İshak Alaton: “Lüzumsuz olmayı, ömrümün taçlanması olarak görüyorum”

Profesyonel iş hayatını noktaladıktan sonra kendini yeni toplumsal hedeflere adayan İshak Alaton, gazeteci Mehmet Gündem’in kaleme aldığı “Lüzumlu Adam İshak Alaton” başlıklı bir kitap ile hayatını gözler önüne seriyor ve bir döneme ışık tutuyor

Ester YANNİER Toplum
11 Nisan 2012 Çarşamba

Alarko Holding’de bulunan ofisinde görüştüğümüz Alaton ile kitabı, hayata yönelik görüşleri ve tecrübelerini hakkında konuştuk.

Mehmet Gündem’in kaleme aldığı “Lüzumlu Adam” ve mayıs ayında yayınlanacak olan “Lüzumsuz Adam” birbirini devamı olan kitaplar. İlki 1992’de bitiyor; neden iki kitap halinde düşündünüz?

Bunun kökeninde 92 yılındaki yaşamımdaki önemli değişim yatıyor. O yıl 65 yaşımdayım ve geçmişime baktığımda faydalı işler yapmış ve mutluyum. Fakat yeni hedefler arıyor, yeni maceralar istiyorum. Alarko’nun işleriyle uğraşmak ve para kazanmak artık bana yetmiyor. Henüz o yıla varmadan da anlamıştım ki, daha çok para benim için önemli değil. Saygınlık ve yeni heyecanlar arıyorum. O zaman hayat tarzımı değiştirmeye karar verdim. Yazdığım yazıyı akşam Üzeyir’in masasına bıraktım. Sabah okumuş, alı al moru mor yanıma geldi,“sen ne yapıyorsun bu yazıyı mı yayınlayacaksın?”dedi. Evet dedim. Başlık “Lüzumsuz Olabilmek” idi. Şirkette lüzumsuz olmak, artık bana ihtiyaç olmasın istiyordum. O zaman çok rahatlayacak, istediğimi yapabilecektim. Yine orada bulunacaktım ama sorumluluklarımı profesyonellere, Üzeyir Garih’e devretmek istediğimi açıkladım.  O zamana kadar hazırladığım önemli bir iş var, TESEV’i kurmuşum. TESEV’i Nejat Eczacıbaşı ve Feyyaz Berker ile kurdum ancak en aktif üye de benim. Konferanslar organize eden, doğudaki probleme el atan, dil zenginliğini anlatan yani Kürt olayı ile açık bir şekilde ilgilenen bir uğraşıya başlamışız. O arada George Soros ile tanıştım, “Açık Toplum Vakfı” olarak o da beni motive ediyor.

Kitap sizin ağzınızdan kaleme alınmış. Bu anlatı sürecinde neler hissettiniz. Rahatladınız mı, tedirgin oldunuz mu? Oto sansür uyguladınız mı?

Hiçbir tedirginlik duymadım. Aksine müthiş bir keyif ve mutluluk. Kişi mazisinde iyi anılar barındırıyorsa onları hatırlaması güzel bir olay. İnsanın hafızasında sanki bir filtre var, kötüyü atıyor, iyiyi tutuyor. Bu bende kontrolsüz gelişen bir durum. Geriye gittiğimde sadece güzellikler görüyorum; bu da beni mutlu ediyor. Örneğin Varlık Vergisi’nin acısını yıllardır duymuyorum. Üstesinden geldim, babam için çok üzülüyorum. Ama o kadar. Mehmet Gündem ile çalışmamız iki sene sürdü.

Anlatmadığım birkaç küçük olay olabilir. Farkında değilim.

Otobiyografinizi içeren bir kitabi elinize almak nasıl bir duygu. Tamamen deşifre oluyorsunuz...

Elime aldığımda, yine geriye dönüş olarak okuyorum. Kitabın toplumda bu kadar ses getireceğini ve henüz on gün geçmeden ikinci baskısının yapılacağını hiç düşünmemiştim. Kendime şöyle izah ediyorum; tarihimizde bilinmeyen o kadar çok olay var ki, insanlar öğrenmeye aç.  Okuyanlar “olayları öyle bir samimiyetle ve tarafsızca, suçlamadan anlatıyorsun ki” diyorlar. Ve Tabii ki ‘92’ye de dönmem lazım, esas vermek istediğim cevap şudur: o yıldan sonraki hayat tarzım farklıdır. Şirket uğraşılarımdan hızlı bir şekilde toplumsal olaylara, sorunlara yakın ilgi ve çözüm üretme dönemine geçtim. Yineliyorum, şirkete lüzumsuz adam, yoksa topluma değil.

Kitabı okurken değişimlerin sizi hiç ürkütmediğini, başarısızlıkların caydırmadığını görüyoruz. Bu gücü nereden buluyorsunuz?

