İzak Baron´dan Ağa Takılanlar

İnsanın soyadı Margulies olunca, “Nerelisin?” sorusu gelir. “İstanbulluyum” deyince gözlerde bir soru işareti belirir, “Yahudi bir aile” cevabıyla birlikte gözler rahatlar. Karşımdaki kişi her şeyi anlamış olur. Ve şöyle demiş olurum: “Çok zenginim. Paradan çok iyi anlarım. Benim için en önemli şey Yahudi olmaktır ve tüm Yahudileri her zaman kayırırım. Zaten beraberce dünyayı ele geçirmeye çalışıyoruz. ABD’yi çoktandır kontrol ediyoruz, sıra dünyanın geri kalanında. Hepimiz aslında İsrailliyiz.” Bu cümlelerden biri bile doğru değil. Ama Türkiye’de ‘Yahudi’ bu anlamlara gelir. RONİ MARGULİES

Diğer
28 Eylül 2012 Cuma

 

"Siz hiç suçsuz olduğunuz halde cezalandırıldınız mı? Biz cezalandırıldık."

 

 

"Biz ayakkabılarız, biz geriye kalan tek görgü tanıklarıyız.

Biz torunların ve büyükbabaların ayakkabılarıyız, Prag'dan, Paris'ten, Amsterdam'dan,

Sadece kumaştan ve deriden yapıldığımız, etten kemikten yapılmadığımız için o cehennem ateşinden kurtulduk."

Moses Schulstein (1911-1981) İbrani sair..

Bu yazı Amerika'da Holocaust adlı soykırım müzesinden alıntı. Yazının altında soykırıma uğrayan Yahudilerin yüzlerce ayakkabısı var.

Müzenin gerçek ismi United States Holocaust Memorial Museum, Amerika Birleşik Devletleri Yahudi Soykırımını Anma Müzesi..

Başta Yahudiler, Çingeneler bedensel özürlüler ve daha bir çok gurubun çektiği tüm acıları, üzüntüleri, kayıpları, işkenceleri bir bir öğrenip onların yaşadıklarını bir nebze olsun anlamaya çalışıyorsun...

Ve anlatıyor da... O duvarlardaki yazılar, mahkûmların giydiği kıyafetler, kullandıkları eşyalar (ayakkabılar, çatallar, makaslar...), videolar, size yaşanan her hikâyeyi tek tek naklediyor.

O ayakkabılara baktığımda her çiftinin ayrı bir hikâyesi olduğunu düşündüm, acaba o tabanı delik ayakkabı nerelerde çalıştırılmıştı? O yırtık olanın sonu nasıl oldu? Gaz odası mı? Kim bilir? Peki ya o çocuk ayakkabısının hikâyesi? Onun suçu neydi peki?

İzlediğimiz videolardan birinde kurtulanlar, yaşadıklarını anlatıyordu. Hepsi aynı soruyu soruyordu bize "Siz hiç suçsuz olduğunuz halde cezalandırıldınız mı? Biz cezalandırıldık."

Onların suçu Yahudi olmaktı. Irkları yüzünden cezalandırılmışlardı... "Acaba nasıl bir hayvan olarak görülüyoruz diye çok merak ediyordum, sokaktaki hayvanlara yapılan muamelenin daha kötüsü bize yapılıyordu." demişti biri. Ve konuşan her kişinin gözlerinden o acıyı görebiliyordunuz, akan yaşlardan da üzüntüleri...

 

Hıncal Uluç

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/uluc/2012/09/20/soykirim-muzesinden-anilar 

 

  • Netanyahu’nun kırmızı hattı Obama’nınkinden farklı

 

 

Netanyahu, Washington’un savaş tehditlerini ciddiye almamaya başlamasıyla, elindeki kozu kaybetmiş olabilir. Clinton geçtiğimiz Pazartesi “İran konusunda mühlet belirlemiyoruz” dedi. “Ne

yaptıklarını dikkatle izliyoruz, çünkü her zaman önemli olan eylemleri oldu. Yaptırımlara odaklanmak ve İran’ı iyi niyetli bir müzakereye dahil etmek için daha zamanımız olduğuna inanıyoruz.” Bu “diploması ve yaptırımlar işe yaramadı” diyen İsrailli lideri çileden çıkardı.

