Müziğin tılsımlı büyüsüyle baş başa: LORİ ŞEN

Sanattan, estetikten hepimiz çok hoşlanırız. Güzel bir resme, heykele bakmak bizi her zaman heyecanlandırır. Bunu gelişmiş estetik zevk duygumuza ve uygarlığın insanoğluna bin yıllardır getirdiği evrensel kültüre bağlayabiliriz. Peki ya müzik! O da bizi duygulandıran, coşturan sanat dallarının başında gelenlerden değil midir? Benzer duyguları siz de yaşamışsınızdır, bilirsiniz. Ayakları gerçeklerden kesen, o ılıman havayı yaratan, güzellik duygusunu bize aşılayan, bizi çoğaltan bir sevince boğan müziğin tılsımlı gücüdür. Böyle anlarda herkes, doğduğu anın saflığındadır. Henüz hiç yalan söylenmemiş, hiç ihanet edilmemiş, parayı, ikiyüzlülüğe hiç prim verilmemiştir. Acılar tadılmamıştır sanki!

Toplum
5 Eylül 2012 Çarşamba

Müzik dinlemek başka, müzik yorumlamak ise çok farklı bir yeteneği gerektiriyor. Nörologlar müzik yeteneğinin doğuştan geldiğini söylüyorlar. Onlara göre beyinde sol tarafta girintisi derin olan insanlar dünyaya müzik kulağına sahip olarak doğuyorlar. Yani, müzik beyinden kaynaklanıyor, kulaktan değil. Bilirsiniz Beethoven sağırdı. Dokuzuncu senfonisini bestelerken, orkestrayı arkası dönük idare ederdi, sanatını tamamen beyniyle icra ederdi. Bu sanatın her alanı için geçerli bir kural. Sanat yeteneği gerektiriyor. Ama sadece yetenekli doğmakla bir yerlere varamıyor sanatçı. Sanatçı olmak cesaretli olmayı da gerektiriyor. Risk almayı bilmeyi, duygularını ifade edebilmeyi, sabırlı olmayı diye ardı arkası bitmeyen, uzun uzun tanımlamalar sıralayabiliriz.

 “Yaşam cömertlik ister!”, “Yaşam yürek ister” veya “Hayat, gözü pek olanı sever” gibi sözleri kimler söylemişti hatırlamıyorum ama bu sözlere inananlardanım. İlk kez Lori Şen’in hayattaki duruşunu öğrendiğim zaman bir yerlerde okuduğum ve belleğimin bir kenarına kazınmış bu sözler aklıma geldi. Neden mi?

Onun aldığı yola bir bakalım isterseniz, o zaman bu sözlerimin boşuna olmadığını siz de anlayacak ve bana hak vereceksiniz. Çünkü Lori’nin yaptığı işin özünde sonsuz bir sabır ve müthiş bir cesaret yatıyor. Lori kalıplaşmış davranışlara, eskimiş sıradan duruşlara tavır alıyor. O özgünlükten yana ve bu konuda sınır da tanımıyor. Müzik alanında tutkusu onu bugünlere getirdi. Nasıl mı?

Lori Şen’in, şimdi bulunduğu yerde olmasında, tabii ki etkiliydi kolej yılları. O yıllarda, özellikle, müzikle ilgili etkinliklere çok sık katılırdı. O dönemki müzik öğretmenleri Kadriye Bayraşa ve Ian McCuaig, kendilerini müziğe adamış ve okuldaki müzik etkinliklerinin çeşitliliğine ve kalitesine önem veren, müziği gerçekten sevdiren öğretmenlerdi. Lori de müziğe olan ilgisi ve sevgisiyle bu durumdan çok memnundu. Müzikten çok zevk alıyordu, fakat açıkçası müziğin mesleği olabileceği aklından bile geçmiyordu. Çünkü bu alanda eğitim alıp kariyer yapabilecek kadar yeteneğinin olup olmadığını da bilmiyordu. O yıllar, onda, dedesinin ve babasının doktor olmaları nedeniyle, aile geleneği haline gelen bir tıp merakı vardı. Ve yine o kolej yıllarında Lori kendini, fen öğrencisi olarak, üniversite sınavına hazırlıyordu. İzmir Amerikan Koleji’nden mezun olduğu sene, kazandığı ODTÜ Fizik Bölümü’ndeki eğitimime başlamadan, kaydını bir seneliğine dondurarak AFS programı ile İsveç’e gitti. İsveç’te geçirdiği bir yıl içerisinde, çok büyük bir akademik sorumluluğu da olmadığından, kendine ayıracak çok vakti oldu. İsveçli bir ailenin yanında, yeni bir kültür öğrenerek, dünyanın birçok ülkesinden farklı öğrencilerle tanışarak ve sevdiği şeylere daha çok vakit ayırarak, bu güzel tecrübeleri edinmek dışında kendiyle ilgili bilmediği bazı şeyleri keşfetmiş oldu. İsveç’te dolu dolu geçen bir yılın ardından Ankara’ya, fizik eğitimime başlamak üzere döndü. ODTÜ’de müzikaller sahneleyen ‘Company’ adlı bir müzikal topluluğu olduğunu öğrenince dek. İşte, hayatı bu noktada değişti.

