İzak Baron seçti...

 Yoksulların tefeciler hakkında ne düşüneceği açık. Tefecilerin çoğunun Yahudi olması karşısında Yahudiler hakkında ne düşünecekleri, ne tür genel sonuçlar çıkaracakları da belli. Dahası, Yahudi bankerlere borcu biriken, ödemekte güçlük çekmeye başlayan bir prens, soylu veya yerel polis şefinin Yahudilerden kurtulursa borcundan da kurtulacağına uyanmasının uzun sürmeyeceği ve ikisinden de kurtulmak için neler yapabileceği de açık. Ve işte sihirli formül böylece çıkar ortaya: Bütün Yahudiler tefeci-tüccardır, herkesin kanını emerler, görüldükleri yerlerde öldürülmeleri, köylerinin basılması caizdir. Bu formülü zaman içinde daha uçuk, daha afakî unsurlarla süslemek, dinsel farklılıklardan yola çıkarak bezemek kolaydır artık: Yahudiler ayinlerinde Hıristiyan bebek kanı içer, zaten İsa’yı da çarmıha gerenler onlardır, ve saire, ve saire. RONİ MARGULİES

Diğer
14 Kasım 2012 Çarşamba
  • Uluslararası hukuk anlamında bu kadar zaaf varken gemiye binen yolcuların şehadet mertebesine ulaşmak için gidiyorum demesi ise ayrı bir muamma ve sorudur.

 

 

Konu ile ilgili Yrd. Doç. Reşat Volkan GÜNEL verdiği bilgilerde var olan aksaklıkları ve uluslararası hukuk bağlamında yapılacakları anlatmış. Buna göre:

 

 •Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre genel olarak üç tip gemi vardır; savaş gemisi, kamu hizmetine tahsis edilmiş devlet gemisi; ticari gemi. Mavi Marmara gemisi hiçbir tipe girmemektedir

 •Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre geminin tabiiyetsiz olduğundan şüpheleniliyorsa barış zamanında dahi gemiye ziyaret hakkı doğar ve iki veya daha fazla devletin bayrağı altında seyreden ve bunları işine geldiği gibi kullanan bir gemi, bu tabiiyetlerden hiçbirini diğer devletlere karşı ileri süremez ve tabiiyetsiz bir gemi gibi işlem görür. Mavi Marmara Komor bandıralı ama Türk bayrağı çekmiş bir gemidir. Bu hileli durum İsrail’in gemiye çıkması için haklı bir sebep yaratır.

 •Haklı veya haksız, Gazze bölgesi fiilen İsrail devletinin kontrolünde bir savaş bölgesidir. Savaş bölgesine yönelen ve açıkça rotasını buraya kıran bir gemiye uluslararası sular da olsa, savaş hukukuna göre savaşan taraflar müdahalede bulunabilir.

 •Komor İslam Cumhuriyeti bayraklı Mavi Marmara üzerinde Türkiye’nin yetkisi yoktur. Türkiye, olaylarda vatandaşına karşı suç işlendiği iddiası ile Türk Ceza Kanunu’na göre sorumluların şahsı hakkında Türk mahkemelerinde yargılamaya gidebilir. Ancak sorumlu İsrail askerleri Türkiye’ye gelmediği sürece böylesi bir ceza yargılaması somut bir sonuç ifade etmez. Diğer yandan, devletler hukukuna göre devletlerin egemenlik amacı ile yaptığı fiillerden ötürü hiçbir devlet yabancı bir mahkemede yargılanamaz. Uluslararası Adalet Divanı’na gitmek ise her iki tarafın rızası ile kullanılabilecek bir seçenektir, şikâyet mercii değildir.

 •Savaş hukukunda sivilleri öldürmek kesinlikle yasaktır diye bir hüküm yoktur.

 •Hamas, Türkiye’nin da altına imza koyduğu uluslararası belgelere göre bir terör örgütüdür.

 

Reşat Volkan GÜNEL tarafından var olan bu zaaflar bilinmesine rağmen bu geminin ve gemilerin yola çıkarılması doğru olmayıp bir anlamda gereksiz ve insanları canlarına mal olan bir çıkıştır. Bu tarz girişimler siyasete kurban edilmemelidir.

Uluslararası hukuk anlamında bu kadar zaaf varken gemiye binen yolcuların şehadet mertebesine ulaşmak için gidiyorum demesi ise ayrı bir muamma ve sorudur.

Bütün bunlar bir kenara bırakılmış ve sorun devletlerarası hukuk düzleminde çözülecekken olaya yine siyaset karışmış ve bunu oya tahvil edebilmenin yolları aranmıştır.

 

 

Efkan Bolaç

http://www.ulkedehaber.com/yazar/mavi-marmara-katliami-ve-talimat-yargilamasi-60.html

 

 

 

  • Ve işte sihirli formül böylece çıkar ortaya: Bütün Yahudiler tefeci-tüccardır, herkesin kanını emerler, görüldükleri yerlerde öldürülmeleri, köylerinin basılması caizdir.