Yaptırımlar elbette İran’ı, BM Güvenlik Konseyi kararlarını ihlal edecek şekilde uranyum zenginleştirmekten alıkoymadı. Fakat İran bomba üretmeye de çalışmıyor. ABD ve müttefikleri İran’ın, gerekli kapasiteyi sağlayacak nükleer altyapıyı geliştiriyor olsa da bomba üretme kararı vermediğine inanıyorlar. Gerçek amaçları, Japonya’nın yapmış olduğu gibi, bomba üretmeden sadece bomba üretecek bir sisteme sahip olmak olabilir. Savunma Bakanı Leon Panetta Salı günü, eğer İran nükleer bomba üretmeye karar verirse ABD’nin bunu durdurmak üzere askeri operasyon yapmak için en az bir yıla sahip olduğunu onayladı. Obama’nın kırmızı hattı çektiği yer tam da burası.

Netanyahu Salı günü “Eğer İran bir kırmızı hat ve mühlet olmadığını bilirse ne yapar?” diye sordu. “Tam olarak şu anda yapmakta olduğunu. Kimse müdahale etmeden, nükleer silah üretme kapasitesine ulaşmak ve sonra da nükleer bomba yapmak yolunda çalışmayı sürdürüyor.”

Fakat Netanyahu’nun kırmızı hattı Obama’nınkinden farklı. İsrailliler İran’ın bomba üretme kapasitesine erişmesini engellemek istiyorlar. Muhtemelen buna şimdiden sahip, fakat bunu bomba üretmek için kullanmıyor. Bu yüzden İsrailliler için tek kabul edilebilir diplomatik sonuç, İran’ın tüm zenginleştirme altyapısının ve parçalanabilir malzeme stoğunun İran dışına nakledilmesi. İran nükleer programının sınırlarını müzakere etmeye hevesli olsa bile, bu uzak bir ihtimal.

 

Tony Karon

http://haber.stargazete.com/yazar/netanyahu-eline-fazla-guvendi/yazi-690096

 

 

 

 

  • Dünyanın bize denk gelen bu parçasında artık niye çok az Ermeni, çok az Yahudi, bir avuç Rum kaldığını, her Allah’ın günü anti-Semitizm suçu işleyen bir gazetenin niçin makamlara, uçaklara kabul edildiğini... Bunların hangi nefret ve fobiler sonucu hayata geçtiğini... Şöyle bir düşünmek lazım.

 

 

BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 20. maddesinin 2. fıkrasına göre: “Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır.” Fakat bu madde BM İnsan Hakları Komisyonu’nda 11 yıldır tartışılan ‘Dine Hakareti Önleme’ hükmünün kabul edilmesine temel oluşturmaz. Bu hüküm İslam Konferansı Örgütü tarafından defaatle gündeme getirilmesine rağmen ifade özgürlüğü savunucularının lobisi nedeniyle genel kuruldan geçememiştir. O yüzden İslamofobinin ne olduğunu peygamberi aşağılayan bir filmin üzerinden anlatmak hem stratejik açıdan hem de demokratik teamül açısından doğru değil.

Eğer Başbakan Erdoğan, İslamofobiye karşı bir hükmün BM’den geçmesi için öncü olmak istiyorsa İslam dininin kutsallarına saygıdan yahut Müslümanların hassasiyetlerinden bahsetmemeli.

Çünkü “Dinime küfrettiler, çok alındım. Alınmamak istiyorum” şeklinde bir talebe nasıl bir cevap verileceğine, ‘alınmama’ diye bir insan hakkı olamayacağına, eğer olsaydı ifade özgürlüğünün çoktan ruhuna dua okumamız gerekeceğine hepimiz vâkıfız. İnsan haklarının korunmasıyla dinin veya ölmüş dini liderlerin haklarının korunması arasında da fark olduğunu da biliyoruz.

Öyleyse yapılması gereken, sadece ABD’de 2010’da Müslümanlara karşı işlenen suçların yüzde 50 arttığını, Müslümanların isimlerine, kılığına kıyafetine bakılarak hak ettikleri işlerden, ücretlerden, yaşam alanlarından mahrum kaldığını anlatmaktır. Müslümanlara karşı günlük dile işlemiş ve yemek sofralarına varmış ayrımcı sözlerden bahsetmek gerekir.

