Gelecek hafta insanlık tarihinin en büyük felaketini anacağız. İnsanların yaşantılarından koparıldıkları, düşmanlık ve nefretin egemen olduğu bu dönem, kuşkusuz kendisinden alınması gereken derslerle öncesiz ve tekil olma özelliğinde. Başta 1,5 milyonu çocuk, altı milyon Avrupa Yahudi’sinin katline giden yolda çokça sorulan, Alman toplumunun, Nazizm tarafından nasıl ele geçirildiğidir.
Geçmişinde sanat, bilim, kültür ile yoğrulmuş böylesi bir halkın hangi dürtülerle kendini kaybettiği iyice irdelenmesi ve sonuç çıkarılması gereken bir konu. Aşağıdaki sütunlarda, Hitler’in iktidara gelme sürecinde kaleme alınmış iki makaleden kesitler sunuyoruz.
Bir Fenomen Olarak Hitler
Paul Scheffer(1) - Nisan 1932
Hitler Almanya’nın gördüğü en iyi hatiptir. Hitler’i dinlemek ilginç ve etkileyici bir deneyimdir. En acımasız düşmanları bile, konuşmaları ile baş edememişlerdir. Dinleyici kitlesini gözlemlemek ayrıca öğreticidir. Konuşmasının yapılacağı salonun kapıları başlama saatinden en az bir saat önce kapatılır, çünkü hınca hınç doludur. Dinleyicilerin çoğu, yüzleri entelektüel kimliklerine ihanet eden iyi giyimli, bakımlı insanlardır: Memurlar, profesörler, mühendisler, öğretmenler, öğrenciler vs… Yüzlerinde bir endişe var gibi duran bu insanlar Hitler’i sessiz bir şekilde beklemektedirler.
Resimdeki ana karakter Almanya’da sosyal anlamda kimliğini yitirmiş orta tabakadır: neredeyse her şeylerini kaybetme noktasına gelmiş, gündelik hayatın gerçekleri tarafından ezilmiş, yaşamın olmazsa olmaz gereklerine ulaşmanın kaygısı içinde yanıp tutuşan insanlar. Aralarında çokça genç görmek mümkün. Aslında bu topluluk geçmişten, bugünden, hatta gelecekten gelen karakter karmaşasıdır. Aslında bu Almanya’nın son on yılda vardığı noktadır: Ekonomik felaketler, işsizlik ve gücün merkez değiştirmesi ile Alman toplumunun vardığı nokta… Bu insanların hepsinin yaşamla ilgili fikirleri vardı, hayat içinde kendilerine biçtikleri roller vardı ve şimdiki durumları bu fikir ve rollerle şiddetle zıtlıklar gösteriyor. Yeniden kabul edildikleri Alman yaşantısında kendilerine bir yer, bir rol edinmek istiyorlar şimdi.
O insanlar bir söz bekliyorlar, bir mesaj bekliyorlar, yaşamlarına anlam, o anki var oluşlarına bir derinlik katacak herhangi bir dürtü bekliyorlar. Böylece katlanılması zor durumlarından sıyrılacaklar ve yeniden ulaştıkları saygın kimlikleri ile yaşantılarına devam edeceklerdir. Kalabalığı bu konumundan kurtaracak ve yarınlarına anlam katacak kişi, onu sonsuza kadar kazanacak ve kurtuluşu olarak göstereceği ‘başkaldırıya’ bağlayacaktır. Büyük bir hatip için bir meydan okuma! Bir hatip için büyük bir meydan okuma!
Hitler’in rakipleri böylesi kitlelerin yanlış yönlendirilebileceğini söylerken haklıdırlar. Hitler’in propaganda konusundaki tavrı zaten bu kitleleri ele geçirmek üzerine kurulmuştur ve bunun için her yol mubahtır: Basın aracılığı ile yapılanı da böylesi konuşmalar yolu ile yapılanı da… Amaç davasına destekçi bulmaktır. Bunu yaparken en olmayacak umutları istismar ederken, nefreti körüklemekten geri kalmamaktadır.
Esas olarak, bu, savaştan bu yana Almanya üzerine çöken zor zamanlarla ilgilidir. Bu dönemde büyük servetler oluştu… Gerçi bunların ne kadar gerçek oldukları tartışılır. Ancak o zamana dek Almanya’nın belkemiğini oluşturan orta sınıfın yok olduğunu inkar etmek olanaksız. 1929’dan bu yana daha önce görülmemiş derinliklere batmış bu kesim. Hitler nefretini, savaştan bu yana orantısız şekilde servet elde eden, siyasi ve sosyo-ekonomik anlamda güçlenenlere doğrultuyor. Önceleri anonim olan bu kitle, zaman içinde şekillenmeye başlayacak Hitler’in gözünde.