 

 

 

Yahudilerin büyük çoğunluğu 19. yüzyılda Doğu Avrupa’da, Rus ve Avusturya-Macaristan İmparatorluklarının topraklarında yaşamaktadır. Ve bu Yahudilerin büyük çoğunluğu da yoksul köylerde yaşar, yolculuk etmeleri, şehirlere gitmeleri yasaktır, zaman zaman köyleri basılır, katliamlar olur.

Bu yoksul nüfusun tefecilikle, parayla ilişkisiz olması; muslukçu ve marangoz, camcı ve haham, ev kadını ve dilenci olması “Tefeci Yahudi” tiplemesini etkilemez.

Çeşitli ülkelerde, çeşitli tarihsel kesitlerde, basılan köyün nüfusunun zaten o köyden veya bölgeden dışarı bile çıkmasının yasak olması, tefecilik yapmak bir yana, karınlarını doyurmak için bile para bulamayan bu insanların, para bulsalar bile borç verecek Hıristiyan bulamayacak olmaları da tiplemeyi etkilemez.

Yine aynı dönemlerde, parası olan Yahudi hiç mi yoktur?

Vardır elbet.

Ama parasını tarım veya sanayi alanlarına yatırmasına izin verilmeyen zengin Yahudiler parayı ancak para olarak kullanmak, yani ya bankerlik/tefecilik ya da ticaret yapmak zorunda kalmıştır.

Yahudilerin krallarla soylulara bankerlik, yoksullara da tefecilik yapmak zorunda kalması Yahudi düşmanlığının gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Yoksulların tefeciler hakkında ne düşüneceği açık. Tefecilerin çoğunun Yahudi olması karşısında Yahudiler hakkında ne düşünecekleri, ne tür genel sonuçlar çıkaracakları da belli.

Dahası, Yahudi bankerlere borcu biriken, ödemekte güçlük çekmeye başlayan bir prens, soylu veya yerel polis şefinin Yahudilerden kurtulursa borcundan da kurtulacağına uyanmasının uzun sürmeyeceği ve ikisinden de kurtulmak için neler yapabileceği de açık.

Ve işte sihirli formül böylece çıkar ortaya: Bütün Yahudiler tefeci-tüccardır, herkesin kanını emerler, görüldükleri yerlerde öldürülmeleri, köylerinin basılması caizdir.

Bu formülü zaman içinde daha uçuk, daha afakî unsurlarla süslemek, dinsel farklılıklardan yola çıkarak bezemek kolaydır artık: Yahudiler ayinlerinde Hıristiyan bebek kanı içer, zaten İsa’yı da çarmıha gerenler onlardır, ve saire, ve saire.

Bu tür formüllerin, örneğin siyahların akılsız ama iyi sporcu oldukları, Yakın Doğuluların tembel ve yalancı olduğu formüllerinin temel özelliğidir zaten bu: Bir kez yerleştikten, yaygınlık kazandıktan sonra, gerçeklik karşısında bağışıklık kazanırlar, hiçbir bilimsel veri, mantıksızlıklarının hiçbir kanıtı dal budak salmalarını, kafaların bir köşesinde varlıklarını sürdürmelerini engelleyemez.

Oysa, bütün Lazlar müteahhit, bütün İskoçlar cimri, bütün Müslümanlar bombacı olmadığı gibi, bütün Yahudiler de zengin değildir.

 

Roni Margulies

http://duzceyerelhaber.com/kose-yazi.asp?id=11554&roni_margulies-‘tefeci_simsar_tuccar

 

 

 

  • "Benim için Filistin, 1967 sınırlarından ibarettir, başkenti de Doğu Kudüs'tür. Şimdi ve hep. Benim Filistin'im bu. Ben bir mülteciyim, ama Ramallah'ta yaşıyorum. Batı Şeria ve Gazze Filistin'dir, diğer topraklar ise İsrail'e aittir"

 

 

Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, İsrail'de yayın yapan Kanal 2 televizyonuna verdiği özel röportajda söyledikleri nedeniyle geçtiğimiz haftadan bu yana yaylım ateşi altında. Abbas, röportaj sırasında kendisine sorulan "Doğduğunuz, ancak daha sonra İsrail'in kuruluşuyla terk etmek zorunda kaldığınız Safed kentinde yeniden yaşamak ister misiniz?" sorusuna verdiği "Safed'i daha önce bir kez ziyaret ettim. Ama orayı artık yalnızca görmek istiyorum. Orayı görmek hakkım, ancak artık oraya dönemem" cevabıyla Batı Şeria ve Gazze'de binlerin sokağa dökülmesine neden oldu. Abbas'ın bu sözleri, İsrail-Filistin gerginliğinin en tartışmalı konularından "mültecilerin geri dönüş hakkı" konusunda İsrail'e verilmiş en büyük taviz olarak yorumlandı.

