Evren’in sonu

Üç yıl önce katıldığı Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivalinde ‘Dönek’ adlı kısa metrajlı filmiyle 220 aday arasından ilk yirmiye giren Eli Kasavi, bu sene de başarısını tekrarlayarak aynı yarışmada ’Evren’in Sonu’ başlıklı kısa filmiyle yarışmaya hak kazandı

Tamara PUR Sanat
17 Ekim 2012 Çarşamba

Filmin yönetmeni/senaristi Eli Kasavi ve yapımcısı Nefes Polat ile film hakkında görüştük.

  Pek uzun diyemeyeceğimiz bir yolculuktan sonra hayallerini gerçekleştirdin. London Film School’ da bitirme tezin olan film, yarışmaya hak kazandı. Bu okulda edindiğin en yararlı deneyim ne oldu ve neden çekim için Türkiye’yi seçtin?

Eli Kasavi: London Film School’a girdiğimde verilen çalışmalardan beni en çok etkileyeni National Gallery Müzesinde bir painting (resim) seçip ondan ilham alarak film yapmamızdı. Tabloya bakıp hikâye yaratmamız için bizi o müzede bir hafta ağırladılar. Ve bir tablo nasıl okunur onu öğrettiler. Sanırım bütün okul hayatımda en verimli çalışmalarımdan biri o oldu. National Gallery o çalışmadan seçtiği beş projeyi sitesinde yayınlıyor. Ben filmimle yarışmayı kazandım ve o film halen National Gallery’nin web sitesinde gösteriliyor. Filmi Türkiye’de çekmemin en büyük nedeni yaratmak istediğim hikâye dünyasına sadık kalabilmek içindi. Sonuç olarak ben burada doğup burada büyüdüm. Bu dili konuşup bu dil ile düşünüyorum. Eğer hikâyedeki karakter bir temsiliyet niteliği taşıyorsa o zaman kendi adıma olabildiğince samimi olmam gerekiyordu. Hem proje hem de bundan sonrakiler için bunun doğru bir seçim olduğuna inanıyorum.

Filmin isminde bir ironi var. Başrol oyuncusu Evren ile yaşadığımız evren arasında nasıl bir bağ kurdun?

Filmin adını perdede ilk gördüğümüzde bize karanlık bir sonu, ölümü çağrıştırıyor. Aslında evrenin bir sonu olmadığını ve her bitişin bir başlangıcı olduğunu hatırlatmak istedim. Filimdeki karakter geleceği adına büyük bir sınavdan geçiyor. Ona bir miras sunuluyor ama o bu mirası amaç edinmiyor ve hayallerinin i peşinden koşuyor.

Yapımcım Nefes Polat ile senaryoyu yazarken birlikte çalıştık. Öncelikle projenin amacı ve motivasyonu nedir diye düşündük. Yaratmaya çalıştığımız; başka bir iktidara boyun eğmektense, kendi içindeki iktidarı bulan ve onunla güç kazanan bir karakterdi… Filimde gördüğümüz karanlık taraf kendi içinden dışarı çıkmakla ilgili.

Bu filmde hem yönetmen hem senaristsin. Deniz Türkali, Cem Özeren, Alper Kut, Esme Madra ile birlikte çalıştın. Neler yaşadın?

Amacım başından beri profesyonel oyuncularla çalışmak idi. Yapımcım Nefes Polat ile birlikte bunun için çok uğraştık. Başta farklı bir teknik denemek istiyorduk. Oyuncuları bulup onları o eve sokmak ve aralarındaki ilişkiyi keşfederek kendi diyaloglarını oluşturmalarını sağlamak istiyorduk. Kendi cümlelerini bulsunlar dedik, ama olmadı. Senaryoyu okumak istediler. Profesyonel oyuncu ile çalışmanın çok büyük faydalarını gördüm. Müthiş tavsiyelerde bulundular, ilham verdiler. Yazdığım karakterlere farklı bakabildim.

Filmin koreografisi çok ilgimi çekti; filme bir umut, bir neşe kattı

Koreograf Vanessa Taragano idi. Filmin genel kurgusunda, oyuncuların hareketlerinde, filmi bağlama sahnesinde bir koreografi üzerine çalıştık. Dans sahnesini de Vanessa ile çalıştım. Vanessa ile çalışmanın şöyle büyük bir avantajı oldu. Ona senaryoyu verdim. Ve benim hiç söylemediğim kuş, kanat konseptini o yarattı. Ona farklı bir içerik kattı. Bütün filmdeki karakterin iç çatışması, genelini özetleyen hikâye orada çıktı. O olmasa idi karakter hakkında bilgi vermek çok zor olurdu. Dolayısı ile çok güzel bir iş çıktı.

