Öteki ya da değil, ne fark eder!

Rahime Sezgin’in kaleminden İzzet Keribar portresi...

Toplum
28 Eylül 2012 Cuma

Bugüne kadar birçok yaşam öyküsü kitabı okudum. Ancak kahramanı İzzet Keribar gibi usta bir fotoğrafçı olunca, onun sadece sanat geçmişini bilmek yeterli olmuyor. Kendisini bugünlere getiren şehrin dokusunu, rengini, dünya görüşünü ve sanatını destekleyen ailesi ile yakınlarını tanımak da büyük önem taşıyor.  Rahime Sezgin’in ‘ÖTEKİ ya da DEĞİL, NE FARK EDER’ adlı kitabında, İzzet Keribar’ı bütün bu yönleriyle keşfedeceksiniz.

Fotoğrafa başladığım ilk aylardan tanırım İzzet Keribar’ı. Dernek toplantılarına katılmamı sağlamıştı. Birlikte fotoğraf gezilerine çıktık. Başarılarımda emeği vardır; bugün de olduğu gibi… Birlikteliğimizde kısa kısa hayat hikâyelerini anlatırdı. Fotoğrafçı, iş adamı, müzik ustası, porselen ve pul uzmanı ve asıl önemlisi hayata sevgi ile bakan bir sanatçıdır o. Anlattıkları bölük pörçük anılarımda saklıydı, ta ki yeni yayınlanan ‘ÖTEKİ ya da DEĞİL NE FARK EDER’ isimli kitabı yayınlanana kadar. Zaman gazetesi yazarlarından Rahime Sezgin imzasını taşıyor kitap; keşke daha da çok yazabilseydi diye düşünüyorum. Olsun, yine de çok önemli bir görev üstlenmiş. Tarihe, yaşanmışlıklara örnek olacak çalışma.

Keribar ve Sezgin ile yeni kitaplarını konuştuk.

Daha önce böyle kapsamlı bir çalışma yaptınız mı? Neden İzzet Keribar’ı seçtiniz?

Rahime Sezgin: Bu benim ilk kitap projem, daha önce böyle bir çalışma yapmadım. Uzun yıllar Zaman gazetesinin hafta sonu eklerinde çalıştım. Bir yıldır aynı gazetenin ekonomi servisinde çalışıyorum. Hafta sonu eklerinde insan hikâyelerini ve tarihlerini birleştiren dosyalarda çalıştım. İlk zamanlarda İzzet Bey’le yolumuz kesişti. Bir haber çalışması için bir araya gelmiştik.  Kısa bir görüşme idi, ardından uzun yıllar birbirimizi görmedik. Aslında benim Türkiye’deki azınlık tarihine karşı ilgim her zaman vardı. Birçok alanda olduğu gibi hepimiz hayatta tecrübeler biriktirerek ilerliyoruz ama bu tecrübeleri çoktan biriktirmiş, belli yönleri ile tanıdığımız, ama bunların tamamını aktarmamış insanlar da var. Bizler gazeteci olduğumuz için bu kişilerle yolumuz kesiştiğinde onları satır aralarımıza taşıma şansımız oluyor. Ben, İzzet Bey’in çok zengin bir hikâyeye sahip olduğunu o ilk görüşmemizde anlamıştım ama o zamanlar benim için çok erkendi. Hem kalemimin gelişmesi gerekiyordu, hem de böyle fikir oluşmamıştı o anda. Ama zaman içinde farklı hikâyelerle farklı şekilde çalışmalar yaparken, Türkiye’de azınlıkların yaşamış olduğu dönemleri, biraz da benim uzağımda olan ve bugün var olmayan değerleri, kültürü, sanatı, sosyal hayatı, bilmediğim yaşamların kapısını aralamak istedim. İzzet Bey bunu bana çok doğru anlatabilecek bir isimdi, çünkü hafızası çok kuvvetli idi. İzzet Keribar, fotoğraf sanatı ile uğraşıyor ve herkese hitap ediyor.  Hayatı bir ucundan yakalayan bir iş yapıyor. Her kareye objektifi ile bakan birinin, yakın tarihe de objektif bakacağını düşündüm. Tabii yaşanılmış acılar silinmiyor insanın hafızasından. Hepimiz alınan yaralarla ilerliyoruz ama onları birer ayrıştırıcı unsur olarak değil de, olanların neticesinden çıkan derslerin birleştirici unsur olarak devam etmesi önemli idi benim için. Bu yüzden İzzet Bey benim için en doğru adreslerden biriydi; sağ olsun kendisi beni olumlu ve güler yüzle karşıladı. Ne zaman kapısını çalsam hiç hayır demedi.

İzzet Keribar’ı nasıl tanımlarsınız?

Çok disiplinli, prensip sahibi, bunu söylemek haddim değil ama çok donanımlı, çok ayrıntıcı, ince zevkleri olan bir insan. Objektifi ile her şeyi yakaladığı gibi, gözleri ile de her şeyi ayrıntılarına kadar yakalıyor. Çok şey öğrendim bu anlamda. Aristokrat ve İstanbullu bir hayat var kitapta.

Bu kitabın yayınlanmasını bir rehabilitasyon olarak tanımlayabilir miyiz İzzet Bey?

