Rafael Algranati yazdı: ON EMİR -2

Geçtiğimiz hafta ilk bölümünü yayınladığımız On Emir’in bu hafta ikinci bölümünde tabletlerde paralel ‘Söz’ler arasındaki bağlantıyı irdeliyoruz. On Söz’ün her biri kendi içinde diğerlerini kapsar. Birbirlerinden ayrı ama birbirlerini bütünleyen bu sözlerin her biri için ciltlerce açıklamalar, yorumlar yapılmıştır. Bunlardan biri de On Emir’in tabletlerde yer alış şekilleri ile ilgili

Kavram 0 yorum
21 Kasım 2012 Çarşamba

Tanrı, On Söz’ün ilk beşini sağ taraftaki tablete, diğer beşini de sol taraftaki tablete yazmış. Sağ taraftaki tablette yer alan ilk beş söz, insanın Tanrı ile olan ilişkilerini düzenleyen sözler. Sol taraftaki tablette yer alan diğer beş söz ise, insanın ‘bir diğeri’ ile olan ilişkilerini düzenleyen sözler

On Söz’ün her biri kendi içinde diğerlerini kapsar. Birbirlerinden ayrı ama birbirlerini bütünleyen bu sözlerin her biri için ciltlerce açıklamalar, yorumlar yapılmıştır. Bunlardan biri de On Emir’in tabletlerde yer alış şekilleri ile ilgilidir.

İnsanın Tanrı ile ilişkilerini ele alan birinci kolondaki beş emir ile insanlar arası ilişkileri ele alan ikinci kolondaki beş emir, paralel bir satırda karşı karşıya gelmekteler. “Ben senin T-nrın’ım” diyen sağ kolondaki birinci emir, “Öldürme” diyen sol kolonun birinci satırındaki altıncı emir ile aynı paralel satırda yer almakta. Bilgeler, bu dizilişin bile bir rastlantı olmadığını, aynı paralelde yer alan iki emir arasında, emirlerin kendileri kadar anlamlı ve oldukça ilginç birer bağlantıları olduğunu ifade ederler.

1. SATIR

1. SÖZ

Ben, seni Mısır Ülkesi’nden -köle evinden- çıkarmış olan Tanrın Aşem’im.

Tanrı bu birinci sözü ile her okuyuşumuzda veya hatırlayışımızda, kendisini nasıl bilmemiz gerektiğini açıklamakta. Yalnızca Mısır ülkesinden köle evinden kurtardıklarına, İsrailoğullarına, ‘şimdiki zaman’ ile sesleniyor. Her Pesah sederinde anlatılarak nesilden nesile aktarılan, Mısır’da yaptığı mucizeler sayesinde bugün var olduklarının bilincinde olan, ona inanan ‘bütün zamanların’ Yahudilerine sesleniyor. Diğer bütün kavimler arasından seçerek Tora’yı vermiş olduğu Abraham’ın soyundan gelen, oluşumuna ve gelişimine bizzat nezaret ettiği ulusa sesleniyor. ‘Ben’ ve ‘Sen’ kelimelerini kullanarak da, kendisi ile aramızda hiçbir aracı istemediğinin çok net bir mesajını veriyor.

6. SÖZ

Cinayet işleme.

Bilgeler birinci ile ALTINCI söz arasındaki bağlantıyı şöyle ifade ederler:

Mademki ‘Birinci Söz’ ile Tanrı’nın kim olduğunu, bizler için yaptığı mucizeleri hatırlıyor ve onun varlığını tüm içtenliğimizle kabul ediyoruz, o zaman Tanrı’nın yaratırken kendine benzettiği ve içine kendinden bir kıvılcım yerleştirdiği bir insanı öldürmek, Tanrıyı öldürmeye çalışmak ile aynı anlama gelmez mi? Ya da, daha extremist bir bakışla, insanın kendini Tanrı yerine koyması anlamına?