Tabii BM’de bunu anlatırken zihnin gerisinde şunları düşünmek de adaletli olacaktır: Dünyanın bize denk gelen bu parçasında artık niye çok az Ermeni, çok az Yahudi, bir avuç Rum kaldığını, her Allah’ın günü anti-Semitizm suçu işleyen bir gazetenin niçin makamlara, uçaklara kabul edildiğini... Bunların hangi nefret ve fobiler sonucu hayata geçtiğini... Şöyle bir düşünmek lazım. İçimizden tabii. Sessiz olarak.

 

Ezgi Başaran

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1100810&Yazar=EZGI-BASARAN&CategoryID=97

 

 

 

  • Kuşak çatışması, geniş anlamıyla Yahudi edebiyatının sevdiği meselelerdendir

 

 

Kuşak çatışması, geniş anlamıyla Yahudi edebiyatının sevdiği meselelerdendir, türü bilmeyenler bile, en azından sinema ya da tv dizilerinde Yahudi ailesindeki baba-oğul çatışmalarına aşinadırlar. Geleneksel aile, dindarlık ve modern şehir hayatı uyuşmamakta, biteviye faş ederek kadükleşmektedir. Aynı eksenin Holokost (Yahudi Soykırımı) yaşamış ebeveynler ile onların çocukları arasında yaşandığını düşünün, aşikâr olan kuşak farklılığı katmerlenir. Ebeveynler, çocuklarını sofu birer Yahudi gibi yetiştirmek istemekte, her fırsatta gelenekten söz etmekte, geçmişten gelen korkulara karşı tedirginliği büyütmektedirler; asıl olarak kendi yaşadıklarını sürekli hatırlatıp aktüel sorunları küçümsemektedirler. Çocuklar, Holokost’un simge ve hayaletleriyle büyümek zorundadırlar. Daima “eksiktirler”. Holokost yaşamamışlardır, babalarının çabuk sinirlenmesine ve tutkulu dindarlığına hak vermektedirler filan ama onların da kendi ölçeklerinde dertleri vardır işte: “[Babam] başka bir zamanda yaşıyordu. Saati tutuklandığı gün durmuştu”. Perhizci babaya yaşadıkları dışında hiç bir şey önemli gelmemektedir, hayatta hiç bir sıkıntının mukayese götürür yanı yoktur Holokost’la: “Benim kadar acı çekmemiş” diye kestirip atar. Çocuklara bunun nasıl zor geldiğini tahmin edebilirsiniz. Ergen dertleri düpedüz gereksizdir buna göre; üstelik cesaret edip dillendirilecek bir sorun babaya karşı mahcubiyet yaratacaktır: “Babamıza acı çektirmemek için isyanlarımızı hep bastırdık”. Oysa çocuklar, ebeveynlerinden farklı bir hayat yaşıyor, başka bir dil ve ırktan insanlarla çalışıyor, eğitim alıyor ve ilişkiye giriyorlardır. Nazilerin kınandığı bir dünyadır bu.

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&ArticleID=1100325&CategoryID=40

 

 

 

  • ULUSALCI, ÖN YARGILI DOSTLARA

 

Bülent Akarcalı, Melih Aşık, Yalçın Bayer, Hıncal Uluç,

Şükrü Elekdağ ve aynı tarlada yetişmiş ulusalcı önyargılı muhterem dostlara selam olsun.

İshak Alaton’dan bu insanlara bir soru:

Endonezya hükümetinin, Aceh’teki yerli halka karşı sürdürdüğü askeri baskıya ve cinayetlerine neden karşı koymuyorsunuz?

Ulusalcı dostlardan, hayret dolu bakış sonrası bir cevap:

Yahu İshak Bey, benim Endonezya ile ne ilgim, ne alakam var ki?

Eee, Endonezya’daki hükumet mensupları Müslüman’dır.

Sen de müslüman’sın ya!…

Yine hayret dolu bakış!

Eee! Eee!

Eesi meesi yok!

İshak Bey yahudi ya!

Aynı anda, İshak Bey ile İsrail yanyana gelir, bu önyargılı ulusalcı kafalarda…

Bu gibi maydanoz mantıklı, kalıplaşmış sloganların dışına çıkamayan, ulusalcı önyargılı insanlarla neyi, nasıl tartışabilirsin?