Dilerseniz sözü Lori Şen’e bırakalım, o bize kendini anlatsın.

İlk müzikle olan ilişkin? İlk etkilenişimler? Neler dinliyordun?

Müziğe olan ilgim çok küçük yaşlarda başladı. Üç, dört yaşlarında elimde bir kaşık, masaların üstüne çıkıp Joan Baez’in şarkılarını söylerdim. Babamın da müziğe merakı olduğundan müzik evimizden hiç eksik olmadı. Gitarı eline alıp, Beatles, Paul Simon, Bob Dylan ve Elton John gibi müzisyenlerin parçalarını çalıp söylerken ona eşlik etmekten küçüklüğümden beri çok zevk almışımdır. Kolej yıllarımda müzikallerle tanıştım ve dönemin pop/rock parçalarını dinleyip söylemekten zevk almama rağmen, müzikaller benim için farklı bir yer edindi. Müzikle iç içe oldukça, farklı tarzları keşfettim. Lisede caz’a karşı bir ilgim oluştu ve dinlediklerim arasına caz da katıldı.

Müzik eğitimi almak düşüncesi nasıl oluştu sende? Müziğe olan yeteneğini nasıl keşfettin?

Müziğe karşı yeteneğim olduğunu kolej yıllarımda fark etmeye başladım. İsveç’te yanında kaldığım aile, müziğe olan ilgimi öğrenince beni Ystad Müzik Okulu’nda şan dersi almaya ve koroya katılmaya teşvik etti. İlk şan dersimi orada aldım ve yıl içinde öğretmenimin benimle ilgilenmesi, farklı tarzlarda parçalar çalıştırması ile müziğe olan ilgim daha da arttı. Orada aldığım derslerin ve katıldığım konserlerin, yeteneğimi keşfetmemde çok etkisi oldu. Daha sonra ODTÜ’de “Company” Müzikal Topluluğu’na katıldım ve orada bulunduğum dört yıl içerisinde birçok konser verdik ve gösteri yaptık. Zamanımın oldukça büyük bir kısmını “Company” çalışmalarına ayırıyordum ve durum öyle bir hal aldı ki, fizikten çok müziğe zaman ayırır oldum. Müzikle ilgilenirken çok daha mutlu olduğumu fark ettim. Bunu mesleğim haline getirmek için çabalamaya karar verdim ancak bu konuda müzik eğitimi almam gerekiyordu.

Müziğe nasıl yöneldin? Müzik eğitimin sürecinde hangi etki ve ivmelerden geçtin?

Lisans eğitimimi tamamladıktan sonra Izmir’e döndüm. İleride öğretmenlik yapabilme şansına sahip olmak için Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Fizik öğretmenliği yüksek lisansıma başladım. Bu eğitim boyunca da dersler alarak kendimi müzikte geliştirmeyi hedefledim. Bir yıl boyunca aldığım şan derslerinden sonra, yakın zamanda mezun olduğum Dokuz Eylül Universitesi Devlet Konservatuvarı şan bölümünün yetenek sınavına girerek şansımı denemek istedim. 2007’den beri, yıllardır hayalini kurduğum müzik eğitimini alıyorum. Okulda şan, piyano, rol, diksiyon, sahne, İtalyanca, Almanca, solfej ve armoni gibi dersler aldım ve hepsinin beni ayrı ayrı çok geliştirdiğini görüyorum. Sahne sanatları ile ilgili detayları öğrendikçe, müzisyen ve oyunculara her geçen gün çok daha hayran oluyorum. Dışarıdan göründüğünden çok daha zorlu bir iş olduğunu söyleyebilirim. Gelişimimi, hedefim yolunda ilerlediğimi hissettikçe daha da mutlu oluyorum.

Müziğin hayatındaki anlamı, senin için nedir? Müziğin senin için vazgeçilmezliğini hangi olayla, nasıl duyumsadın?

Müziğin benim için yeri çok farklı. Yetenekli, yeteneksiz, müzikle yakından veya uzaktan ilgili, sanatçı, dinleyici, kısaca, herkesi farklı şekillerde çok etkileyen bir şey olması, müziğe hayran olmamın nedenlerinden sadece biri. Müzikte birçok duygu gizli ve herkes onda kendinden bir şey bulabiliyor. Bu sanatı icra edenler de, günlük hayatlarında karşılaşmayacakları duyguları tatma şansını elde ediyorlar, müzik yoluyla hikâyeler anlatıyorlar, melodilerle kendilerini ifade ediyorlar ve hiç tanımadıkları bir dinleyici veya izleyicinin ruhuna dokunabiliyorlar, onlara hitap edebiliyorlar. Bunu çok büyüleyici buluyorum. ODTÜ’de “Company” ile çıktığım ilk gösteriden sonra bu büyünün farkına varmıştım. Hemen ardından final dönemi nedeniyle derslerime ağırlık vermem gerektiği için bir süre müziğe vakit ayıramamıştım ve bu beraberinde bana inanılmaz bir mutsuzluk getirmişti. Müziğin benim için sandığımdan daha da önemli olduğunu bu olayla fark etmiştim.