Koreografiyi sanırım filmlerde hep kullanmak gerek. Bedenin dili, duyguyu aktarma biçimi kelimeleri kullanmaktan daha önemli gibi geliyor bana.

Ayrıca ben Ulus Musevi Lisesinde okurken Micheal Jackson hayranı idim. O zamanlar modern dansla çok ilgili idim. Okulda dans kulübüne girmiştim. Tek erkek olduğumu fark ettim. Bir show sergiledik. Estetik olarak biraz bale gibiydi. Şu an düşündüğümde ise absürttü.

Dansa her zaman merakım oldu. Bundan önceki filmim’ Dönek’ karanlık bir filmdi. Benim onu kusmam gerekiyordu ki, bir şeyi sonlandırıp kendimi iyi hissedebileyim. Burada artık işin içine hem mizah hem de koreografi girdiği için bundan sonra yapmak istediğim filmler hakkında ipucu edindim.

Bu festivalin teması mizah, demokrasi ve muhalefetti. Sizin filminiz ne kadar konuyu yansıtabildi? Diğer filmler için ne düşünüyorsunuz? Film ile ilgili beklentiniz neler?

Nefes Polat: Bu bir basamaktı ve işlevini tamamladı. Genelinde böyle filmler seçmediklerini düşünüyorum. Yeni Türk sineması toplumun gelecekten hiç bir şey beklememesi ile ilgili. 80ler, 90lar Türk sinemasının üretim bakımından sıkışık bir dönemi. 2000’li yıllarda açılıp şimdi toplumsal gerçekçi olmaya doğru dönüyor. Bu o kadar sık yapılıyor ki, çeşitliliği bir şekilde öldürüyor. Türk sineması bir 15 yıl daha toplumsal gerçekçi yönetmenler arayacak. Sinema sanatı öyle bir şey ki, parmak izi gibi. Her yönetmen kendi dilini taşıyor. Eli’nin bireye yönelmesinin çok büyük faydaları var. Tıpkı Nuri Bilge Ceylan gibi. Eli’nin bireye bakışında mizah var, muhalefet ve iktidar var. Bu sektörde bir on yıl diğer toplumsal gerçekçi yönetmenlere sağlanacak imkânlar yok. On yıl önce Eli’nin parmak izi daha fazla imkâna sahipti. Eli bu imkânları bildiği için bazı kaygılar taşıyor ama bunların farkında ve doğru çabalar içinde.

 

BU FİLMİN NE KADARI SENİ YANSITIYOR?

Tamamıyla otobiyografik bir film. Burada bir şey söylemeden geçemeyeceğim. Reha Erdem çok sevdiğim bir yönetmen. Der ki “Benim filmlerim otobiyografik, ama ben size bunu birebir anlatmak yerine ondan kelebekler yapıp uçuruyorum’’. İşte anlatmak istediğim bu. Gerçeği samimiyetinde ve duygusunda…İçimdeki duyguların dışa yansımasında…

 

Film çekimi süresince neler yaşadınız?

Nefes: Benim için en önemli şey kurduğum ekibin çekim yaptığı süreç içinde birbirine sarılması idi. Herkes film setinde ‘seni seviyorum’ deyip birbirlerine başarılar diliyordu. Çok uyumlu bir birlik olduk.

Eli: Öyle güzel bir ekip olduk ki… İngilizce bilmeyen, arkadaşının yönlendirmesi ile İngilizce kurslarına gitmeye başladı. Birbirini tanımayan insanlar sırdaş oldular.

Anneler Gününde ‘anneleri arama molası’ verelim dedik. Telefonlar açıldı ve herkes annesini aradı. Her olay kendiliğinden çözülüyordu, her oyuncu projeyi bir tık öteye taşıyordu.

Orada tesadüfen bulunan bir oyuncu Eli için “Çok rahatlatan bir yönetmen, diğer yönetmenlerden çok farklı. Oyuncusuna karşı sevgi dolu ve çok sahiplenici” dedi.

Son söz olarak neler demek istersiniz?

Nefes: Bu yarışmada Cannes’da ödül almış bir yönetmenin filmi vardı (Rezzan Yeşilbaş-Sessiz).

Bu bizim için çok büyük rakip. Yarışmada en iyi olmak biraz da rakiplere bağlı. Biz o tereddüdü yaşadığımız için kendimi şanslı hissediyorum. Hrant Dink cinayetini anlatan bir filmle yarıştım. Ve onunla aynı yerdeyiz. Bana göre bu bir başarıydı.

Eli: Bundan sonra uzun metrajlı film yapmayı düşünüyorum.

Benim gibi meraklı gençlere, meslektaşlarıma verebileceğim en iyi tavsiye, yarattıkları işte kendilerini en samimi şekilde yansıtabilmeleri ve bu süreçten keyif alabilmeleridir. Umudu hiç yitirmemek, peşini bırakmamak gerekir.