Sağırlar toplumu! Umutsuz vak’alar…

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan, 85 seneden beri İstanbul’da yaşayan İshak Alaton’un, İsrail ile ilgisi ne ola ki?

‘Neden Mavi Marmara için özür istemiyorsun İsrail hükümetinden?’ diye, abuk subuk, ilgisiz bir soru İshak Bey’in önüne konur!

Bir düşün ve kendini sorgula!

Bülent Akarcalı ile Endonezya yanyana mı?

‘Öteki’leştirmek senin şuur altında!

 

Sevgilerimle,

 

İshak Alaton

http://alatonleyla.blogspot.com/#!/2012/09/bagnazlara-ishak-alatondan-mektup.html

 

 

 

  • İsrail’in yarım yüzyılı aşan tarihine bakıldığında Tel Aviv’in müzakere için kendi elinin güçlü, muhatabının elinin ise zayıf ya da politik olarak sıkıntıda olduğu dönemlerde masaya oturmakta daha istekli olduğu görünüyor.

 

Peki ama İsrail son birkaç aydır niçin Türkiye ile ilişkileri normalleştirmeyi bu kadar yüksek sesle dile getiriyor? Neden İsrail Türkiye ile yeniden masaya oturmak için “uygun zamanın (ripe moment)” geldiğini düşünüyor? Bu sorunun yanıtı İsrail’in müzakere stratejilerinde yatıyor. İsrail’in yarım yüzyılı aşan tarihine bakıldığında Tel Aviv’in müzakere için kendi elinin güçlü, muhatabının elinin ise zayıf ya da politik olarak sıkıntıda olduğu dönemlerde masaya oturmakta daha istekli olduğu görünüyor.

Filistinlilerle on yıl süren Oslo Barış Süreci’nin Körfez Savaşı’nın hemen sonrasında, savaş sırasında Saddam Hüseyin’den yana tavır koyan FKÖ lideri Yaser Arafat’ın çıkmaza girdiği bir döneme denk gelmesi rastlantı değil. Tıpkı Enver Sedat’la Camp David müzakerelerinin 1973 Yom Kippur Savaşı sonrası Mısır’ın savaşla topraklarını geri alamayacağını kesin olarak anlamasından, ABD’nin baskıyı arttırmasından sonraya denk gelmesi gibi.

Anlaşılan o ki İsrail’deki karar vericiler Türk-İsrail ilişkilerinde benzer bir sürece girildiğini düşünüyor. Ortadoğu politikası sıkıntıya giren Türkiye’nin bu durumundan yararlanma eğilimi öne çıkıyor.

...

İsrail’de ve Batı’da Suriye’de radikal dinci örgütlerin yönetime egemen olması korkuları giderek güçleniyor. Esad rejiminin devrilmesi geciktikçe bölgeye bu güçlerin hakim olacağını düşünenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor. İstikrarsız ve güvenliksiz bir Suriye çevresindeki her ülkeyi başta da İsrail’i tehdit ediyor.

İşte bu ortamda Tel Aviv yönetimi Ankara’nın aklına girmenin yollarını arıyor. Olaylara yeniden pragmatik yaklaşma işaretleri veren Türkiye açısından yapılması gereken özür ve tazminat taleplerinin arkasında durmak. Gazze ambargosu ise iki ülke ilişkilerini normalleştirdikten sonra büyükelçiler nezdinde müzakereye ertelenebilir. İki ülke geçmişe oranla biraz daha iyi olan Gazze’deki durumu tartışabilir ve Ankara buradaki Filistinlilerin hayatını iyileştirmek için katkıda bulunabilir. İsrail barışma işaretleri verirken bunları akılda tutmak gerek.

 

Bora Bayraktar

http://tr.euronews.com/2012/09/21/turk-israil-iliskilerinde-krizden-cikis-yolu/

 

 

 

  • O dönem Türkiye'de kimi internet siteleri, bu hadiseyi "İsrail'in Yahudiliği koruma altına alması" olarak nitelendirdiler, bunda da bir komplo teorisi gördüler. Halbuki bariz bir "nefret suçu" örneğiydi.