Bu konuda anne babanın desteği çok önemli. Biraz onlardan söz eder misin?

Annemle babam ilk başlarda müziği kariyer olarak seçme isteğimi anlamakta zorlandılar. Onlar için sadece müzisyen olmak istemem değil, dört yıllık bir fizik eğitimimi bir kenara atacak olmam tedirgin ediciydi, çünkü onlara daha güvenli görünen bir meslekten, geleceği daha belirsiz bir mesleğe geçiş yapmak istiyordum. İlk başlarda bunun sadece bir heves olduğunu bile düşündüler. Zaman geçtikçe ve benim bu isteğim yok olacağına daha da yoğunlaştıkça benim bu konuda oldukça ciddi olduğuma inandılar. Onları buna inandırmanın çok da kolay olduğunu söyleyemem, ama galiba insan bir şeyi gerçekten çok istediğinde ve bunun için çabaladığında kapılar onun için açılıyor. Sanırım her zaman fizik öğretmenliğine geri dönebileceğim fikri onların bu konudaki kaygılarını az da olsa hafifletiyor. Onların desteği olmadan bunu gerçekten yapamazdım. Bana güvenmeleri ve inanmaları bana hayalimin peşinden gitmek için daha çok cesaret veriyor.

Yıllar geçtikçe müzik eğitimini genişlettin ve bu sene Haziran ayında konservatuardan mezun oldun. Konservatuar eğitiminin sana açtığı çeşitlilik üzerinde duralım, diyorum. Bu konuda neler söylemek istersin?

Konservatuar eğitimi sanılanın aksine oldukça yoğun ve zengin bir eğitim. Bu eğitimin kendimi birçok yönden geliştirmeme yardımcı olduğunu söyleyebilirim. Şan ve sahne dersleri dışında teorik müzik dersleri ile birlikte İtalyanca ve Almanca gibi dil dersleri de müfredatın önemli bir parçasıydı. Şan dersleri ve ilgili dersler teknik, stil ve repertuar konularında ilerlememi sağlarken sahne dersleri oyunculuk, sahne duruşu, performans anında sahnedeki diğer kişilerle etkileşim ve uyum gibi konuları anlamama yardımcı oldu. Fakat bu işin içine girdikçe bunların tek başına asla yeterli olmayacağını gördüm. Solfej ve armoni bilgisi edinmek yalnızca ilk adımlar olabilir. Müziğin tarih boyunca gelişimi hakkında bilgi sahibi olmanın ve farklı dönemlerin, tarihi ve bilimsel olayların müzikteki etkilerini araştırmanın, icra edilen müziğin türü ne olursa olsun bütün türler ile ilgili fikir sahibi olmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Çok araştırmak, çok dinlemek, çok gözlemlemek gerekti ve bazen bu bile yetersiz kaldı. Bu nedenle bir noktadan sonra bu eğitimin sadece okul ile sınırlanmaması gerektiğini gördüm.

Müzik alanında çalışıyorsanız ve kendinizi bir sanatçı olarak yetiştirmek istiyorsanız, sadece o alanda durmak olmaz. Yarına dönük neler tasarlıyorsun? Sence sakıncası yoksa düşlerini bizimle paylaşır mısın?

Kesinlikle katılıyorum. Aslında sadece müzik alanında değil, hangi alanda olursa olsun sadece alan konularına kanalize olarak başarıya ulaşılamayacağını düşünüyorum. Sıradaki adımım yurt dışında müzik eğitimime devam etmek olacak. Tabii aynı zamanda elimden geldiğince müzik dışındaki alanlarda da araştırmaya ve öğrenmeye devam etmeyi hedefliyorum. Eylül ayında Fulbright bursiyeri olarak Amerika’da Westminster Choir College of Rider University’de Vokal Performans ve Pedagoji üzerine yüksek lisans eğitimime başlayacağım. Performans dersleri ile birlikte üniversite düzeyinde ses eğitimi verebilmek için çeşitli dersler alacağım. Klasik müzik, müzikal tiyatro ve caz türlerinde kendimi geliştirerek bir yandan sahne üzerinde olmayı, bir yandan da üniversitede akademisyen olarak kariyerime devam etmeyi hedefliyorum.

***

Lori Şen ile yaptığım söyleşi burada noktalandı. Ben onun bu söyleşi esnasında bu sene konservatuarı birincilikle bittirdiğinden söz edeceğini ummuştum. Sevgili Lori tüm alçakgönüllüğü ile hiç bu başarısına değinmedi. Ben sizlere bu başarısından söz etmeyi kendime görev bildim.

Dileğimiz, Lori’nin müzik hayatında yolu açık olsun, düşleri gerçekleşsin. O çocukluğun doyumsuz serüvenciliği peşini hiç bırakmasın. Bize de onu sahnede alkışlamak düşsün.

İzmir Musevi Cemaati dergisi Diyalog’dan alınmıştır.

  Rakella Asal