Abbas'ın aynı röportajda sarf ettiği "Benim için Filistin, 1967 sınırlarından ibarettir, başkenti de Doğu Kudüs'tür. Şimdi ve hep. Benim Filistin'im bu. Ben bir mülteciyim, ama Ramallah'ta yaşıyorum. Batı Şeria ve Gazze Filistin'dir, diğer topraklar ise İsrail'e aittir" sözleri ise kendisinin "hain" olarak damgalanmasına yol açtı. Batı Şeria ve Gazze'deki protesto gösterilerinde açılan pankartlarda, "Hain Abbas"ın İsrailli liderlerle birlikte çekilmiş fotoğrafları da yer aldı.

...

Bugün 5 milyondan fazla Filistinli mülteci olduğu kabul ediliyor. Bunların çoğu İsrail'e komşu ülkelerde (Ürdün, Suriye, Lübnan ve Mısır) yaşıyor. Bazıları da Ortadoğu'nun karmaşasından tamamen uzaklaşarak Avrupa ve Amerika'da başka hayatların peşinden gitti.

Filistin sorununun en can alıcı noktasını bu mültecilerin geri dönüş hakkının tanınıp tanınmaması oluşturuyor. Filistin tarafı mültecilerin, zamanında doğdukları ve yaşadıkları bölgelere geri dönmeleri gerektiğinde ısrar ederken, İsrail bunun ima dahi edilmesini istemiyor.

Mültecilerin geri dönüş hakkını savunanların cevap veremediği soru şu: Terk ettikleri bölgelerde bugün yaşayan Yahudileri ne yapacaklar? Doğdukları ve yaşadıkları topraklarda yerleşmiş bulunan, dahası orada doğan ve büyüyen Yahudileri nereye sürecekler? Günümüzde İsrail'de dünyaya gelen yaklaşık 5 milyon Yahudi'nin olduğu biliniyor. Bu insanlar herhangi bir yerden gelmedi ki, geldikleri yere sürülebilsinler. Ayrıca çoğunun İsrail'den başka geri dönebilecek herhangi bir vatanı da yok. Bu sosyolojik ve tarihi problem es geçilerek mülteciler konusu tartışılamaz.

Mahmud Abbas'ın geri dönüşle ilgili "kişisel" düşüncesi, bu anlamda aslında bölgedeki somut bir gerçeğin de ifadesi. Artık herkesin kabullenmeye başladığı, ancak kimsenin açıkça söyleyemediği bir gerçeğin: Geri dönüş mümkün olmayacak. En azından bir gün birileri geri dönerse, bunlar vaktiyle gidenler olmayacak.

 

Taha Kılınç

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2012/11/08/mahmud-abbas-haksiz-mi

 

 

 

  • Suriye ile İsrail’in arasını bulmaya, Müslüman Kardeşler’i iktidara getirmeye, ülkeleri kimin yöneteceğine karar vermeye, Hamas ve Meşal’i desteklemeye kalkışıyorsunuz!

 

 

Hepimiz dine saygılıyız. Farkımız, biz dini devlet işine karıştırmayız. “Batılı” bizim için “gâvur” veya “kâfir” değil, sadece örneğin, “Amerikalı, Fransız, Alman vs”dir. Din gözlüğüyle bakınca bu devletlerin dış politikasını anlayamıyorsunuz. Hepsi “Hıristiyan”dır ama esas olan “ulusal çıkar”dır. “Tartışmaya açılmalıdır” dediğiniz “ulusalcılık”, Batı’nın önde gelen ilkesidir. Gerektiğinde AB içinde bile herkes bildiğini okur.

Batılı meslektaşlarınız adam kullanmak konusunda çok beceriklidirler. “Ahmet, şu bizim İran’da tutuklu gazetecilerimizi kurtarıver!” derler ama sizi Ortadoğu konusundaki toplantılara davet etmezler. Hinoğlu hinler, hem adamlarını kurtarırlar hem de sizi, “Batı’nın adamı” durumuna düşürüp, bir taşla iki kuş vururlar.

Korkarım siz Ortadoğu’yu da bilmiyorsunuz. “Osmanlı”, Ortadoğu’da en “Türk dostu!” ülkelerin bile korkulu rüyasıdır. Yöneticilerinin çoğu kendilerini Peygamber sülalesine bağlarlar ama sizi bu bile kurtaramaz.

Ortadoğu’ya asker göndermeye kalkışıyorsunuz! Tarih de bilmiyorsunuz. Osmanlı atalarımız bölgeyi, altı yüz yıl, üç beş subay ve bir avuç askerle yönetmişlerdi. Arapların aralarındaki sorunlara karışmayarak, bölgeye yeni düzen vermeye çalışmayarak. Siz Suriye ile İsrail’in arasını bulmaya, Müslüman Kardeşler’i iktidara getirmeye, ülkeleri kimin yöneteceğine karar vermeye, Hamas ve Meşal’i desteklemeye kalkışıyorsunuz! Müslüman Kardeşler başa gelince Türkiye’yi lider mi seçecekler? Böyle olmayacağını daha şimdiden aldıkları tavırdan, sözlerinden anlayamıyor musunuz?

