Bize her yer Bursa

‘’ Cemaat’in düzenlediği günübirlik Bursa turu varmış, gidelim mi? ‘’

Toplum
5 Aralık 2012 Çarşamba

Harun Levi

 

Her ne kadar  -nispeten-  yeni evli sayılsam da, Türk Yahudi aile yapısının haberdar olduğum hassas dengeleri neticesinde, Sendi’nin bu teklifinin aslında bir teklif olmadığını hızlıca algılayıp, gezi için gerekli rezervasyonu yaptırmıştım. Yetimleri Koruma Derneği ve Mezunlar Kolu’nun ortaklaşa olarak gerçekleştirdiği bu organizasyonun bir ilk olmadığını daha önce de buna benzer bir Edirne turu gerçekleştirdiklerini duyunca, ilgisizliğimden dolayı epey bir hayıflandım. Amatör bir ruh fakat büyük bir profesyonel anlayışla gayret gösteren bu insanların çabaları çok daha yoğun bir alakayı hak ediyordu. Neyse, olan olmuş, madem bu defa buradayız, anın tadını çıkaralım. Keza yolumuz uzun, programımız dolu ve kaybedecek vaktimiz yok.                                                                                        

Bekle bizi Bursa, geliyoruz…

   İlk durak tabi ki ibadethanelerimiz…  Sinagogların bulunduğu Arap Şükrü Sokağı, hareketli bir Cumartesi gecesinin yorgunluğunu ve akşamdan kalmalığını, Pazar sabahının bu erken saatinde gizleyemeyen, küçük bir Beyoğlu Nevizade havasında. Öncelikli ziyaretimiz Geruş Sinagogu’na… 16. yüzyılın başlarında 2. Selim’in izniyle yaptırılan bu ibadethane, ismini, kurucularının talihsiz kaderinden alıyor. Kelime anlamı  ‘Kovulanlar’  olan Geruş’un içerisinde dolaşırken değişik bir ruh haline bürünebiliyor insan. Büyük bir felaketten bir ihtimal kaçıp kurtulabiliyorsunuz ama geçmişin açık yaralarının kapanması çok daha uzun bir süre alıyor belkide. Yoksa yeni umutlarla yeni hayatlarına yelken açmış insanlar niye sinagoglarına ‘Kovulanlar’ ismini koysun?  Son olarak Arap Şükrü Sokağı’nın adının sonradan verildiğini, asıl adının  ’Yahudilik’ olduğunu öğrendiğimde işler benim için biraz daha karışıyor…                                                                                                                                ‘’ Yahudilik Sokağı’ndaki Kovulanlar Sinagogu’na nasıl gidebilirim acaba? ‘’ Tamam, Harun, abarttın sende, ne güzel geziyoruz işte…

   Sinagogları gezerken bize, Bursa Cemaati’nin Başkanı Leon Elnekave eşlik ediyor. Leon Elnekave, Bursa Cemaatinin her şeyi. Bize Geruş’un tarihi ile beraber şehirdeki Yahudi geçmişini de anlatıyor. Dört bini geçen nüfuslarının nasıl elli küsur kişiye düştüğünü ifade ederken hüzünleniyor. Sinagogun oturma düzeni ilginç, iç içe geçmiş biri küçük diğeri büyük iki daire Teva’yı çevreliyor ve dua esnasında herkes birbirinin yüzünü görüyor. Bana daha da ilginç gelen, merdivenlerle tırmanılan bir asma katta ikinci bir Teva’nın bulunması oluyor. Elnekave, bu düzenin dünyada sadece Afganistan ve Meksika’da bulunduğunu gururla bize aktarırken, nedenini de ‘Çünkü Tora yüksekte okunur’ diye açıklıyor. Kahvaltımıza geçmeden, küçük bir sohbetimiz oluyor kendisiyle. Her sene, Çanakkale’ye düzenlenen geleneksel geziden konu açılıyor ve ‘’O kadar Bursa’lı var İstanbul’da, keşke bizde senede bir de olsa düzenli olarak bir araya gelebilsek’’ diye dert yanıyor.

Seuda hazırlarken ne kadar da özenmişler… Börekler, poğaçalar ve kahvaltı olarak aklınıza başka ne gelirse… Bunun yanına Yetimleri Koruma Derneği’nin hazırladığı tatlı-tuzlu zengin kumanyamızda eklenince, nasıl mükellef bir soframız oluyor, sormayın gitsin. Sırada, yine aynı sokakta, Geruş’un yaklaşık elli metre ötesinde, Mayor Sinagogu ziyaretimiz var. Burası da, İspanya’nın Mallorca adasından göçüp gelen Yahudilerin kurduğu bir sinagog. İç tasarım yine aynı, yine dairesel oturma düzeni ve yine asma bir katta bulunan ikinci bir Teva… Başkan Elnekave’ye sorduğumda Geruş’un ibadet için kullanıldığını, Mayor’un sadece cenazeler için açıldığını söylüyor bana. Neden ise yine tadımı kaçırıyor biraz: ‘’ E biz Geruş’a güvenlik yaptık’’ diyor Elnekave ‘’ Mayor’da güvenlik yok’’ … Sonra modumu düzeltmek adına biraz Yahudi hümorundan yardım alıyorum; demek ki  ‘Yahudilikte’ , ‘Kovulanlara’ güvenlik var ama ‘Mayorkalılara’ güvenlik yok diyorum eşime… ‘Yine gelin, bizi unutmayın’ dilekleri kulaklarımızda, bu sıcakkanlı insanların yanından ayrılıyoruz. Bursa ile kurduğumuz öznel gönül bağımızı ve güzel anılarımızı hafızamıza kaydedip, şehri keşfe devam ediyoruz, başta da dediğim gibi, yolumuz uzun…