İzzet Keribar: Bu kitap üç senede ortaya çıktı, Rahime Hanım inanılmaz bir sabır gösterdi. Arada, yaşadığımız huzursuz zamanlar dolayısı ile ara verildi. Kendisi bunu söylemiyor ama kolay olmadı. Altmış yılı kronolojik olarak sıralamak, bütün olayları tadında bırakmak önemlidir. Bir şeyi kötü anlatabilirsin ama bütün şeyleri tadında bırakmak, dozajını doğru vermek kolay değildir. Çok kızdığım ya da umursamadığım şeyler de olmuştur. İkimizin gayreti ile okuyucuya doğru bir şekilde iletilmesini sağladık sanıyorum. Kitap yeni çıktı, çok iyi karşılandığına dair emareler geliyor. Kim ilgilenir diye düşünüyorduk ama ‘acaba’ kelimesi kendini buluyor.  En zor şey, bütün bu kayıtlar yapıldıktan sonra onları doğru bir şekilde yeniden bilgisayara döküp, tekrarlardan kaçınmak, doğru bir omurga oluşturup, yerleştirmekti. Her ne kadar basit gibi görünüyorsa da, kolay değil. Kitap yazanlar bunun ne demek olduğunu iyi bilir.

Tüm samimiyetinizle Rahime Hanım’a açıldınız, hayatınızı anlattınız; bu nasıl bir duygu?

Ben rahat bir insanım, asıl dikkat etmem gereken şeyleri çok iyi biliyorum.  Sıkıntılarımızı abartmakla ne geniş toplumu ne de cemaatimizin bireylerini rahatsız ettim. Röportajlarda bile kullanacağımız kelimeleri dikkatle seçmemiz lazım. Dar bir yol üzerinde ilerliyoruz. Ama sonuçta gerçek neyse odur. Biz burada hakikati inkâr etmedik. Olan tatsız olaylara rağmen, kimseye garez bağlamadan, kötü kelime kullanmadan sadece anlatmakla yetindik.

Şimdi geriye baktığınızda bunca yaşam tecrübeniz ve birikiminiz ile okurunuza vereceğiniz mesaj ne olabilir?

Fotoğraf röportajlarında bana genelde gençlere masajınız ne olabilir diye sorarlar. Tabii öyle düşünmek doğru değil. Gençlere fotoğraf dışında söylenecek sözler de var.  Bu kitabı okuyanların sonuna kadar okumalarını öneririm.  Bunun hatıra defteri gibi şey olduğunu sanmasınlar.  Sonuna kadar okunduğunda, farklı farklı bölümlerden, herkesin payına, aklında kalacak birkaç anı ya da tecrübelerimden ders çıkarabilecekleri, bunlar da olmuş demek ki diyebilecekleri yaşanmışlıklar bulacaklardır.

Aslında söylemek istediğim şudur ki; bu yaptığımız sekizinci röportaj ve buraya gelenlerin takıldığı bir cümle oldu: “Siz böyle demiştiniz, bunu biraz açar mısınız?” şeklinde. Bundan dolayı kitabı sonuna kadar okumalarında yarar var, içinde kendilerine ait hoş tatlar bulabilirler.

Cevaplarken zorlandığınız soru oldu mu?

Rahime Hanım bana kardeşçe sorular sordu. İğneliyici soruları olmadı. Röportaj, yapılan kişinin en büyük korkusu söylenenlerin deforme olmasıdır. Çok kısa zamanda Rahime Hanım’ın böyle bir şey yapmayacağına, bizim topluma zarar verebilecek bir şeye çevirmiyeceğine inandım ve bütün yüreğimle kendisine güvendim, gerçekten de öyle oldu.

Sizin zorlandığınız soru oldu mu?

Rahime Sezgin: Aslında İzzet Bey’le görüşmeleri yaparken bir soru cevap akışından çok, şöyle bir yöntem izledim: öncelikle dönemleri rahat anlatması için söylemim “Hayatınızın bu evresini anlatır mısınız?” şeklinde oldu. Çünkü hayatını soru cevap şekline getirecek patika yolları bilmiyordum. İzzet Bey anlattıktan sonra gazetecilik yönümü ortaya çıkartıp, sorularımı yönelttim ama sorarken şuna da dikkat ettim. İzzet Bey uzun görüşmeler sırasında geçmişe dönüyor, o dönemi tekrar yaşıyor gibi oluyordu gerçekten. O anlarda onun hassasiyetine elimden geldiği kadar özen gösterdim. Günlük röportajlarda sorulan daha hoyratça ve basite indirgenmiş soruları yöneltmekten kaçındım, kırıcı olabilirdi. Kendimi çok frenlediğim anlar oldu diyebilirim.

İşte size bir yaşam örneği! Bu röportajı hazırlayabilmek için kitabı çok kısa bir zaman dilimi içinde ve yüzeysel bir şekilde okudum. Ancak şu sıralar ikinci okumamı yapıyorum ve yakın bir zamanda tekrar sizlerle olacağım.

Yolun açık, gözün bakacın arkasından silinmesin sevgili İZZET!

 

Rahime Sezgin hakkında

Rahime Sezgin, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesinden mezun oldu. 2003 yılından beri Zaman gazetesinde muhabir olarak çalışıyor. 2004 yılında Uluslararası Basın Enstitüsü tarafından organize edilen seminere katıldı ve haber yarışmasında ikincilik ödülünü kazandı.

 

ALBERTO MODİANO