Yizkor 5773

Bundan on ay kadar önce, beni ben yapan, çok değer verdiğim kişilerden biri olan büyükbabamı kaybettim. Kendisi çok onurlu bir insandı. Özverili bir Hasid’di.

Kavram
17 Ekim 2012 Çarşamba

Onu çok özlüyorum. Fotoğrafı telefonumun ekranında, böylelikle her telefon açtığımda (ve bu oldukça sık tekrarlanıyor) büyükbabamı görebiliyorum. Öncelikle Zeide’mi hatırlamak ve anmak istiyorum.  Ve aynı zamanda, bu konuşmayı yürekten tercüme eden Aylin Yengin’in annesi Vered Grunberg’i de anmak istiyorum

 

Yüzümüzü T-nrı’ya dönüp, aramızdan ayrılan sevdiklerimizi hatırlaması için O’na dua edeceğiz ve aziz ruhlarının, atalarımızla birlikte Gan Eden’de huzur bulması için O’na yalvaracağız. Hep birlikte bir hatırlama, bir sevgi, bir iletişim ve bir takdir anı yaşayacağız.

Şimdi sizlere soracağım soruyu ne yazık ki uygun bir biçimde sormanın yolu yok; bu yüzden, umarım açık sözlülüğümü mazur görürsünüz. Anların ve mekânların en gerçeğinde bulunduğumuz bu günde, kendi kendimize karşı dürüst olup, şu soruyu sormamız gerekiyor: “Anne-babalarımız hayattayken değerlerini bildik mi, yoksa ancak ölümlerinden sonra mı onlara gereken değeri vermeyi öğrendik?” Onları kaybetmeden önce de, “Seni seviyorum anneciğim”, “Seni seviyorum babacığım” sözleri ağzımızdan bu denli kolayca döküldü mü? İnsanları hayatta oldukları sürece takdir edebiliyor muyuz, yoksa gereken saygıyı görmeleri için melek olmalarını mı bekliyoruz?

İlginçtir ki, insanlar aramızdan ayrıldıktan sonra, daima arkalarından söyleyecek güzel sözler buluruz: Başarılarından, yaptıkları iyiliklerden, erdemlerinden, cömertliklerinden ve koşulsuz sevgilerinden söz ederiz. “Annem harika bir insandı, dünyanın en güzel pastalarını ve kurabiyelerini pişirirdi.” “Babam meşgul bir insandı, ama ne olursa olsun ailesiyle birlikte yediği hiçbir Şabat yemeğini kaçırmazdı.” “Ağabeyim inanılmaz bir insandı, daha yüzüne bakar bakmaz karşısındakini gülmekten yerlere yatırırdı.” “Ablam çok sert görünümlü biriydi, ama altın gibi bir kalbi vardı, başkalarının sorunları karşısında dayanamaz, gözyaşlarına boğulurdu.”

Peki, ama aramızdan ayrılan bu kişilerin de herkes gibi hataları ya da kusurları yok muydu? Sizinle birlikte oldukları sürece, bu kadar mükemmel olduklarını düşünüyor muydunuz? Peki ya başarısızlıklarına ve kötü alışkanlıklarına, egolarına ve arzularına ne demeli? Ya da sinirden köpürüp kontrollerini yitirdikleri zamanlara? On altı yaşında olduğunuzda, anneniz size bir melekmiş gibi geliyor muydu? Elinizi vicdanınıza koyup, eşinize anne-babanız hakkında ne düşündüğünü sorsanız, ne cevap verirdi acaba?

Yaşadıkları süre boyunca sevdiklerimizin onca yanlışlarını gördük, şimdi ne değişti peki? Nasıl silinip gitti bütün kusurları?

Üç hafta boyunca arka arkaya okunan ve sabah Kriat Hatora sırasında tamamladığımız peraşalar ile ilgili çok çarpıcı bir işaret vardır. Bu peraşaların isimleri sırasıyla şöyledir: Acharei Mot (‘ölümden sonra’), Kedoshim (‘kutsal olanlar’) ve Emor (‘söyle’). İsimlerini art arda okuduğumuz zaman karşımıza çıkan cümle kabaca şu anlama gelir: “Ölümden sonra, onun kutsal olduğunu söyle.”

