Pera müzesinde iki yeni sergi

‘Altın Çocuklar’ ve ‘Flash Back’ Tezatın içindeki bütünlük. Karşıtların BİRliği. Klasik ve modern, biriktirme ve yayma, toplama ve dağıtma. Geçmiş ve gelecek. Doğu ile Batı. Boşluk ve tamlık hissi. Hepsinin ötesinde ölüm ve yaşam. Sanatın işlevi. Özellikle de kriz dönemlerinde sanatın işlevi...

Dalia MAYA Sanat
7 Kasım 2012 Çarşamba

Dünya çapında tanınmış sanatçılar Ben Jakober ve eşi Yannick Vu ekseninde, sanat çevrelerinde ABO olarak da tanınan ünlü sanat eleştirmeni Achille Bonito Oliva’nın da katkısıyla Pera Müzesinde tüm bu karşıtlar birleşip bu sefer de İstanbullu sanatseverler için bütünü oluşturdular. Pera müzesi bir taraftan ‘Flash Back Yannick Vu & Ben Jakober Yapıtlar:1982 – 2012’ sergisiyle çiftin modern sanatçı kimliklerini sanatseverlere sunarken, diğer yandan ‘Altın Çocuklar 16.-19. Yüzyıl Avrupa’sından Portreler’ sergisi ile koleksiyoner yanlarını gözler önüne sermekte. Çiftin, çocuklarını bir trafik kazasında kaybetmesinin ardından otuz yıla yayılan bir çaba sonucu oluşturduğu bu koleksiyon, çoğunluğu kraliyet ailelerine ya da Avrupa aristokrasisine mensup çocukların portrelerinden oluşmakta. Pera Müzesindeki sergi, “kaderleri doğmadan önce çizilmiş 57 soylu çocuğun resimleri üzerinden Avrupa siyasi tarihinin dört yüz yılını, o dönemin aristokrasi geleneklerini, inançlarını ve moda akımlarını keşfetme olanağı veriyor.

Genel bir hüzün algısı aynı zamanda düşündürüyor izleyiciyi. Küçücük yaşlarında önemli görevlere gelmek üzere eğitilmeye başlayan bu çocukların her biri kabarık etekler, tüller, kürkler ve mücevherlerden oluşan ergen giysilerinin içinde yaşlarının çok dışında sorumluluk ve görev bilinci altında ezilmekte, ciddi tavırları ile çocukluklarını yaşayamamış görünmekteler. Kraliyet ailelerinin çocukları için ‘mutluluk’ söz konusu olmayan bir yaşam yanılgısı mı idi acaba? 
Ben Jacober’in sergi açılışında düzenlenen sohbet esnasında belirttiği gibi, resimlerde onlara eşlik eden ‘papağan ve maymun, ebeveynlerini taklit etme mecburiyetlerini, köpek ise birer kopek gibi uslu olmaları gerektiğini’ vurgularken, çok azının elinde oyuncak olması dikkatimi çeken bir özellik oldu. Geçen yüzyıllara ve yaşam şeklindeki onca değişikliklere rağmen düşünmeden edemedim: O dönemde, gelecekteki görevlerine yetiştirilme çabası ile ezilen çocuklara şimdiki bakışımız ne kadar değişti acaba? Giysiler, eğitim şekilleri değişmişse de, çocuklarımızı gelecek baskısı ile ağır ders yükümlülükleri altında, ödevler, spor ve kültürel aktiviteler, kurslar ve sınavlar arasında ezip hala aynı yaklaşımı taşımıyor muyuz? Çocuklarımızın yaşamında başarı karşısında yaşamdan mutlu olmayı öğrenmek, yaşadıkları günün tadını çıkarabilmek ne derece önem taşıyor?

Erken çocuk ölümlerinin çok fazla olduğu o çağlarda çocuk portreleri bir anlamda çocukları ölümsüzleştirmek isteğiyle yapılırmış. Gerçekten de bu portrelerle yüzyıllar sonrasında Ben ve Yannick’in ellerinde, yeniden bir yaşam kazanmış her bir çocuk. Aklım kendi sorgulamalarımla meşgul, biraz önce gezdiğim sergideki portreler gözlerimin önünde, kulaklarımda Ben Jacober’in sesi, dinliyorum.  “Bu koleksiyon bizim bir takıntımız. Olayın psikolojisine girmek isterseniz, biz bu koleksiyona kızımızı kaybettiğimiz sıralarda başladık. Acaba kaybettiğimiz kızımızın yarattığı boşluğu topladığımız, bir araya getirdiğimiz, katalogladığımız, tamir ettiğimiz, temizlediğimiz, yürekten sevdiğimiz tüm bu çocuklarla mı doldurduk? Hafızamızın bu bölümünde, bir acının önünü mü tıkadı bu koleksiyon? Bilemiyorum. Ancak koleksiyoner toplar, sanatçı ise yaymak ister yaptığını.” diyerek birleştiriveriyor Ben Jakober kendisinde var olan iki tezat kişiliği.

Ben Jakober Viyana doğumlu bir sanatçı. Aynı zamanda eşi olan, Vietnam doğumlu Yannick Vu ile ayrı ayrı çalıştıkları gibi, ABO’nun 1993 Venedik Bienalinin küratörlüğünü yaptığı sergi için cesaretlendirmesi sonucu ortak eserler de vermeye başlamışlar. Pera Müzesinin bir katında da gerek ayrı ayrı gerek birlikte çalışmalarının ürünlerini de ‘Flash Back’ sergisinde gezme şansını elde ettim.

Tezat sadece çalışmalarında değil, aslında varlıklarında, içlerinde yaşadıkları çatışmalarda. 
Tezatta birliğe ermek.