Hitler Marksizm’i hedef alıyor. Onu şeytanlaştırıyor. Burada propagandasının ve fanatizminin ilk öğeleri ile tanıştık. Bu konu fikirlerinin sorgusuz en önemli ayağını oluşturuyor. Önünde Alman toplumu duruyor! Bu Alman toplumu içindeki emekçilerin Alman kimliklerine sırtlarını dönerek başka uluslardan emekçilerle dayanışma içine girebilecekleri eğilimine tepkisini sert bir üslupla eleştiriyor. Dinleyicileri arasında, Alman orta sınıfından gelmiş ancak işini kaybettiği için Alman emekçisinden daha düşük yaşam standardına düşmüş insanlar var. Küçük bir azınlığın ise geliri kendisini proleter sınıf ilan eden emekçiler kadar. Ancak bu kalabalıkta kimse kendisini proleter sınıf ile özdeşleştirmiyor. Onların proleter ihtirasları takip ettiklerini düşünmek “Moskova’nın fantezisi” diyor Hitler. Tam tersine, onlar sınıf çatışmaları tarafından yönlendirilmeyen bir devlette yaşamak istiyorlar. Onlar, işçi sınıfının kendilerini yönetmesini, kararlarda etkin olmasını istemiyorlar. Bu anlamda onlar ‘milliyetçi’ olmak istiyorlar. İşte tam da bu noktadan hareketle, milliyetçiliğin yalnız Almanya’da değil, İtalya ve bazı başka ülkelerde de ivme kazandığını söylemeliyiz.
Aynı fikirler hareket edilirse, bu insanlar tıpkı emekçiler gibi zengin ve nüfuzlu kitleye yabancı, onlarla ortak hiç bir paylaşımları yok. Dolayısı ile bu aşamada iki fikrin yoğrulduğu bir kavram karşımıza çıkıyor: Nasyonal Sosyalizm. Kapitalist sistemin etkileri de onların üzerinden eksik olmuyor. Etkin çevrelerden nefret ediyorlar. Sonra yapay bir korkuya,
‘Finansal Yahudi zorbalığı’na karşı amansız bir savaşa davet ediliyorlar. Zaman içinde şahsileştirilecek ve kabına sığmayacak bir nefretin önü alçılıyor. Propaganda böyle şeyleri gerektiriyor.
Hitler’in dinleyici kitlesini oluşturanların ortak paydası bir aşağılanma duygusu ve örselenmiş özsaygıdır. Bu birçok alanda kendini gösterir: ekonomik, sosyal, kültürel, hatta diplomatik… Dolayısı ile bütün bu acı duyguların Almanya’nın Versailles’dan sonra dünyadaki rolünü tayin eden itici güç olması doğal karşılanmalıdır. Barış sonrasında Almanya’nın konumunda bazı iyileşmeler oluştuysa da bunlar çok önemsiz kaldılar ve Alman halkının dikkatini çekecek düzeylere ulaşamadılar. Devletler topluluğunun Almanya’ya karşı takındığı olumsuz tutum ise halkı derinden etkiledi…
Hitler’in Reich’ı: Birinci Safha
Hamilton Fish Armstrong (2) - Temmuz 1933
Bir halk kayboldu. Son 14 yıldaki Cumhuriyet süresince dünyanın başarılı iş adamları veya siyasetin dehaları olarak tanıdığı Alman halkı yok oldu. Elbette ki istisnalar var. Ancak dalgalar onların üzerinde durdukları kumu alıp götürüyor ve onlar da teker teker, gün be gün Nazi denizinin dibini boylayacaklar. Bu öylesine başarılı bir süreç oluyor ki Naziler bile kendilerinden önce bir Cumhuriyetin var olduğuna inanmakta zorlanıyorlar. Bu sanki kendi ayak sesleri ve bağrışları ile uyandıkları bir rüya gibi.
Alman halkı silinmekle kalmadı, hatıraları bile silindi gitti. Bu halk hiç yaşamamışçasına yeni bir döneme girdi. Adı anılmaz oldu… Bu yalnız, ‘kendi güvenlikleri için’ toplama kamplarında tel örgüler ardında tutulan Komünistler veya Yahudiler için geçerli değil. Bu örneğin, Alman Sosyalist Partisi Başkanı Otto Braun için de geçerli; bu merkez partilerin etkin siyasetçileri için de geçerli; Von Seeckt, Groener, hatta Hitler’e yakın duran Von Schleicher gibi embriyo diktatörler için de geçerli… Almanya’yı son on dört yılında yöneten tüm kadrolar tasfiye edildi. Akıllardan, sahneden, tarihten silindiler.