 

Suha Umar

http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=375030

 

 

 

  • Arkasına hükümet desteği alan şeriatçı kesim, Mavi Marmara gemisini büyük törenler ve şamata ile yola çıkardı ve olanlar oldu.

 

 

Şeriatçı kesim, Mayıs 2010’da Gazze’ye yardım kisvesi altında Mavi Marmara gemisini 490

 kişiyle yola çıkardı. İsrail, gemi yoldayken açıklama yaptı:

 “İzinsiz geliyorsunuz, yasadışı bir iş yapıyorsunuz. Derhal geri dönün. Aksi takdirde, karasularımıza girerseniz gemi silah zoruyla durdurulacaktır.”

Olacaklar belliydi. Ama bu işin arkasında AKP desteği vardı. Gemi Ankara’dan verilen emir doğrultusunda durdurulmadı, ilerledi ve İsrail komandolarının baskınına uğradı.

Dokuz kişi öldü. Şimdi İstanbul’da bu olayın davası başladı. Savcılık iddianamesine göre,

haklarında ağır hapis cezası istenen suçlular şunlar:

İsrail Genelkurmay Başkanı, Deniz Kuvvetleri Komutanı, Hava Kuvvetleri Komutanı ve

İstihbarat Örgütü Başkanı! Varsayalım bölücü Kürt örgütleri, bir Avrupa limanından örneğin

İskenderun’a büyük tantanalarla “Türkiye’nin ezdiği ve öldürdüğü Kürtlere yardım” gemisi yola çıkarmıştı. Türk hükümeti bu işin yasal olmadığını bildirmiş, gemi geri dönmezse operasyon yapılacağını açıklamıştı. Yine varsayalım karasularımıza giren gemi geri dönmedi, ordumuz operasyon yaptı ve gemideki bazı kimseler öldü.

Bunun sorumlusu Türk hükümeti mi olacaktı?

Arkasına hükümet desteği alan şeriatçı kesim, Mavi Marmara gemisini büyük törenler ve şamata ile yola çıkardı ve olanlar oldu. İsrail’e gidiyorlardı ama gemidekilerin pasaportu, İsrail vizesi yoktu. İşin perde arkasında sadece “Hükümetin iç siyaset oyunu” vardı.

Eğer o olayda dokuz kişi öldü ve bu nedenle dava açıldıysa, sanıkların arasında mutlaka bu işin düzenleyicileri ile birlikte bu olaya Ankara’dan yol ve gaz veren hükümet üyelerinin de olması gerekir…

Çünkü dokuz kişinin ölümünden onlar sorumludur. O insanları bile bile, İsrail’in uyarılarına rağmen ölüme gönderen onlardır.

Aksi takdirde bu dava uluslararası kamuoyunda “Komedi” olarak tanımlanır.

 

Emin Çölaşan

http://sozcu.com.tr/107741.html

 

 

 

  • Obama da, İsrail’in varlığı ve güvenliği konusunda angaje olmuş durumda.

 

 

İRAN: Obama son konuşmalarında iktidarda olduğu sürece İran’ın nükleer bir güç olmasına (yani atom bombasına sahip olmasına) izin vermeyeceğini söyledi. Stratejik hedef bu olsa da, yeni yönetim bunu öncelikle diplomatik yollardan, hatta İran’la “büyük bir pazarlığa” girerek, gerçekleştirmeye gayret edecek.

Bunda Obama’nın sıkıntısı İsrail’in kendisini askeri bir müdahale konusunda sıkıştırmasıdır. Bunu elinden geldiği kadar önlemeye çalışacak.

İSRAİL-FİLİSTİN: Obama ilk dönemde Arap dünyasına açılma ve Filistin’in bağımsızlığına destek politikasını izlerken, İsrail’e karşı seleflerinden daha mesafeli davranmıştı. Yeni dönemde de bu duruşunu sürdürecek. Bu İsrail’i gözden çıkarma anlamına gelmiyor. Obama da, İsrail’in varlığı ve güvenliği konusunda angaje olmuş durumda.

 Gerçi son dönemde Obama yönetimi “iki devletli çözüm” fikrini benimsedi, ama bunun gerçekleşmesi için büyük bir çaba da harcamadı. Yeni dönemde bu yönde bazı adımlar atabilir, ancak bunun da sonuç vereceği kuşkulu...

ARAP BAHARI: Obama şimdi Arap coğrafyasındaki rejim değişikliği ile karşı karşıya. Mısır’da olduğu gibi, ABD’ye yakın yöneticiler yok artık... Bu, bölgedeki eski ABD etkinliğinin eskisi devam edemeyeceği anlamına geliyor.