2. SATIR

2. SÖZ

Benim önümde, senin için başkalarının tanrıları [muteber] olmasın. Kendine [bu tanrıları temsil edecek şekilde] yukarıda, göklerdeki veya aşağıda, yeryüzündeki veya yer [seviyesi] altında, sudaki hiçbir şeyin oyma heykelini ya da resmini yapma. [Bu tanrılara] Eğilme ve onlara ibadet etme. Çünkü Ben -Tanrın Aşem- ödün vermeyen Tanrı’yım. Düşmanlarım söz konusu olduğunda, babaların günahlarını çocukları, üçüncü ve dördüncü [nesil torunları] için hatırda tutarım. Diğer yandan, Sevenlerim ve Emirlerim’i gözetenler söz konusu ise, Şefkatim’i binlerce [nesil] için gösteririm.

İkinci söz, Tanrı dışında birine ibadeti ve putperestliği yasaklamakta. Tora’mızda bu konuya verilen önemi Rabi Shaoul Rosenblatt şöyle açıklar:

 Tora bize Moşe’nin nerede gömüldüğünü, işte bu nedenle söylemez. Moşe ne kadar yüce olursa olsun, yine de bir insandı. Mezarının bir türbeye dönüştürülme ve Yahudilerin onu ‘yarı tanrı’ haline sokma tehlikesi çok büyüktü. İnsanların, dürüst bir kişinin mezarı başında Tanrı’ya dua etmelerinde yanlış bir şey yoktur. Ancak Moşe’nin olayında, insanların doğrudan ona dua etmeye başlamaları işten bile değildi. Rabbi Rosenblatt sözlerini şu önemli cümle ile noktalar: Esasında bu, hepimizin hâlâ aşağıya doğru kaymakta olduğu bir yokuştur.

7. SÖZ

Zina işleme.

‘Zina’ hahamlarımız tarafından ‘evli bir kadınla yaşanan ilişki’ olarak açıklanır. Sonuç olarak zina, bir insanın meşru partnerinin dışında birine, yalnızca eşi için göstermesi uygun olan şefkat ve sevgiyi ‘yenemediği bir tutku ile tanrısallaştırdığı’ bir başkasına gösterdiğini ortaya koyar.

Bağlantıya bakalım: Bilgelerimiz ikinci söz ile kastedilen putperestliğin, metallerden veya ağaçtan oyulan putlara tapmakla sınırlı olmadığını ifade ederler. Bu nedenle bir insanın tutkularına yenilmesini, kendisinden başka bir şeyin önünde eğilmemizi bile kıskanan Tanrının ikinci sözünü de inkâr etmek anlamına geldiğini açıklarlar.

3. SATIR

3. SÖZ

Tanrın Aşem’in ismini boş yere kullanma; Çünkü Aşem, ismini boşa kullananı affetmeyecektir.

8. SÖZ

Çalma

‘Çalmak’ bir başkasının malını kendi şahsi avantajı için sahiplenmek olduğuna göre, Tanrı’nın adını yanlış bir tanıklık için kullanmak, Tanrı’ya ait bir şey olan isminin kullanılarak, başka türlü elde edilemeyecek olan bir kredibiliteyi sağlamak değil midir?

4. SATIR

4. SÖZ

Şabat gününü, onu kutsal ilan etmek üzere hatırla. Altı gün boyunca çalış ve tüm işlerini yap; fakat Cumartesi günü Şabat’tır; Tanrın Aşem’indir. Hiçbir melaha yapmamalısın sen, oğlun ve  kızın, kölen ve cariyen, hayvanın, kapındaki Ger [- hiçbiriniz].

Çünkü Tanrı, altı gün boyunca gökleri, yeryüzünü, denizi ve [her birinin] içindekileri yapmış, yedinci günde ise dinlenmiştir. Tanrı bu yüzden Şabat gününü mübarek kılmış ve onu kutsal ilan etmiştir.

9. SÖZ

Akranına karşı yalancı tanık olarak ifade verme.