General Von Schleicher’in bir emri ile harekete geçirip Cumhuriyet adına ülkeyi kaostan kurtarmada kendisine destek olacağına inandığı Reichwehr bile kenara çekilmiş olaylara mesafeli durmakta yarar görüyor. Ordu liderliğinin tek yapabileceği beklemek… Tekrar sahneye çıkıp bir düzen sağlanmasına yol açacak kaotik bir ortamdan medet umarak beklemek… Bu nafile bir bekleyiş olacak gibi.
Kaygı içindeki önemli Protestan ve Reformist kiliseler kendilerini gözden geçirme durumunda buluyorlar. Nazilerin referanslarına uymak ve yirmi sekiz otonom kilise şeklinde biçimlenen yapılarını elden geçirmek ileride yaşanacak olumsuzlukları önlemenin yolu.
2 Mayıs 1933’de kapatılan, binaları işgal edilen, tüm mal varlıklarına el konan, yöneticileri hapse atılan işçi sendikaları için söylenecek çok fazla bir şey yok. Nazi sendikalarının yapılanması ile emek partinin hizmetine giriyor.
Adalet sistemi de yerle bir edildi. Bir çok hakim ya istifa etti ya da işinden oldu. Adalet Bakanlığı yayınladığı genelgede hakimlerin atanmadan önce milliyetçilikleri konusunda sınava tabi tutulacaklarını ifade ediyor. Nazilerin gözünde etik hukuk kuralları üzerine oturtulmuş soyut adalet görüşü doğru değildir. Esas adalet devletin menfaatine yönelmeli ve onu esas almalıdır.
Mart seçimlerinde Nasyonal Sosyalistlerle koalisyon kuran ve bünyesinde eski askerleri, kralcıları, köylüleri bulunduran Milliyetçi Parti dahi pusulasını kaybetmiş durumda, yavaşça bilinmeyen denize batıyor. 30 Ocak akşamı Hitler’i Hindenburg’a gitmesi için cesaretlendiren Von Papen, Nazileri kolayca aşabileceğini hesaplarken, kendisini onların emrinde buluyor ve bu hissettirilmeden oluyor.
Yeni halkın yeni idarecilerinin yeni bir sözlüğü var. Edebiyatta, sanatta ve sporda yeni referanslar oluşuyor ve eskilerin yerini alıyorlar. Partinin veya devletin çıkarına olmayan hiçbir başarı, başarı olmuyor. Tüm kazanımlar siyasileştiriliyor. Liberallerin ve hele Yahudilerin hayata katkıları yok sayılıyor. Müzik, sinema, tiyatro… Hepsi Nazi ideolojisini göre eğilip bükülüyor.
Üniversiteler arındırılıyor. Basın asimile ediliyor. Düşmanca olan, liberal ve Yahudi tüm unsurlar tasfiye ediliyor. Direnen editörler ve yazarlar çok uzağa giderlerse ortadan kaldırılıyorlar. Kalanlar da Nazi komiserle hesap verme durumunda bırakılıyorlar. Haberlerin teması parti toplantılarına, liderlerin konuşmalarına, törenlere indirgeniyor… Propagandanın aleti olmayan hiçbir yayına izin verilmiyor.
Alman Cumhuriyeti ince bir toprağa ekilmiş kırılgan bir fidandı. Geleneklerle ve alışkanlıklarla yoğrulmuş bir kimliği vardı ve bunu güçlendirme telaşındaydı. Ancak olmadı. Barış anlaşmasının koşulları, Fransa ve diğer Avrupalı müttefiklerinin Almanya aleyhine oluşan derin nefret ve tedirginlikleri, 1929 ekonomik buhranı, aşılamayacak enflasyon ve yüksek işsizlik, bu çabaları bitirdi. Siyasetçilerin onun gelişmesini gündemlerinin ilk maddesi olarak gördüklerini söylemek de aslında olası değil. Onu kurtarmak için girişilen çabalar, sıkıntılar çıktıkça zayıfladı ve iflas noktasına dayandı. Ancak Cumhuriyeti esas bitiren alttan gelen destekçisi, takipçisi olmaması. Ünlü bir Alman politikacının söylediği gibi: “Biz Cumhuriyeti yarattık ancak ortada cumhuriyetçi yoktu…”
1 Paul Scheffer Berliner Tageblatt gazetesinin Washington muhabiridir.
2 Hamilton Fish Armstrong ‘Foreign Affairs’ dergisinin editörüdür.