Obama yeni dönemde bu yeni konjonktüre göre stratejisini ayarlamak zorunda kalacaktır.

 

Sami Kohen

http://dunya.milliyet.com.tr/obama-simdi-ortadogu-da-ne-yapacak-/dunya/dunyayazardetay/09.11.2012/1624100/default.htm

  • Kerry, açıktan İsrail yandaşı. Power ve Ellison açıktan Filistin yandaşı olarak biliniyorlar. Donilon, İsrail’in İran’a saldırmaması konusunda yaptığı uyarılarıyla tanınıyor; Rice ise bazen şahin, bazen güvercin çıkışlarıyla.

 

 

 

Şimdi Amerikalı analistler, müstakbel dışişleri bakanı olarak beş ismin üzerinde duruyorlar: Senato Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Senatör John Kerry, BM Daimi Temsilcisi Susan Rice, Milli Güvenlik Danışmanı Thomas Donilon, Milli Güvenlik Konseyi üyesi Samantha Power ve Kongre üyesi Keith Ellison. John Kerry’nin dışişleri bakanlığını Obama’nın birinci döneminde de istediği herkesin malumu. Thomas Donilon’un, Clinton’un koltuğuna oturmak için en yakın rakibi olan Susan Rice’a Dünya Bankası başkanlığını teklif ettiği bile söyleniyor. Samantha Power, Obama’yı Libya’ya müdahale etmeye ikna eden isim olarak biliniyor ve son dönemde isminin yıpranmaması için ortalıkta görülmediği, Amerika’nın Suriye’ye müdahale etme hususunda kararsız kalmasında da Power’ın bu gaybubet stratejisinin etkili olduğu söylentileri var. Keith Ellison, Kongre’ye seçilmiş ilk Müslüman ve Minnesota eyaletinden seçilmiş ilk siyahi milletvekili.

Bu beş adayın da ortak yönü Amerika’nın dış politika önceliği olarak Asya-Pasifik’ten ziyade Ortadoğu’yu görmeleri. İsrail-Filistin çatışmasında konumları farklı olsa da bu adayların tamamı Amerika’nın öncelikli dış politika misyonunun Ortadoğu’nun yeniden şekillenişini yönlendirmek olduğuna inanıyor. Kerry, açıktan İsrail yandaşı. Power ve Ellison açıktan Filistin yandaşı olarak biliniyorlar. Donilon, İsrail’in İran’a saldırmaması konusunda yaptığı uyarılarıyla tanınıyor; Rice ise bazen şahin, bazen güvercin çıkışlarıyla.

Sonuç şu: Bu beş isimden hangisi Hillary Clinton’un yerine geçerse geçsin, Ortadoğu’yla daha fazla ilgilenen, Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesi için daha fazla gayret gösteren, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda daha aktif, Suriye konusunda daha kararlı ve müdahaleci ve nihayet İran konusunda hızla sonuç almak isteyen bir Amerika göreceğiz. Türkiye’nin, bu yeni Amerika’ya kendisini hazırlaması gerekiyor.

 

Kerim Balcı

http://www.zaman.com.tr/clintonsuz-bir-obama-yonetimi-ortadoguda-ne-yapar/2013313.html

 

 

 

  • İsrail'in, askeri bir operasyonu da tetikleyebilecek olan kırmızı çizgisi, İran'ın bomba yapmaya yetecek kadar uranyum zenginleştirmeye başladığı andan itibaren aşılmış olacak. 

 

 

Yeniden seçilen Başkan Barack Obama'nın dış politikadaki en büyük sorunu nükleer silahlı bir İran olasılığı.

Tahran nükleer silah arayışında olmadığını söylüyor.  Ama Amerika ve İsrail aynı fikirde değil.

Obama, defalarca İran'ın nükleer silah edinmesine izin vermeyeceğini söyledi.

İsrail'in İran ile ilgili bir kırmızı çizgisi var ve İran'ın bu kırmızı çizgiyi geçeceği ve belki Amerika'nın sabrını da taşıracağı yılın önümüzdeki yıl olacağı tahmin ediliyor.

İsrail'in, askeri bir operasyonu da tetikleyebilecek olan kırmızı çizgisi, İran'ın bomba yapmaya yetecek kadar uranyum zenginleştirmeye başladığı andan itibaren aşılmış olacak.  Amerika'nın kırmızı çizgisi ise farklı. ABD, kırmızı çizgi olarak İran'ın bomba yapmaya karar vermesini seçmiş.

Ancak eğer İsrail saldırırsa, Amerika kendi kırmızı çizgisinin aşılmasını beklemez ve İran'ın nükleer projesinin ortadan kalktığından emin olabilmek için bu saldırıya katılabilir.

Bu senaryo başkanı çok düşündürecek ve hatta kolay kolay endişe etmeyen anlamına gelen "No drama Obama" lakabına rağmen geceleri uykularını kaçıracak.