Acaba, vefat edenlerin ruhlarına bulaşmaktan çekindiğimiz ve gece yarısı ellerinde yanan meşalelerle karşımıza dikilmelerinden korktuğumuz için mi, ağzımızı açmıyoruz?

Bu soruyu sormak çok önemli, çünkü hepimizin hayatında, hâlâ hayatta olan ve her şeye rağmen hataları ve zaafları olan sevdiklerimiz var. Ve eğer, kaybettikten sonra onlara karşı tutumumuzun neden değiştiğini kavrayabilirsek, henüz hayatta ve sağlıklı oldukları sürece, onlara karşı olan bakış açımızı değiştirmeyi başarabilir ve bu sayede mezar taşlarına değil de, yüzlerine konuşma fırsatını yakalayabiliriz.

Ne oluyor peki, vefat eden kişi öldükten sonra değişiyor mu?

Hiç sanmıyorum. Değişen aslında onlar değil, biziz.

İnsan yaşantısı boyunca, bazı ayrıntıların içinde kaybolup gidiyor. Hayattaki yanlış anlaşılmalar ya da ilişkilerde yaşanan acılar, insanlarla aramızdaki duygusal bağı zedeleyebiliyor. Oysa her şey sona erdiğinde, olaylara farklı bir perspektiften, daha geniş bir açıdan, daha açık ve net bir şekilde bakma şansımız oluyor. Ve o noktada – her ne kadar biraz geç olsa da – vefat eden kişinin aslında ne kadar mükemmel biri olduğunu anlıyoruz.

Bir anda yeme-içme alışkanlıkları önemini yitiriyor, patavatsızlıklarını şaka gibi görmeye, ağırkanlı konuşmalarını ya da o güne dek garipsediğimiz beceriksiz davranışlarını dudaklarımızda bir gülümsemeyle hatırlamaya başlıyoruz. Ne olmuş yani yanlış zamanda yanlış ifadeyi kullanmışsa? Tek yaptığı ilişkimizi daha ‘renkli’ hale getirmeyi başarmaktı.

Esas soru şu: İnsanları daha çok takdir edebilmemiz için illa vefat etmeleri mi gerekiyor? Birini tam olarak “anlayabilmemiz” için, onu (T-nrı korusun) illa kaybetmemiz mi gerekiyor? “Sevgili kocam / babam / ağabeyim” tabirleri illa ölümden sonra mı kullanılmalı? Yoksa bu tabirleri ömür boyu kullanabilir miyiz? 

“Annem harika bir insandı!” demek çok güzel. Ancak esas önemli olan “Annem harika bir insan!” diyebilmek.

Peki, sevgili anne-babalar, çocuklar, ablalar, ağabeyler, ya bugünkü ilişkilerimiz ne olacak? Aramızdan ayrılanlara duyduğumuz sevginin aynısını, yanımızda olan sevdiklerimize bahşetmemizi sağlaması ve onlara yeryüzündeki Gan Eden’i göstermesi için Aşem’e yalvarmaya ne dersiniz? Bu şekilde sevgimizi birbirimizle paylaşmayı başarabilir miyiz?

Bilgelerimiz bize, Yom Kipur gününde Aşem’in, insan ile T-nrı arasındaki tüm günahları bağışladığını öğretirler. Şabat, Kaşerut, Taharat Hamişpaha, Tefilin, Tora öğrenimi ve daha pek çok mitsvalar konusunda biraz ihmalkâr davranmışsak eğer, T-nrı yeni seneye girerken bu günahlarımızı siler. Bembeyaz bir sayfayla yeni yıla başlarız. Ancak, bu kutsal Kefaret Gününde, T-nrı’nın silemediği ve bağışlamayacağı bazı günahlar da vardır. İnsanların diğer insanlara karşı işledikleri günahları T-nrı affetmez, affedemez. Af dilenecek biri varsa, o da kalbini kırdığımız, maddi açıdan zarar verdiğimiz ya da duygularıyla oynadığımız kişidir.  Ancak o zaman, T-nrı günahlarımızı siler ve adımızı hayırlı, bereketli ve başarılı bir yıla yazar.