 

 

Dior'un ünlü tasarımcısı John Galliano'nun Paris'te Yahudiler aleyhine zehirli sözler sarf edip bir skandala imza atmasının üzerinden de çok geçmedi. Fransız yasaları uyarınca 6 aya kadar hapis ve 30 bin dolar cezaya çarptırılması gündeme gelmişti. Sonunda hapse gitmedi ama işini ve hisselerini kaybetti. O dönem Türkiye'de kimi internet siteleri, bu hadiseyi "İsrail'in Yahudiliği koruma altına alması" olarak nitelendirdiler, bunda da bir komplo teorisi gördüler. Halbuki bariz bir "nefret suçu" örneğiydi.

Bugünlerde kavram bir kez daha gündeme taşındı. İslamiyet aleyhine ve sırf provokasyon amacıyla yapılmış bir film yüzünden dünyanın ipleri gene gerildi, tansiyon yükseldi. Libya'da görüldüğü gibi ne yazık ki galeyana gelen kesimler, masum insanların kanını döktü. "Fanatik İslam karşıtları" ile "fanatik Batı karşıtları" niye geçinemezler anlaması zor. Ne de olsa benzer şekilde nefretten ve husumetten besleniyor, kutuplaşmayı seviyorlar. Birbirlerine muhtaçlar. Birinin negatif adımı berikine yarıyor; birinin tepkiselliği diğerinin ekmeğine yağ sürüyor. İslamofobi, Batı düşmanlığını körüklüyor. Batı düşmanlığı ise İslamofobi'yi. Bir kısırdöngü ki çıkılmıyor içinden.

Öte yandan nefret söyleminin ne olduğu kadar ne olmadığının da tanımlanması lazım. Türkiye'de 70'e yakın sivil toplum örgütü bir araya gelerek bu konuda somut adımlar atmaya çalışıyor, yasal düzenleme getirilmesini istiyorlar. Çabalarını önemli buluyorum. Bizim gibi ifade ve basın özgürlüğü karnesi parlak olmayan ülkelerde "nefret söylemiyle mücadele" ederken "ifade özgürlüğünü baltalamamaya özen" göstermeli. Neden mi? Çünkü Türkiye zaten tarihsel ve geleneksel olarak bireyi değil devleti, azınlıkları değil çoğunluğu, dezavantajlıyı değil muktedirleri koruyan bir ülke

 ...

Türkiye'nin İslamofobi'ye dikkat çekmesi elbette önemli. Ancak bunu yaparken kendi memleketimizde süregiden önyargılarla yüzleşmek zorundayız. Alevilere, Kürtlere, Ermenilere, Musevilere, Çingenelere, Lazlara, eşcinsellere, siyahlara, engellilere, kadınlara,... uzadıkça uzayan bir önyargılar listesi var önümüzde. Basında ve sosyal medyada, sporda ve siyasette, ağzımızdan ve kalemimizden ne kadar çok nefret dolu kelime dökülmekte.

Son tahlilde, hiç kimse aleyhine hiçbir zaman aşağılayıcı sözler sarf edilmemeli. Ancak yasaların titizlikle koruması gereken, mağdur yahut güçsüz kesimlerdir. Zaten egemen olan söylemleri/kurumları koruma altına almak, ifade özgürlüğüne yeni bir kısıtlama getirmeye dönüşebilir. Bu ayrımları görebilmek içinse bu tartışmaya mümkün olduğunca çok sivil toplum kuruluşunun katılması lazım.

 

Elif Şafak

http://www.haberturk.com/yazarlar/elif-safak/778088-nefretten-beslenenler

 

 

 

  • Türkiye'de, Türk İnsanı'nda köklü bir anti-semitizm yok

 

 

Aslında 70 yıl öteden 70 yıl öncesini değerlendirir ve yargılarken, çok dikkatli olmak gerek. Türkiye, iki arada bir derede... Nazi Almanyası ilerliyor, sınıra dayanmış vaziyette. Savaşı kimin kazanacağı belli değil. Türkiye'de Nazi yanlısı, anti-semitist gruplar ortaya çıkıyor. Olası bir Alman saldırısına karşı bir tür ön hazırlık gibi sanki... Sayın Akyol'un gönderimi yerinde, yapılan bir tür ip cambazlığı... Alaton'un katiller ifadesini ben biraz daha yumuşatarak şöyle söyleyeyim: Taammüden değil, fakat cinayete göz yumanlar...