Obama, İran ile büyük bir pazarlığa girebilir. Uzmanlar Tahran'ın da aslında bunu istediğine inanıyorlar. İran'ın ABD ile diplomatik ilişkiler başlatıp, ticaret ve güvenlik garantileri almasına karşılık nükleer arayışlarından vazgeçebileceğini savunuyorlar..

Bu da işe yaramazsa ve İran daha önce yaptığı gibi yine müzakerelerde ayak sürümeye devam ederse, o zaman "tüm olasılıklar masada" seçeneğini daha sık duyar olacağız.

 

Metin Güneş

http://www.cnnturk.com/Yazarlar/METIN.GUNES/Obamanin.dis.politikasi/103.6684/index.html

 

 

  • İsrailliler gamsızlığın krallarıdır, iyi ki de öyledirler. Cuma ve cumartesi günleri, kafeler ve restoranlar hınca hınç doludur

 

 

Sizi temin ederim ki, çevreye saygının, yurttaşlık sorumluluğunun, hoşgörünün (evet, evet), zengin kültür yaşamının mevcut olduğu  bir İsrail de vardır.

Dünyada en çok ziyaret edilen 100 müze arasında 2 İsrail müzesi var (Yeruşalayim’deki İsrail Müzesi ve Tel Aviv Modern Sanatlar Müzesi).

İsrail, nüfusuna oranla  filarmonik orkestra konseri ve tiyatro abonelikleri sayısında dünya birincisidir.

İsrail filmleri, yarışma ve festivallerde sayısız ödül, Cesar ve Oscar’lar almıştır.

Ehl-i Kitap olmamız boşuna değildir : İsrail edebiyatı ve şiirleri uzun zamandır asalet unvanlarına sahip olmuşlardır.

Daha bu hafta, Avraham B. Yehoshua’nın sanatsal yaratının gizemlerini anlatan melankolik romanı « Rétrospective », Medicis ödülünü kazandı. David Grossman, 2011 yılında aynı ödülü kazanmıştı.

Gene bu hafta, Hayfa'daki Technion Üniversitesinden bir İsrailli araştırmacı, Dr Sarit Sivan, Avrupa Komisyonu’nun araştırma alanında büyük ilerlemeleri mükafatlandıran Marie Curie ödülünü kazanan 3 kişiden biri olmuştur. Sıkıcı olmamak için, tüm sektörlerde aldığımız diğer ödüllerden ve Nobel’lerden  bahsetmeyeceğim…

Kısacası, İsrail, insanlığın refah düzeyinin gelişimine en çok katkıda bulunan ülkelerin başında yer almaktadır.

Bu ülkede yaşam kalitesi bir sanat haline gelmiştir. Biz yaşadığımız her anı değerlendiririz ; İsrailliler gamsızlığın krallarıdır, iyi ki de öyledirler. Cuma ve cumartesi günleri, kafeler ve restoranlar hınca hınç doludur. İsrail’in efsanevi büfeleri meşhurdur. Tam da bu hafta, Yeruşalayim’de bir kitapçı-kafeterya’nın kahvaltısı Lonely Planet tarafından dünyadaki 10 en iyi  yer listesine alınmıştır.

Bizler gezileri, yürüyüşleri çok severiz, gezilecek pek çok yerimiz vardır. Birkaç gün önce, gene Lonely Planet, Negev çölünü, Korsica’dan sonra dünyanın en çok gezilmesi gereken yerler listesinde 2.ci sıraya almıştır.

Her tarafta Eko-köylerimiz, Spalarımız ve hatta bağlarımız vardır. Ekoloji ulusal bir öncelik haline gelmiştir.  Bu konuda daha çok çaba göstermeliyiz fakat İsrailliler eko-vatandaş olmanın gereğinin giderek daha çok farkına varmaktadır. Burada şişelerin %50'sinden fazlası yeniden kullanılmak üzere geridönüşüme tabidir ve bu oran  ABD ve Avrupa oranlarından daha yüksektir. Orduda bile her birimde, operasyonel eylemlerle çevreyi koruma ve sürdürülebilir kalkınmayı uzlaştırmaktan sorumlu bir subay vardır.

Evet, bu ülkede, belki başka hiç bir yerde olmadığı kadar,  yurttaşlık vardır.

 

Marc Femsohn

 

 

Tercüme : Alegresse Delail

 

http://www.hasturktv.com/dunyada_bugun/4795.htm

 

 

  • Obama ve İsrail Başbakanı Netanyahu hiçte “can ciğer kuzu sarması” görünmüyorlar ama buna ne Türkiye ne de Araplar çok sevinmemeli.