Her şey aksi ile var olur bu dünyada. Onların birliktelikleri de bu gerçeğin bir kanıtı sanki. Biri Macar asıllı bir Avrupalı, belleğinden sonsuza dek silmek istediği İkinci Dünya Savaşı vahşetini küçük yaşlarında yaşamış. Diğeri Vietnam doğumlu Avrupa’da yaşayan bir Asyalı. Evliliklerinde olduğu gibi sanatlarında da farklı kültürlerin karşı karşıya gelmesi sonucunda BİRliğe ulaşmışlar. Bu açıdan sergide sanatlarını ayrı ayrı olduğu kadar, birlikte yarattıkları yapıtlar üzerinden üçüncü bir sanatçı olarak izlemek de mümkün.

Sohbetin başlangıcında ABO’nun gündeme getirdiği gibi, “Çok özel bir tarihi dönem yaşıyoruz. Büyük bir moral, sosyal, finansal, ekonomik çılgınlık dönemi. Nedir sanatın işlevi bir kriz döneminde? Genel olarak düşünürsünüz ki, kriz dönemlerinde her şey durur. Ancak gerçek böyle değildir. İkinci Dünya Savaşı yıllarında eser vermeye devam etmiş bir çok büyük sanatçı vardır. Birinci Dünya Savaşı yıllarında da yaşanan trajediye ve milyonlarca ölüme rağmen birçok sanatçı yaşam coşkusunu yansıtabilmişti. Bu durumda sanat nedir? Aslında sanatın pratik bir işlevi yoktur. Hiç bir sorunu çözmez sanat. Sanat sorunu göstermeye yarar, talep oluşturmaya, gerçeği sorgulamaya. İçinde yaşamakta olduğumuz bu büyük kriz anı her birimizde narkoz etkisi yapmakta. Ama sanat çok yönlü bir şok yaratmaya, bir farkındalık geliştirmeye yarar. Einstein’ın 1931 tarihli bir yazısında olduğu gibi sanat tedavi edicidir. Ben de inanıyorum ki, sanatçı için kriz, balık için su gibidir. Çünkü kriz en yüksek oranda hareketlilik sağlar. Sanat ve kültür anti dogmatiktir. İçinde yaşadığımız bu çok özel durumda sanat da böyle özel bir işlev üstlenmektedir. Gerçeklere yeni bir bakışla bakmamızı sağlayabilir, kişisel bir sorumluluk modeli örneği yaratabilir, izleyiciyi sorumluluk altına sokabilir. Sizler de Ben ve Yannick’in eserlerine bakarak, sanatın böyle bir işlevi olduğunu fark edebilirsiniz. Sanatta güzellik zamanına uyumlu olmasıdır. Sanatta güzellik simetri değildir, uyum da değildir. Sanatta güzellik ünlü yazarlar Stendhal ve Baudelaire’in de dediği gibi bir mutluluk ve gelecek için bir umut ifade ediyor olmasıdır.”

Ancak sergiyi gezdikçe, Ben ve Yannick’in eserlerinde geleceğe umut önermesinin yanı sıra, kendilerinin de sohbette belirtmiş oldukları üzere geçmişe bir saygı duruşu olduğunu da gözlemlemek mümkün. 1800’lü yıllarda yaşamış olan ünlü Fransız realist Ressam Gustave Courbet’nin ‘Dünyanın Kaynağı’ isimli yağlı boya tablosuna gönderme yapan aynı isimli çalışmalarına, Leonardo da Vinci’nin meşhur ve bitiremediği ‘At’ heykeline gönderme yapan ve çağdaş teknolojinin tüm imkânlarını kullandıkları Pera Müzesinde ancak fotoğrafını görebileceğimiz ‘At’ heykeline kadar… Yannick en beğendiği eserlerinden biri olan ‘At’ heykelini tanıtırken izleyiciye,  heykelin minicik bir versiyonu, bir iğne olarak yerleştiği yakasından göz kırpıyor sanki…“At heykelimiz sanatımızda çok önemli bir yapıt, çünkü birlikte çalıştığımız; birbirimizle farklı alt yapılarımızdan dolayı yüzleştiğimiz; ancak sonuçta bu alt yapıların bütünleşerek bizleri çok daha ileri götürdüğü bir yapıt. Leonardo, bu eseri yaratırken kullandığımız bilgisayar teknolojisine ulaşabiliyor olsaydı, eminim ilk kullanan sanatçılardan biri olurdu.” 

Sanat müzede kapalı mı kalmalı diye geçirirken aklımdan Ben Jakober sözü devralıyor, o da en sevdiği eseri söylüyor: ‘Hızlı okuma’ adını verdikleri, duvara monte edilmiş, bir motorla hareket eden dev bir tekerlek. Tekerleğin üzerinde dizilmiş kitaplar. Tekerlek döndükçe, kitapların açılıp kapanmasından çıkan bir anlamda uyuşturucu, bir anlamda insanı kitabın da yaşayan bir sanat eseri olduğunu hatırlatan canlandırıcı bir ses… “Sanat müzelerde kapalı kalmak için değildir”  Evlere girebilir, yaşamın her anına eşlik edebilir. Aslına bakarsanız, yaşamın coşkusunu hissedip sanatı gerçekleştirmek değil mi zaten yaşamın özü? 
‘Altın Çocuklar’ ve ‘Flashback’ sergileri Pera Müzesinde Ocak başına kadar izlenebilir.

 

Pera Müzesi’ndeki sergi, “kaderleri doğmadan önce çizilmiş 57 soylu çocuğun resimleri üzerinden Avrupa siyasi tarihinin dört yüz yılını, o dönemin aristokrasi geleneklerini, inançlarını ve moda akımlarını keşfetme olanağı veriyor.”