...

Türkiye'de, Türk İnsanı'nda köklü bir anti-semitizm yok. Verdiğin örnekler, normalde olması gereken örnek davranışlar. Struma, özel bir durum. İstisnai bir durum. Aynı kefeye koymamak, ayrı değerlendirmek gerek.

 

Halit Kakınç

http://www.aksam.com.tr/70-yil-sonra-su-yuzune-cikan-gemi--140195h.html

 

 

 

  • Açıkça konuşmak gerekiyorsa, Türkiye’nin tüm talepleri karşılansa bile Erdoğan’ın İsrail karşıtlığından vazgeçmeyeceğine inanılıyor.

 

 

İsrail’den ise, Netanyahu ve Lieberman’ın gönderdikleri yumuşama işaretlerine rağmen, bu koşulların Türkiye’nin istekleri doğrultusunda karşılanacağına dair hala somut bir gösterge yok. “Üzüntü ifade edebiliriz, tazminat ödeyebiliriz. Bu arada Gazze’ye abluka yok zira Mısır’dan rahatlıkla geçilebiliyor” şeklindeki açılamalara rağmen herhangi bir adım atılmış değil.

 Roma’da İsrailli muhataplarımıza bunun nedenini sorduğunda aldığımız yanıt, “Erdoğan’a duyulan güvensizlik” oldu. Açıkça konuşmak gerekiyorsa, Türkiye’nin tüm talepleri karşılansa bile Erdoğan’ın İsrail karşıtlığından vazgeçmeyeceğine inanılıyor.

Bu inanç hem Erdoğan’ın, hem de Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ideolojik yapıları gereğince İsrail karşıtı oldukları düşüncesine dayanıyor.

Nitekim, Türkiye’deki geçmiş iktidarlar, ilişkilerin en gergin anlarında bile, on yıllara dayanan oturmuş bir mantıkla, İsrail ile ilişkilerdeki pragmatik işlevselliğin bir şekilde korunmasına hep özen gösterdiler.

Türkiye için hem içerde, hem de dışarıda -üstelik büyük seçmen desteği ile- alışık olduğumuzdan farklı bir ideolojik bakış açısına dayalı siyasetler güden AKP iktidarının ise böyle bir derdi yok. Bu nedenle İsrail’in mevcut sondajlarının “nafile” olduğunu görmek için müneccim olmak gerekmiyor.

 

Semih İdiz

http://siyaset.milliyet.com.tr/israil-in-nafile-sondajlari/siyaset/siyasetyazardetay/22.09.2012/1600264/default.htm

 

 

  • En büyük arzumuz, bir an önce İsrail’le ilişkilerin; sıkı fıkı olması gerekmeden; normal bir düzeye gelmesi.

 

İstanbul’da yaşıyoruz, iyi güzel ama yapılmaması gereken şeyler olduğunu küçük yaşımızdan beri biliyoruz. En büyük korkumuz, bizim söyleyeceğimiz doğru ya da yanlış herhangi bir şeyle, bütün cemaatin canını sıkacak gaf yapmamız. Bu hafta mesela İshak Alaton Bey’in Struma olayı bir gaf. 1941’deki olay için “Katiller” dedi. Benim kafamdan ‘katiller’ sözü geçmez. Düşünmem bile. Hele bunu söylemek gibi bir gaflette hayatta bulunmam. En büyük korkum bu her zaman. İshak Bey herhalde yaşlandığı için Pandora’nın kutusunu kırdı...  Mutlaka herkes saygı gösteriyordur İshak Bey’e ama “Rica ederim, bunlar kötü hatıralar, söylemeyin” diye mutlaka kulağını çekeceklerdir.