 

Obama ve İsrail Başbakanı Netanyahu hiçte “can ciğer kuzu sarması” görünmüyorlar ama buna ne Türkiye ne de Araplar çok sevinmemeli. Çünkü 22 Ocak’taki İsrail seçimlerini çok büyük bir olasılıkla Netanyahu tekrar kazanacak ve Obama, “dost ve müttefik ülke” İsrail başbakanını gönülden kutlayacak.  Bir tek Erdoğan ve kabinesi, “Ülkelerin dostları – düşmanları olmaz çıkarları olur” basit kuralını öğrenemediği için burada da Türkiye, eğer İsrail ile barışmak için,  elini çabuk tutmazsa dışarıda kalmaya mahkûm görülüyor.

Öte yandan Netanyahu, son dönemde İran’a saldırı çizgisinden vazgeçmiş ve Obama’nın “dikkatli” çizgisine yaklaşmıştı. Her şeyden önemlisi, ABD bu zamana kadar İran’ın nükleer programı konusunda net bir “kırmızıçizgi” çekmiş değil. 

Obama’nın İsrail konusunda elbette asıl sorunu İran değil. Asıl sorun İsrail’in kapısının önündeki Mısır ve Suriye’de olup bitenler, olup bitecekler. Obama, İsrail’i sınırlarının ötesinde büyük değişiklikler olurken “sakin” durabileceği kadar “çıkarlarının garanti altında olduğuna” ikna etmesi gerekiyor. ABD her halükarda İsrail’in varlığının garantisi olmaya devam edecek.  Bunu ABD kadar İsrail de çok iyi biliyor. İsrail ile ABD arasındaki hiçbir sorun ya da Obama ile Netanyahu arasındaki hiçbir anlaşmazlık “çözülemez” değil.

Ortadoğu’nun temel sorunlarından biri olan Filistin meselesinde, Obama,  Netanyahu’nun tekrar Filistin’le görüşmelere başlayacağına hatta Filistin fikrinde herhangi bir değişikliğe gideceğine inanmıyor. Hele, İsrail’de Başbakan Benyamin Netanyahu’nun lideri olduğu muhafazakâr Likud Partisi ile Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın aşırı sağcı Evimiz İsrail Partisi’nin birleşmesi bu olasılıkları iyice ortadan kaldırdı. Hatta bundan sonra İsrail’in işgal altındaki topraklarda yerleşim politikasını devam ettireceği gibi sertleşme politikaları izleyeceği düşünülmeli.

Obama’nın ilk dönemde savunduğu ve hatta erişmeyi planladığı Filistin ve İsrail arasında “İki devletli çözüm” politikasının tutmadığı ortada. Obama’nın bu dönemde, geçen dönem hiçbir ilerleme sağlayamadığı bu hedefi yeniden gündeme getirme olasılığı oldukça zayıf. En azından örneğin Filistin tarafı Batı Şeria’da bir intifada başlatmadığı müddetçe Obama’nın bu hedefi tekrar hatırlaması bile çok zor görülüyor.

Ancak, bütün bunlar hakkında Obama’nın ne düşündüğünü bir iki haftaya kadar kesin öğrenmiş olacağız. Çünkü Filistin Otonomi Başkanı Mahmud Abbas, 15 ya da 29 Kasım'da BM Genel Kurulu'na "üye olmayan devlet statüsü" kazanmak için başvuruda bulunacak. Obama bu zamana kadar Abbas’a “tek taraflı hareket etme” demişti ama dinletememişti.

Abbas başvuru yapmadan önce, yapacağı başvurunun içeriğini 8 Kasım’da üye 193 ülke temsilcisine gönderdi. (Davutoğlu’nun bu çağrı sanki Ankara’daki toplantıdan sonra yapılmış gibi hava içinde girmesi de unutulmamalı. Ankara toplantısı olduğunda çağrı çoktan ülkelerin elindeydi.)

Aslında Abbas’ın istediği statü, Filistin’in BM’deki şimdiki statüsünü değiştirmeyecek ancak “devlet” adıyla anılmasını sağlayacak. Elbette İsrail böyle bir şeye karşı ve hele şimdi genel seçimden önce bunu tartışacak durumda bile değil.

Ayrıca, Obama Arap baharının ortasında Hamas ile ilgili de son sözünü söylemek istemiyor.

 

Selami İnce

http://www.birgun.net/writer_index.php?category_code=1321281411&news_code=1352626505&year=2012&month=11&day=11

 

  • Netten okumalar

 

  • Kafka'nın mirası ve sırları

 

http://www.ntvmsnbc.com/id/25395753

 

  • Cecile

 