Hocalarımız bu iki sözün bağlantısını şöyle açıklarlar: Şabat’ı kutsamak, Tanrı’nın varlığına, evreni yarattığına ve bizler için bütün yaptıklarına şahadet etmektir. Onun yarattığı bir diğerimize karşı yalan şahadet, Tanrı’ya yapılan yalan şahadet ile eşdeğerdir.

5. SATIR

5. SÖZ

Babana ve annene saygı göster. Bu sayede Tanrı Aşem’in sana vermekte olduğu toprak üzerinde günlerin uzayacaktır.

Tercümelerde her zaman hedef, anlamı en iyi şekilde ifade eden tek bir sözcük bulmaktır. Bu da bazen anlam kayıplarına yol açar. Kabed Et Aviha Veet Imeha cümlesinde ‘sevmek’ veya ‘saymak’ olarak tercüme edilen Kabed sözcüğünün literal anlamı ‘Ağırlık vermek, değer katmaktır’. Bu farklılığı vurgulayan felsefeci ve psikanalist Daniel Sibony ‘Les Trois Monothéismes’ adlı kitabında şöyle yazar:

Nedense bu beşinci söz, “anneni babanı sev” gibi anlaşılır. Söylenen o değildir. Söylenen anne ve babayı sevmek değil, onlara değer vermek, değerlerine değer katmak, ağırlıklarını çoğaltmak, onlara sonsuz ve derin bir saygı duymak, bir anlık bile olsa üzmemektir.

Her anne babanın bir yaşam şekli ve çizgisi vardır. Evlatlar, sevgileri adına bile onların bu çizgilerini değiştirme veya kendilerinkine uyarlama çabası içinde olmamalıdırlar. Bu çaba her iki neslin ömürlerini kısaltır. Aksine, onların kendilerini mutlu hissettikleri, kendi alışkınlıkları ve istekleri doğrultusunda yaşamlarını sürdürmelerine destek vererek, bir evvelki nesile sağlanan huzurlu günlerin, bir sonraki nesil olan kendi yaşam günlerine ilave edilmesini sağlamalıdırlar.

10. SÖZ

Bir diğerinin evini arzulama. Bir diğerinin karısını, kölesini ve cariyesini, boğasını ve eşeğini ona ait hiçbir şeyi arzulama.

Tüm imrenme ve arzunun temelinde, bu arzunun ve imrenmenin hedefindeki kişi ya da objenin ‘bizim de olabileceği’ şeklindeki bilinçdışı bir varsayım yatar. Bir şeye sahip olabilmemizin ‘mümkün olduğunu’, onun bizim yörüngemize dâhil olduğunu düşündüğümüz sürece, bunun hemen sonrasındaki aşama, onu arzulamaktır.

Bu iki sözün bağlantısını Rabi Daniel Gottlieb şöyle açıklar:

Bir diğerimizin sahip olduğu güzel şeylere, ‘bir diğerimiz sahip olduğu için’ mutluluk hissedebilmenin, bir diğerimize ait olan güzelliklerin mutluluğunu paylaşabilmenin, onunla birlikte sevinebilmenin eğitimi, çok küçükten itibaren aile içinde başlar. Nasıl ki bir anne baba çocuğunun sahip olabildiği güzellikler için ancak mutluluk duyarsa, bir evlat da anne babası dâhil herhangi bir aile bireyinin veya bir diğerinin sahip olabileceği güzellikler için mutluluk duymayı öğrenmelidir.

***

Felsefeci Jean-Louis Schlegel, Rabi Mark Alain Ouaknin’in ‘Les Dix Commandements’ adlı kitabına yazdığı önsözde şöyle der:

“On Emir bize olumsuzluklardan bahsetmez. Aksine her biri ile bize yaşam olgusundan, yaşamın güzelliğinden, bu dünya üzerinde gerçek anlamda var olabilmenin mutluluğundan bahseder.”

Farkında olsak da olmasak da, On Emir yemeğin tuzu gibi yaşamımıza lezzet katmakta. On Söz’den hiçbiri bize çaba sarf ederek ulaşmamız gereken ahlaki değerlerden ya da bir görev gibi yerine getirmemiz gereken sorumluluklardan, itaat etmemiz gereken kurallardan veya uymak durumunda olduğumuz yasaklardan bahsetmemekte.