Aramızda çözümlenmemiş sorunlar olan bir insanın mezarını ziyarete gitmek yapılması gereken doğru bir harekettir. Öte yandan, üzmüş olduğumuz ya da bizi üzen bir insanı bilfiil ziyaret ederek ondan af dilemek ya da onu affettiğimizi söylemek çok daha doğru – ve T-nrısal – bir davranıştır. Hayatta olan bir kişiye “Özür dilerim” ya da “Seni tüm kalbimle bağışlıyorum” demekten daha kutsal bir şey yoktur.

Bu çok mu zor bir şey? Kuşkusuz öyle. Ego’muzu af dilemekten daha fazla ne incitebilir? Hiçbir şey. Ancak bu öncelikle bir mitsva’dır. Diğer yandan, geçmişin yaralarını sarmayı kendimize, yalnızca kendimize borçluyuz. Lewis B Swedes’in dediği gibi: “Bağışlamak bir mahkûmu özgür bırakmak ve o mahkûmun siz olduğunu fark etmektir”

Sevdiği bir insana karşı kin tutan bir insan tanıdınız mı hiç? Bu kin onu yer bitirir. Gece gündüz, hiç durmadan bundan söz eder, sürekli bundan şikâyet eder ve herkese, bu sevdiği insanla ömrünün sonuna kadar konuşmayacak olsa da, bunu hiç umursamayacağını söyler durur. Kimi kandırıyorsun sen?

Bu, kinimizi içimizde barındırmanın ve olumsuz duygularla yaşamanın bedeli konusunda eşsiz bir metafordur! Çoğu zaman bağışlamayı karşımızdaki için bir armağan gibi görsek de, asıl kazançlı çıkan biz oluruz!

Bir zamanlar, annesiyle bazı sorunlar yaşayan bir kadın yaşarmış ve Rebbe ile bir özel görüşme sırasında bu sorununu dile getirmiş. Rebbe’ye annesiyle aralarındaki tüm ilişkiyi kesmek istediğini anlatmış.

Rebbe kadına dönüp gayet ciddi bir şekilde, “Bundan çok kısa bir süre önce annemi kaybettim,” demiş. “Onu o kadar çok özlüyorum ki, onunla bir kerecik daha görüşebilmek için varımı yoğumu verirdim. Senin annen sağ salim hayatta ve sen onunla tüm bağlarını kopartmak istediğinden söz ediyorsun. Böyle bir şeyi nasıl söylersin?”

Günde kaç kez, T-nrı’ya dua edip, “T-nrım, annem ve babam hayatta olduğu için çok teşekkürler! Bana verdiğin kız ve erkek evlatlarım için Sana minnettarım!” diyoruz?

Hayat yalnız başına yaşanmayacak kadar kısa. Hayat, ailevi bağlarımızı kopartmayacak kadar kısa. Hayat, başkalarına karşı kin beslemeyecek kadar kısa. Ve hayat: “Özür dilerim” demek için gurur yapmayacak kadar kısa.

Hiç kimse size, ilişkileri idare etmenin çocuk oyuncağı olduğunu söyleyemez; ilişkileri yürütmek zor ve zahmetlidir ve sonsuz özveri gerektirir. Ancak hiçbir şey ailenin yerini tutamaz. Şimdiye dek hiçbir bilim adamı, sağlıklı toplumlar oluşturmak için aileden daha başarılı bir yöntem geliştiremedi. Hiçbir şey, “ben”i daha iyi bir “ben” yapma yolunda, karşımdakine yardımcı olmaktan daha yararlı olamaz.  Tüm tuhaflıklarına rağmen, aile T-nrı’nın insanoğluna en büyük armağanıdır.