Gözlerimin önündeki manzara bir Ortaçağ tablosuna benziyor. Gri-siyah üniformalılar, büyük denklerini taşıyan insanları itip kakıyorlar. Sıra bize de gelir mi? Darmadağın olmuş evlere, bohçalara ve şaşkınlıktan donup kalan, ümitsiz insanlara bakıyorum. Severek kullandıkları eşyalar yerlere saçılmış. Eşyalarını avluya taşıyan insanlar. Bizim sokağa yerleştirilecek olan Yahudiler kitle halinde gettoya taşınıyorlar. Şimdiden bir avuç Yahudi denklerini kapıya taşımaya başladı bile. Yahudi olmayan komşularımız gelen Yahudilere bakıp acımızı paylaşıyorlar. Bazı Yahudiler Polonyalı çocuklara para verip eşyalarını taşıtıyor. Bir ailenin denklerinden biri kayboldu. Birdenbire çevremde her şey ağlamaya başlıyor. Ne yapacaklarını bilmeyen insanlar, eşyalarına bakıp ağlıyor. Bir kadının bohçası açıldı ve içinden yumurtalar yuvarlandı. Güneş sanki insanların yaptıklarından utanmış gibi, bulutların arkasına saklandı ve yağmur yağmaya başladı. Sokakta sırtlarında yüklerini taşıyan insan selinden başka kimse yok. Kaldırımların üstünde bohçalarını sürüklemeye çalışan insanlar tökezliyor ve yere düşüyorlar. İnsanlar yere düşünce, denkler dağılıyor, içindekiler yerlere saçılıyor. Sırtındaki yükün altında iki büklüm yürüyen kadının bohçasından pirinçler yere dökülmeye başlıyor. Başlarında nöbet tutan Litvanyalılar durup dinlenmelerine izin vermiyorlar. Alacakaranlık çöktü. Yağmur hâlâ yağıyor. Böylece gettonun kapısına geliyorlar. Kapının önü çok kalabalık. Sırtlarında, ellerinde yükleriyle gelen insanlar getto kapısının önünde birbirlerini itiyorlar. Gelen Yahudilerin ardı arkası kesilmiyor. Bazısı gettodaki evlerine yerleştirildiler bile. Dört kişilik aile, on bir kişiyle pis ve havasız bir odayı paylaşacak.

 

http://www.birazoku.com/cecile

 

 

  • Obama’ya Yahudi desteği – İbrahim Kiras

 

http://haber.stargazete.com/yazar/obamaya-yahudi-destegi/haber-702916

 

 

  • Aile kahramanlığından toplum kahramanlığına, Herschel Grynszpan

http://www.agos.com.tr/haber.php?seo=aile-kahramanligindan-toplum-kahramanligina-herschel-grynszpan&haberid=3314

 

  • Kristallnacht – Engin Ardıç

 

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2012/11/10/kristallnacht

 

 

  • Yardım Kuruluşları – Nami Çelenk

 

http://www.hasturktv.com/israili_taniyalim/4806.htm

 

 

  • Derine, derindeki derine – Tevfik Taş

 

http://www.evrensel.net/news.php?id=40427

 

 

 

 

  • Netten seyredin

 

  • Yasmin Levy – Firuze

 

http://www.youtube.com/watch?v=g3FFNNsSoyk&hd=1

 

  • Guy & Roei Zooaretz -La serena

 

http://www.youtube.com/watch?v=Ph-w7fpwTw4

 

  • "Secharhoret"- yinon muallem & RAST ENSEMBLE Feat. Mor Karbasi

 

https://www.youtube.com/watch?v=8QLuH92QARI&feature=player_embedded

 

 

  • Tarihin Arka Odası

 

Tarihteki ilk ve tek Yahudi Türk devleti olan Hazar İmparatorluğu ve bu imparatorluğun halkı olan Karay Türkleri  - Dr. Tülay Çulha ile Dr. Ali Ahmetbeyoğlu.

 

http://tinyurl.com/a8bacsu

 

 

 

 

 

 

 

  • Bir tavsiye

 

  • Holokost İnkarı Yargılanıyor: Çarpıtmalarla Yüzleşirken Tarihe Başvurma

 

Holokost’un ve Holokost inkarının kökeninde Yahudi karşıtlığı (Yahudilere karşı akıldışı bir nefret) yatmaktadır. Aralarında Yahudi karşıtlarının bulunduğu ve İsrail Devleti’nin mevcudiyetine de karşı olan inkarcılar, Holokost’un, Yahudi devleti kurulurken dünyanın sempatisini kazanmak ve savaş sonrasında Almanya’dan parasal kaynak koparmak amacıyla, Yahudiler tarafından icat edildiğini öne sürmektedir.

Bu site, David Irving’in kendisine inkarcı dediği için Deborah Lipstadt’a ve yayımcısı Penguin UK firmasına karşı açtığı hakaret davasını temel almaktadır. Dava, Nazi dönemi belgelerinden çıkarılan güçlü kanıtlara, fiziksel kanıtlara ve sanıkların, hayatta kalanların, görgü tanıklarının ve kaçanların ifadelerine dayanmaktadır. Yargıç, Irving’in bir inkarcı olduğu kararına varmıştır. Kanıtlar, amacı Yahudileri yeryüzünden silmek olan Nazilere ait kasıtlı ve endüstrileştirilmiş bir düzenek kapsamında milyonlarca Yahudinin öldürüldüğünü göstermektedir.

 

http://www.hdot.org/tr/