Son zamanlarda bizi en çok üzen şey, İsrail’le ilişkilerin gerilmesi. Başbakan İsrail’e kızmakla haklı da İsrail Ortadoğu’da bir demokrasi ülkesi. Sağ partilerle bazen dış politika istenmeyen noktalara gelebiliyor. Olaylar bizi tedirgin ediyor. En büyük arzumuz, bir an önce İsrail’le ilişkilerin; sıkı fıkı olması gerekmeden; normal bir düzeye gelmesi. Cemaatin de eskisi gibi huzurlu olması. Dünyada İsrail’in düşmanı çok. Yahudiler de İsrail sempatizanı olarak görülüyor. Oysa buradaki Yahudi toplumu, İsrail politikalarından çok Türkiye’nin politikalarına daha yakın. Bunu hoş görünmek için değil, samimiyetimle söylüyorum.

Babam işadamıydı, iyi bir hayatımız vardı. Aristokrattık. İstanbul’da yoksul Yahudiler vardı ve onlar birkaç partide ortadan kayboldular. Bu, 1948’den başlayıp 1960’a kadar devam etti. Çok Yahudi dilenci vardı. Ölen öldü, İsrail’e giden gitti. İsrail’in kapısı, bütün dünya Yahudilerine açıktır. Ev, para veriyor. Bu, güzel bir şey. Ama 80 bin Yahudi gitti ve 20 bine düştük şimdi. Bizim çevremizden hiç kimse gitmedi. Daha çok alt çevre.... Müslümanlarla evlilikler oldu. Tabii bu miks (karma) evlilikler de sayımızı azalttı. Mesela oğlum da Müslüman bir kızla evlendi.

 

İzzet Keribar

http://www.hurriyet.com.tr/pazar/21533113.asp

 

 

  • Annem, okulda kimse söylemekte zorluk çekmesin diye büyükannem Raşel’inki yerine adımı Reyan koymuş

 

 

Bazı arkadaşlarım, “Sen bizi bizden çok seversin” diye takılır bana bazen. Bu şekilde azınlık olduğumu hep hissettim ve bunu bana en çok hissettiren ailem oldu; geleneklerimiz, yemeklerimiz ve yok olmaya yüz tutmuş Ladino diliyle… Annem, okulda kimse söylemekte zorluk çekmesin diye büyükannem Raşel’inki yerine adımı Reyan koymuş. Yine de soyadım nedeniyle, ender de olsa, “Nerelisin?” sorusuyla karşılaşıyorum. Türküm, Türkiyeliyim, buralıyım, hiçbirini söylemek istemiyorum aslında. Türkçeyi bu kadar iyi konuşabildiğime şaşıranlar da oluyor. Ben de şaşırdıklarına şaşırıyorum… Beni İsrail’le özdeşleştirenleri de yadırgıyorum. Tıpkı bu coğrafyadaki etnik zenginliğin hak ettiği değere ulaşamamasına canımın acıması gibi… Çocukluğumda ve seyahat yazarı olarak Anadolu’nun en ücra köşelerini dolaştım, kimse bana kimlerden olduğumu sormadı ama kimliğimde din hanesinin olmamasını hep diledim. Okul yıllarımdan iş hayatıma, yaşamımın herhangi bir döneminde travmatik bir ayrımcılıkla karşılaştığımı hatırlamıyorum.

 

Reyan Tuvi

http://www.hurriyet.com.tr/pazar/21533113.asp

 

 

  • “Çok zenginim. Paradan çok iyi anlarım. Benim için en önemli şey Yahudi olmaktır ve tüm Yahudileri her zaman kayırırım. Zaten beraberce dünyayı ele geçirmeye çalışıyoruz. ABD’yi çoktandır kontrol ediyoruz, sıra  dünyanın geri kalanında. Hepimiz aslında İsrailliyiz.”

 

Türkiye’de Yahudi olmak ağır bir yük. Çünkü ‘Yahudi olmak’ ifadesi, ‘Yahudilik dinine ait olmak’ şeklinde anlaşılmaz; çok daha geniş, bir anlamı vardır ‘Yahudi olmak’ kelimelerinin.

İnsanın soyadı Margulies olunca, “Nerelisin?” sorusu gelir. “İstanbulluyum” deyince gözlerde bir soru işareti belirir, “Yahudi bir aile” cevabıyla birlikte gözler rahatlar. Karşımdaki kişi her şeyi anlamış olur. Ve şöyle demiş olurum: “Çok zenginim. Paradan çok iyi anlarım. Benim için en önemli şey Yahudi olmaktır ve tüm Yahudileri her zaman kayırırım. Zaten beraberce dünyayı ele geçirmeye çalışıyoruz. ABD’yi çoktandır kontrol ediyoruz, sıra  dünyanın geri kalanında. Hepimiz aslında İsrailliyiz.” Bu cümlelerden biri bile doğru değil. Ama Türkiye’de ‘Yahudi’ bu anlamlara gelir. Ben de tesadüfen Yahudi bir ailenin çocuğu olduğum için, bu anlamları taşımak zorundayım.

