanlık görünen kare de kare değil, dikkatli bakan izleyicinin fark edebileceği gibi; “İki boyutlu eserde karenin hacmini de bilmiyoruz oyuk mu, mağara mı?” Ayın karanlık yüzünün bir bölgesinin adı olan Huzur Denizi aslında adına rağmen deniz değil. Sadece renginden dolayı deniz diyoruz. Apolloların indiği yer, sakin ve huzurlu da değil belki. “Bu kraterin neticede sakin ve huzurlu oluşu, onun rahatlığı, bütün Apolloların oraya gidişi, bütün o inişlere imkân veren yerin adı... Biz nerede duruyoruz? Hangi anlamda bunu genişletebiliriz?  Ne derece huzurluyuz? Öznel olarak? Evrensel olarak? Toplumsal olarak? İnsan olarak?  Bunun gibi çok uzun bir hikâye ama hepsi içinde.”Matematik, zaman, bireysellik ve bunların üzerinden yaşamı, yaşamı olduğu kadar düşünceleri sorgulayan Seza Paker, uzun yıllar yaşadığı ve sanat eğitimini aldığı Paris’ten doğduğu İstanbul’a dönüşünün hikâyesi, bir anlamda sanat yaşamı da. Kendi deyişiyle ‘Par/is/tanbul”, Paris üzerinden İstanbul. 
“Aşağı yukarı otuz senedir Paris’te oturuyorum, bilhassa son üç, dört senedir de İstanbul’da. Ancak İstanbul’daki ilk sergilerim 90’lı yılların sonunda oldu. İstanbul’da yirmi yıllık bir sanat geçmişim var,  ancak bu kesik kesik bir geçmiş. Çift taraflı, iki taraftan yola çıkarak Paris- İstanbul arasında iki ayağın gidip gelmesi ile oluşan bir yerdeyim. Paris’te Camondo Güzel Sanatlar Akademisi’nde öğrenim görmüştüm. Ve tabii İstanbul’a her gelişimde de beni yavaş yavaş içine alarak harmanladığı bir dünyanın içinde yaşıyorum. Dolayısıyla o kopukluğu çok ilginç bir şekilde kendim yaşıyorum. Onu sezinleyebiliyorum fakat arkadan güncel sanatın son on senedir çok kuvvetli bir şekilde İstanbul’da var olması nedeni ile bu kopukluk birden bire kendiliğinden yok oluyor. Basın burada sanatı takip ediyor, herkes takip ediyor ve arkada büyük bir hacim çıkıyor.”

Seni buraya çeken bir hacimden mi bahsediyoruz?

Hayır, hacmin güncel sanatta İstanbul’daki gelişiminden bahsediyoruz. Çünkü gelişim birden bire oldu.  Büyük bir yoğunluk ve büyük bir istekle çağdaş sanatın daha çok harmanlandığını görüyoruz İstanbul’da. Ben de bu oluşumunun içinde son on yılda çok daha gürünebilirliğin içinde oldum. Bunlar kendi hayatımın bir zinciri.

Paker’in yaşam zincirinde geldiği noktada bir de hakkında yazılmış bir kitap var bugünlerde.  Prof. Ali Akay tarafından kaleme alınmış ve Galerist Tepebaşı’ndaki sergi ile eş zamanlı olarak sanat izleyicisine sunulmuş olan ‘Seza Paker Refleksif Akışkanlıklar’ isimli kitabı... “Bu kitabı esasında Ali dört-beş senede hazırladı. Çalışmalarım üzerine çok uzun konuşmalar sonucunda felsefe/sanat tarihi ve sosyoloji arasındaki kendi kurduğu bir disiplin içinde benim işlerimden yola çıktığı bir kitap. Ancak arada bazı yerlerde tamamıyla onları sadece bir araç olarak kullanarak daha ileriye gidip felsefi bir dünyanın içine giriyor. Çok keyifli, hakikaten çok değerli bir deneyim.”

Azınlıklardan bahsetmiş kitapta...

Evet, minör politika. Ama o felsefi anlamda konuşuyor. Minörlük nedir, minörlüğün kırılganlığının getirdiği sorunları, oradan çıkan sorunlar nedir…

Sen nasıl hissediyorsun? Çünkü sonuçta Türkiye’de bir Yahudi olarak azınlık görülmekteyiz. Fransa’da yerleşik bir Türk olarak da belki öyle hissediyorsun. Amin Maalouf bir kitabında, aslında her bir insan bir azınlık, çünkü her birimizin alt yapısı, özeli farklı farklı. Ve sonuçta bu anlamda azınlık olma halimiz her birimizin ortak yanı, bizi aynı kılan farklı özelliği diyordu.  Sen bunu nasıl görüyorsun?

Ben de tamamıyla hemfikirim Maaluf’la. Yani bireysel bir şekilde, hayatımızda bizi etkileyen unsurlar, gittiğimiz yerler, yaşadığımız deneyimler değiştikçe ve azınlık durumundan yola çıktığımız an bunun altını vurgulamaktan çok, tam tersine bunu daha minör ya da bireysel bir şekilde oluşumun getirdiği zenginlikleri kullanarak en uç noktaya gitmek gerek.

Herkes aynı şekilde böyle olup bu şekilde yola çıktığı zaman zaten çalışmalarıma baktığında gerek yerel gerek sorunsal bir şekilde işin içine girmiyorum. Çok daha yüksek bir zirveden, çok daha geniş açılı olanı tercih ediyorum.  O minörlüğü taşımayı bir blok bellek gibi, sanki bireysel bellek gibi onu herkesin taşımasının daha değerli olduğunu düşünüyorum.

Eserinde güncel olandan, siyasete, felsefeden, sanat tarihine göndermelerde bulunarak izleyiciyi duygusal bir estetiğin yokluğunda çok daha yüksek düşünsel bir alana taşıyor Seza Paker.  Ali Akay’ın da kitabında belirttiği gibi ‘Gösterdiğinden başka bir şeyi düşündürtmek ve düşündüğünden başka bir şeyi göstermek’ üzerine kurulu düşünsel bir varoluş. İstanbul’dan Londra’ya, Kazakistan’dan Güney Kore’ye, Paris’e birçok yerde sanat camiasının eserlerini takip ettiği Seza Paker’in ‘Huzur Denizi’ sergisi Galerist Tepebaşı’nda 19 Ocak’a kadar gezilebilir.  Hızlı davranırsanız sanatçının Nişantaşı Şekerbank Açık Ekran Yeni Medya Sanatları Galerisi’ndeki ‘Gecenin Günü ‘ sergisini de 12 Ocak’a kadar kapanmadan gezebilirsiniz. ‘Gecenin Günü’ sergisinin küratörü de olan Ali Akay’ın, kısıtlı sayıda basılan kitabını ise Galerist Tepebaşı’ndan temin etmek mümkün.

1 Yorum