Her biri bize daha güzel yaşamanın, bu dünyada daha üst düzeyde var olabilmenin, daha mükemmele ulaşabilmenin, dolu dolu insan olabilmenin yolları sunmakta.

Yapılması gereken iyiliklerden değil, ‘iyiliğin kendisini yaşamanın’ güzelliğinden bahsetmekte.

Bir diğerime ‘kendim gibi’ yaşayabilmesi prensibi ile yaklaşıp konuşabilmemin hazzından, karşılığında onun söz ve davranışları ile bana ‘yaşamı’ ve ‘dünyayı’ sunmasının ruhuma vereceği doyumsuz tatminden bahsetmekte ve bunun için yaratılmış olduğumu anlatmaya çalışmakta.”

Kendine yapılmasını istemediğin şeyi BİR DİĞERİNE yapma!

ya da

BİR DİĞERİNİ kendin gibi sev…

Bir diğerim...  Eşsiz, tek, yekta...

Bir diğerim...  Hemen yanımda, ona olan sevgim nedeni ile belki de ta içimde, ama ‘benden ayrı’ biri...

Bir diğerim...  ‘Ayrı’lık bizi birbirimize bağlayan ‘bağ’ kadar zorunlu!

Bir diğerim...  ‘Mesafe’, ‘yakınlığımız’ kadar gerekli!

Bir diğerim...  Ona yapabileceğim iyilikler, verebileceğim güzellikler ile sarabileceğim biri!

Bir diğerim...  Aramda bir ‘mesafe’ olan tam ‘gereken yakınlıktaki’ biri!

Özetle On Emir ‘bir diğerimiz’ ile olan yaşamın kendisini kapsamakta!

Bunları başarabilmenin tek yolu Tanrı ile yakın olmaktır. Tanrı ile doğrudan bir ilişki, zor bir kavramdır. Onun yerine, arada bir şey isteriz. O ise aramızda bir şey olmasını istemez.

Rambam bize der ki: Puta tapmanın ilk adımı Tanrı’nın aracılarına çok fazla önem vermektir. Sonunda Tanrı giderek geri çekilirken, aracılara atfedilen güç gittikçe artar.

Nasıl ki çocukların, aileleri ile konuşmaları için aracılara ihtiyaçları yoksa her birimizin Tanrı ile bire bir, derin ve yoğun bir ilişki kurma fırsatı vardır. Bizim adımıza rica etmeleri veya bizi kutsamaları için başka insanlara ihtiyacımız yoktur.

Tanrı, O’nunla olmayı tercih ettiğimiz kadar bize yakın olur. O’nunla kendi kişisel ve doğrudan iletişim hattımızı istiyorsak, o zaman onu bizzat kurmamız, en azından denemeye başlamamız gerekir.

 Damdaki Kemancı filminde Tevye’nin, tarlasının ortasından elini kolunu sallayarak Tanrı’ya serzenişte bulunduğu gibi, Tanrı hepimizden kendisine, kendi sesimizle, içtenliğimizle, söz’lerle konuşmamızı ister... Madem öyle, lütfen siz de her fırsatta ‘O’nu anımsayın… Ve deneyin... Tüm düşünsel gücünüzü yoğunlaştırarak O’nunla olan iletişim hattınızın “Power” düğmesine basın. Ve gayret edin...  O anki ruh halinize göre siz de Tevye gibi yapın... Rahat olun! İsterseniz sitem edin O’na... İsterseniz sesinizi yükseltin… İsterseniz ağlayın, yalvarın, gözyaşı dökün... Veya teşekkür edin, sevincinizi paylaşın ya da mırıldanın… Yeter ki bütün evrenin O’ndan kaynaklandığına inanmanın ‘iç saygısı’ ile onunla konuşun...

Onunla olan ‘ücretsiz hattınızı’ sürekli açık tutun ve her gün kullanın.

1 Yorum