Karanlık bir Rusya tablosu

Rus sinemasında Tarkovski’nin varisi gösterilen Andrey Zvyagintsev’in bir kara film denemesi

Viktor APALAÇİ Sanat
19 Eylül 2012 Çarşamba

Kariyerindeki sadece üç filmiyle, son kuşak Rus yönetmenlerinin en önemlisi olarak gösterilen Zvyagintsev, bu aile içi, ekonomik soslu gerilim dramasında, günümüz Rusya’sında ahlak ve fedakarlığı sorguluyor. Sağlık sorunları olan, hastanede kendisine bakan bir kadınla ikinci evliliğini yapan, zengin, yaşlı bir erkeğin öyküsünü anlatan film, ebeveyn-çocuk ilişkilerini, miras sorunsalını, suçluluk ve vicdan azabı temalarını işliyor. Geniş toplumsal bir fonun önünde, örnek bir sadelikle, aile yapısı, mülkiyet, kadının evlilikte yeri gibi önemli temaları, gerilimli bir kara film kalıpları eşliğinde ele alınıyor.

Kariyerindeki sadece üç filmle, Rus sinemasında Tarkovski’nin varisi gösterilen Andrey Zvyaginstev’in, Cannes’da geçen yıl ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünde Jüri Özel Ödülü’nü kazanan ‘Elena’sı vizyonda.

Son kuşak Rus yönetmenlerinin en önemlisi olarak gösterilen Zvyagintsev, baba-oğul ilişkilerini çatışması anlatan Altın Aslan ödüllü ilk filmi ‘Dönüş/The Return’ (2003)’ten sonra 2007’de Cannes’da Konstantin Lavronenko’ya En İyi Aktör Ödülü’nü kazandıran, karmaşık bir aile içi yolculuğuna odaklanan ‘Sürgün/The Banishment’i çevirmişti.

Sağlık sorunları olan, hastanede kendisine bakan bir kadınla ikinci evliliğini yapan zengin, yaşlı bir adamın öyküsünü anlatan, günümüz Rusya’sında ahlak ve fedakârlığı sorgulayan ‘Elena’, bir aile içi, ekonomik soslu gerilim filmi. SSCB’nin dağılmasından sonra, büyük değişim sonrası Rusyasını otopsi masasına yatıran film, sınıf çatışmalarını, ebeveyn çocuk ilişkilerini, miras sorunsalını, suçluluk ve vicdan azabı temaları eşliğinde işliyor.

Filme adını veren Elena, bakıma muhtaç, yeni zengin yaşlı bir adamla ikinci evliliğini yapan, nobran ve paragöz kocasının 24 saat hizmetkarı olan, mutsuz, boynu bükük emekçi bir kadındır. Lüks evlerinde yavan bir beraberliği sürdüren çiftin, ilk evliliklerinden olma, yetişkin birer çocukları vardır. Sağlığı birdenbire kötüleyince, adam vasiyetini hazırlamaya karar verir. Ne var ki vasiyete Elena’yı dahil etmez. Yüklü miras, babasını hiç arayıp sormayan, kendisini hakir gören, uyumsuz, evlilik karşıtı, şımarık, hedonist kızına kalacaktır.

Tek oğlunun geleceğini düşünen, ailesiyle eşi arasına kalan Elena, ‘Sophie’nin Seçimi’ gibi bir karar alma durumunda, umutsuz ve çaresizdir.

 

MUTSUZ RUHLARIN KARANLIK LABİRENTLERİNDE

Geniş bir toplumsal fonun önünde, örnek bir sadelikle, karanlık bir atmosferde, aile yapısı, mülkiyet, kadının evlilikteki yeri gibi önemli temaları olan film, hiç azalmayan gerilimli bir sinema diliyle işleniyor.

Günümüz Rusya’sını toplumsal sorunları, gittikçe keskinleşen sınıfsal bölünme, artan sevgisizlik ortamı, işsizliğin artması, zaman zaman gerilim, zaman zaman kara film kalıpları içinde ele alınıyor.

Sıra dışı bir olay örgüsüne sahip sağlam senaryosuyla film, toplumdaki ahlaki çatışmaları, amaçsızlaşan genç nesili, mutsuz insanların ruhlarındaki karanlık labirentlerinde dolaşarak perdeye yansıtıyor.

Elena’nın hayırsız ve işsiz oğlu, oğlunun üniversiteye eğitimi için annesinden para ister. Oğlu üniversiteye gidemese ya tutukevini boylayacak ya da orduya katılacaktır.

Bencil bir erkek olan kocası maddi desteği reddince kendisine hizmetçi gibi itaat eden Elena bir yol ayrımında olduğunu hisseder. Yüzerken kalp krizi geçiren kocasının vasiyetinde tüm servetini kızına bırakıp kendisinin bir aylığa bağlandığını öğrenen Elena uzun süren suskunluğunu bozma kararı alır.

Sakin yaratılışlı, huzur veren, alçakgönüllü sıcak bir kadının isyanı ve başkaldırışının ardından bir cinayet işlenir. Gerekli şartların oluşmasında bir cinayeti olağan karşılayan izleyiciyi, filmin finalinde herkesin soğukkanlı bir katile dönüşecek bir yapıya sahip olduğunu kabullenir.

Entelektüel sinema diliyle Andrey Zvyagintsev, iki yaşlı karakteri arasındaki gerilimi, sıkıntılı ruh halini yoğun bir atmosfer yaratarak anlatıyor.

 

HERKES CİNAYET İŞLEYEBİLİR

Rus romantizmden ve Dostoyevski’nin romanlarından alışık olduğumuz Slav hüznünden beslenen bu sinema dili, insana dair gündelik hayat sorunlarını etkileyici bir basitlikle işliyor. ‘Elena’ bu haliyle, Bob Rafelson’un ‘Postacı Kapıyı İki Kere Çalar’ (1981) başyapıtını akla getiriyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ortaya çıkan yeni varlıklı, zengin sınıfı, yoksul kalmayı sürdüren kesimi ile karşı karşıya getiren film, yeni Rusya’nın kapitalizmi öğrenen kesimini (bencil, pinti kahramanının şahsında) eleştiri konusu yapıyor.

Sıradan insanların yaşamını mercek altına alan öyküsüyle ‘Elena’ kasvet ve tasa dolu bir Rusya portesini çizerken nefis karakter tahlillerini yapıyor.

Elena torununun üniversite tahsili için yardım talep ettiği kocasından “Seninle yaşıyorum ama niye tembel akrabalarına para vereyim ki” cevabını alır.

Kalp krizi geçirdikten sonra, hastanede kendisini görmeye gelen hayırsız kızından, baba “Bizler bozuk tohumlarız, hepimizin tohumları kötü, insanlık dışıyız” yanıtını alır.

Yıllarca emek verdiği evliliğinde, sona gelinirken, hizmetinin görmezden gelindiğini, kocasının mirasından pay alamayacağını öğrenen koyu Ortodoks Elena kendisinden beklenmedik bir hareket yapar.

Bu rolde ilk kez kamera karşısına çıkan Nadezhda Markina, unutulmaz bir yorumla, her şeyi göze alan, gemi azıya almış Elena’ya can veriyor.

Mükemmel bir oyuncu kadrosunun dışında, filme ayrı bir atmosfer katan müzik partisyonuyla Philip Glass ‘Elena’ya zenginlik katıyor.