 

Roni Margulies

http://www.hurriyet.com.tr/pazar/21533113.asp

 

 

  • Hayalperest olma, imkânsızı talep etme. Yani antisemitizme karşı mücadele edip aydınları ve medyayı duyarlı kılacağını, hükümetin hassasiyet göstereceğini sakın umma. Sus, köşende otur ve işine gücüne, para kazanmaya bak.

 

“Türkiye’de Yahudi olmak nasıl bir şeydir?” sualinin basit cevabı şu: Doğduğun ve yaşadığın bu ülkenin hamurunu, şartlarını, medyasını ve fikir âlemini çok iyi tanı, ona göre davran ve beklentilerinin çıtasını epey aşağıya çek. Bu da şu demek: Hayalperest olma, imkânsızı talep etme. Yani antisemitizme karşı mücadele edip aydınları ve medyayı duyarlı kılacağını, hükümetin hassasiyet göstereceğini sakın umma. Sus, köşende otur ve işine gücüne, para kazanmaya bak. ‘Çokkültürlülük’, ‘Medeniyetlerin kesiştiği İstanbul’ ve benzeri etiketli her türlü kültürel ve sosyal etkinliklerde, kamusal alan denilen o büyük tiyatro sahnesinde, seni temsilen her zaman birileri yer alacak ve senin adına seyircilerin nabzına uygun o klişe konuşmaları yapacak. Türk olarak kabul edilmeyi unut gitsin. Zaten ‘Türk’ deyimi son derece demode (!) onun yerine ‘Türkiyeli’ demek lazımmış. Büyük aydınlarımız öyle buyurdular. Hoş, o da bir şey değiştirmiyor. Herkes seni gene “Türkiyeli Yahudi” olarak görecek! “Bu ne biçim ülke kardeşim, ben burada yaşayamam” diye isyanları oynarsan şayet, tavsiyem büyüklerinin sözünü dinle, alışmaya bak. Son olarak bir Türk atasözünü hatırlatayım: Ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin.

 

Rıfat N. Bali

http://www.hurriyet.com.tr/pazar/21533113.asp

 

 

 

 

 

  • Netten okumalar

 

 

 

  • ARABULUCULUK NE KADAR KÖTÜDÜR? – Rafael Sadi

 

http://www.hasturktv.com/israilde_gundem/4320.htm

 

  • İsrail'in Erdoğan'a gönderdiği arabulucu: Ronald Lauder

 

http://haber.sol.org.tr/dunyadan/israilin-erdogana-gonderdigi-arabulucu-ronald-lauder-haberi-59905

 

 

  • Çalışkan ve temiz Eylül – Selin Kutucular

 

http://www.hthayat.com/yazarlar/selin-kutucular/1009044-caliskan-ve-temiz-eylul

 

  • Kürtlerin Bay Ripley'i – Bahadır Özgür

 

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1101354&CategoryID=77

 

 

  • Özürün ötesinde – Soli Özel

 

http://www.haberturk.com/yazarlar/soli-ozel/778847-ozurun-otesinde

 

 

  • Filistin'in BM başvurusu ve sonrası – Fikret Ertan

 

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1349289&title=filistinin-bm-basvurusu-ve-sonrasi

 

 

  • Fotoğraf çekmek için askerliğimi Kore'de yaptım

 

http://www.yenisafak.com.tr/pazar-haber/fotograf-cekmek-icin-askerligimi-korede-yaptim-23.09.2012-410887

 

 

 

  • Netten seyredin

 

  • İZZET KERİBAR'DAN ISLIKLA SENFONİLER

 

http://webtv.hurriyet.com.tr/2/38551/0/1/izzet-keribar-dan-islikla-senfoniler.aspx

 

  • Yasmin Levy - Una ora en la ventana - Live in Stockholm

 

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=VLzlH6WwYNw