Pek çok insan, Facebook sayfalarına ekledikleri “Beni affeder misin?” yazılı bir resimle affedilmeyi bekler. Hoş bir davranış olsa da, gerçek marifet bu değildir. Gerçek marifet, en yakınlarımızdan – eşimizden, anne-babamızdan, kardeşlerimizden, iş arkadaşlarımızdan ve erişkinliğe adım atan çocuklarımızdan özür dilemektir. Bizi onların gözünde en çok yüceltecek olan davranış, kendilerine yapmış olabileceklerimizden ötürü onlardan af dileme olgunluğunu göstermektir.  En yakınlarımızdan af dilemek gerçek ahlaklılık, incelik ve hiç kuşkusuz T-nrı ve insan katında en erdemli sayılan davranıştır.

Yizkor, yılın en kutsal gününde okuduğumuz ve daha iyi bir yere göç etmek suretiyle artık aramızda olmayan sevdiklerimizle bizi tekrar iletişime geçiren şahane bir dua. Ve ben bu noktada sizlere, yılın bu en kutsal gününde neden değerli anlarımızı, sevdiklerimizi hatırlamaya harcadığımızı sormak istiyorum. Acaba bu, bizi sinagoga çekmek için kurulmuş bir tuzak mı, yoksa gündemde başka bir şeyler mi var?

Sorunun cevabı basit: Yom Kipur zaten yalnızca bundan ibaret, yani ilişkilerden.

T-nrı bizim eşimizdir; biz Museviler onun geliniyiz ve bugün Yihud odasında ikimiz baş başayız ve birbirimizi daha iyi tanımaya, aile bağlarımızı güçlendirmeye ve mutlu bir evlilik yılı daha geçirmek için geçmişi temizlemeye çalışıyoruz.

T-nrı bizim babamız ‘Avinu’dur ve biz onun oğullarıyız ve sevgili Atamıza, Babamıza sarılıyor, O’nu öpüyor ve O’na yaptıklarımızdan dolayı ağlıyoruz. Ve O da, bir babanın oğluna duyduğu şefkatle ve merhametle bizi kucaklıyor.

T-nrı bizim Kralımız ve biz de O’nun izinden gitmeyen kullarıyız ve bu özel günde gelip Kendisine “Kralımız, Efendimiz lütfen bizi yanına al ve arkandan da kapıyı kilitle ki, birbirimize karşı olan bağlılığımızı ve sevgimizi sonsuza dek kutlayarak göklere çıkaralım,” diyoruz.

Bizler Yizkor’u, insanoğlu ile T-nrı ve insan ile insan arasındaki ilişkinin önemine odaklanmak için okuyoruz.  Bizler Yizkor’u, dinin temelinin aile kavramına dayandığını ve Yahudiliğin özünün, nesilden nesle geçen bağ olduğunu hatırlamak için okuyoruz. 

Yizkor yalnızca T-nrı’ya bir dua değil, daha da önemlisi kendimize bir yakarıştır.

Yizkor: Sevdiklerini, kendi evlerindeyken hatırla. Onlara zaman ayır. Onlara sarıl, onlarla konuş, onlarla oyna, onlarla birlikte öğren. Onları ne kadar sevdiğini söyle.

Yizkor: Hupa’nın altındayken eşine duyduğun sevgiyi hatırla. Bu sevgiyi evliliğine geri getir. İlişkinde kaybolmaya yüz tutan heyecanı ve romantizmi yeniden alevlendir.

Yizkor: Küsmüş olduğun aile fertlerini hatırla ve onları affet. Bu akşam onları ara, yemeğe davet et ve aileni tekrar bir araya getir. Ailenin parçalanmasına göz yumma.

Hiç şüphe yok ki: Eğer hatırlarsak, Aşem de bizleri iyi ve tatlı bir sene için hatırlayacak.

Mendy CHITRIK