   Bursa’yı dolaşırken daha en baştan, bu şehrin bir zamanlar büyük bir imparatorluğa başkentlik yaptığını ve bir geleneği olduğunu rahatlıkla anlıyorsunuz. Öncelikle Osman Gazi ve Orhan Gazi türbelerini geziyoruz. Bursa, payitaht ailesinin Nekropol’ü konumunda. Başkent olma unvanını yitirdikten sonra dahi, pek çok saltanat ailesi mensubu getirilip bu şehre gömülmüş. İkinci olarak ziyaret ettiğimiz Ulu Cami’nin ihtişamını tarif etmek olanaksız. Yıldırım Bayezid, Niğbolu savaşını kazandığı takdirde, yirmi tane cami yaptıracağının sözünü veriyor. Savaşı kazanıyor kazanmasına ama gel gör ki ganimet beklediği ölçüde olmuyor. Damadı ve aynı zamanda en güvendiği danışmanı olan Emir Sultan’ın tavsiyesi ile yirmi cami yerine, bir takım küçük farklılıklarla da olsa birbirine eş olmayan yirmi kubbesi olan Ulu Cami’yi yaptırıyor. Tüm detayları anlatmaya kalksam, sayfalar sürecek bir mimari yapısı olduğundan size önerim şudur ki; gidin ve bu şaheseri görün.

Şimdi istikamet meşhur Cumalıkızık köyü… Kızık’ın kelime anlamı, gizli kuytuda kalmış yer demek. Yanılmıyorsam, Bursa’nın alınmasından önce Osmanlı’lar şehrin etrafında yedi ayrı köy kurup oralardan yaptıkları saldırılar ve su kaynaklarını kesme faaliyetleri ile şehri ele geçirme planlarını uyguluyorlar ve bunda da başarılı oluyorlar. Bursa, Osmanlılara hiç kan dökülmeden teslim edilen bir şehir. Cumalıkızık da bu köylerden biri. İsmi içinde cami olan ve cuma namazı kılınabildiği için, Cumalıkızık… Mesela hemen yakınında, hamamı olan köyün adı Hamamlıkızık, değirmeni olanının adı ise Değirmenlikızık… Şirin, küçücük, Arnavut kaldırımlı, tipik eski Osmanlı mimarisine sahip, dolayı ile Safronbolu’yu andıran bir yer burası. Unutmadan, çok uzun bir süre, dünyanın en dar sokağının Macaristan’da olduğu düşünülüyormuş ama bir kişinin zorlukla geçebildiği ‘Cin Çıkmazı’ ile Cumalıkızık bu unvanı elinde bulunduruyor şu an. Köyden ayrılıp istikametimizi Yeşil Türbe’ye çeviriyoruz şimdi de. Burasını, Sultan Çelebi Mehmet yaptırmış. Gerek cami, gerek türbe olsun beni özellikle çinileriyle büyülüyor. Rehberimizin ifadesine göre, bugün artık çini üzerinde aynı rengin değişik tonları verip bir kontrast yaratabilen ustalar yok. Ne yazık… Günümüzün, hemde tüm dünya genelinde araştırılıp bulunan en iyi ustalarınca yenilenen çinileri görüp, o eski çinilerle kıyaslayınca maalesef farkı görüyor ve bu sanatın nasıl olurda usta-çırak ilişkisi ile aktarılamadığına inanamıyorsunuz. Ulu Cami ile ilgili tavsiyemi burada tekrar etme durumundayım, iyisi mi gidin ve tüm oraları görün.

   Hava karardı ve dönüş yolculuğu vakti geldi gelmesine de bütün gün yürüdük ve yorulduk, e karnımız da acıktı, hadi bakalım o zaman istikamet Mudanya… Hep beraber yediğimiz çalgılı çengili ve bol keyifli akşam yemeği tüm yorgunluğumuzu alıp götürüyor. Balıklar güzel, mezeler lezzetli ve en önemlisi yüzler gülüyor… Yarın belki pazartesi ama zorlu bir haftaya başlamadan önce depoladığımız bu moral bizi uzun bir süre idare eder diye düşünüyorum.

   Şimdi sıra geldi assolitlere… Onlar tüm mütevazılıkları ile övgülerimi abartılı bulacaklar, biliyorum ama onlar çok daha fazlasını hak ediyorlar inanın. Evet, Yetimleri Koruma Derneği ve Mezunlar Kolu gönüllülerinden bahsediyorum. Bütün gün, hiç nefes almadan, hemen hemen hiç oturmadan, büyük bir nezaketle ve hiçbir isteğimizi geri çevirmeden bizlerle öylesine yakından ilgilendiler ki, burada hangi kelimelerle onların kocaman kalplerini ifade etmeye kalkarsam kalkayım yeterli olmayacaktır. Belki de en güzel niteleme şudur ki, yüze yakın insanla bu kadar yakından ve bu derece büyük bir sevecenlikle ilgilenmek ancak gönüllü olmakla ve bu yola baş koymakla mümkün olabilir. Bu insanların çabaları toplumsal normlarımızca da, dini ananelerimizce de en yüksek takdiri ve ödülü hak ediyor. Bize düşen, bu kardeşlerimizi ve taşıdıkları misyonları unutmamak ve elimizden gelen her türlü destekle yanlarında olmak. Aileleri ve sevdikleri ile değerlendirebilecekleri koca bir zamanı ve enerjiyi, geleceğimize, çocuklarımıza ve onların olmazsa olmaz eğitimlerine bir şeyler daha katabilmek için seferber eden bu dostlara ne kadar da büyük bir teşekkür ve minnet borçluyuz…