Pozitif enerji üretim cihazımı hep aktif tuttum. Bununla doğmuşum ve garip bir şekilde Leyla ve Vedat da bununla doğdular. Demek ki genetik. Cihaz olumsuzluklara bile olumlu yönünden baktırtıyor. Bu nedenle kitap bu kadar okunuyor ve insanı üzmüyor. Üzüntü verici olayları içerse de üzmüyor.

İsveç’ten geri döndüğünüzde iş bulamadınız ve sonuçta kendi işinizi kurdunuz. Günümüz gençlerinin neredeyse böyle bir şansı yok. Onlara ne tavsiye ediyorsunuz?

 O günün şartları çok daha zordu, işe başlamak için para önemliydi. Şimdi ise şartlar çok daha kolay bence. Parasız yola çıkarak dünyanın en zengin kişisi olmuş bir örnek var; Bill Gates. Onun peşinden birçok kişi aynı yoldan zengin oldu. Bu adamlar kafalarını çalıştırdıkları ve kimsenin düşünemediği farklı bir şeyi ortaya koydukları için kısa sürede zengin oldular.

Bu süreci analiz ettiğimizde, adam beynini kullandı ve serveti yarattı. Demek ki beyinle yürüdü. Gates’in öyküsünü biliyoruz. Konferanslarımda gençlere, “Hepimiz Allahın bir lütfu ile 310 ila 330 gram arası değişen beyinle eşit şartlarda doğuyoruz. Bütün mesele o beyinin içine ne koyduğumuzla ilgili. Hayat boyunca beyninin içine olumlu bilgiler doldurabiliyorsan, sana öğrettiklerinin kullanılabildiği üretime dönük bir yön verebildiğin bir fonksiyon ise o zaman senin Bill Gates  gibi zengin olmaman için hiçbir neden yok.”

Eğer önyargıları olmadan, dünyaya açık, dünya insanlarıyla kolaylıkla ilişki kurabiliyorlar ise - ki insanın hayat hedefi insanlarla iletişimi pozitif yönde geliştirmektir- başarırlar.

Demek insan ilişkilerin iyi olacak, maddi imkânların zaten kendiliğinden oluşuyor bir de beynini iyi çalıştıracaksın.

Neden İsveç’e gittin diye soranlara “herkes asfalt bir yoldan gidiyor, ben bunların arasında kaybolurum, yandaki ormana dalacağım. Ormanda iki ihtimal var; ya bir aslan beni yiyecek veya ben bir servet bulacağım ve onu bulup onu kullanacağım” dedim.  Allah beni o servete götürdü. İsveç’i tanıdım oradaki insanlarla ilişki kurdum.

Tehlikeli sularda yüzmeyi seviyorsunuz galiba…

O kadar değil tehlikeyi göze alabiliyorum. İngilizlerin deyişiyle ‘calculated risks’ yani hep hesap edilmiş risklerle yaşadım.  Risk aldıklarımın arasında birçok başarısızlıklarım oldu. Bunlardan da ders aldım. İnsanlara “başarı öyküleri okumayın diyorum. Başarısız olmuş insanların neden başarısız olduklarını analiz edin, hataları siz yapmayın” diyorum.

Bir kütüphanede başarı öyküleri istediğinizde birçok öneride bulunur. Başarısızlık öyküleri sorduğunuzda bir tek kitap yok. Ben bu boşluğu doldurmak istiyorum. Hayatımda yaşadığım başarısızlıkları üçüncü kitabımda anlatacağım.

Siyasete yakınsınız…

Siyasette yol gösteren akil adam olmaya çalışıyorum.

Kamuoyunun bazı kesimleri de bugünkü hükümetle çok bağlantılı olduğunuzdan söz ediliyor...

Başbakan Erdoğan’ı henüz belediye başkanlığı döneminden tanıdım. Alarko, belediyenin atık su, gaz işlerini ve metronun bir kısmını yaptı. Böylelikle tanıştık ve iş ilişkilerinde mecburen yakınlaştık. Kendisinin Yahudilikle ilgili bir önyargısının olmadığını, bizleri normal bir vatandaş gibi gördüğünü fark ettim.  Hatta bana her zaman çok saygılı davrandı. Başbakan olduğunda da iş yapmaya devam ettik. Zaman zaman platformlarda buluştuk fakat en büyük faktör TÜSİAD ile olan ilişkilerimde ondan yana tavır almış olmam. Ondan yana olmak için TÜSİAD’a karşı değilim, bu kuruluşun politikasını fevkalade yanlış bulduğum için ondan yana oldum.

Uzun bir sessizlikten sonra son zamanlarda tekrar gündeme gelmeye başladınız. Neden?

Belirli bir sebebi yok, Türkiye’nin artık düşünce kabuğunu kırmaya başladığını hissetmeye başladım. 1915 olayları konuşuluyor, artık gerçeklerin üstü örtülmüyor…  Ve muhtemelen Mehmet Gündem’de bunda rol aldı çünkü beni konuşturdu. Böylece medyada görünür oldum. Televizyonlar davet etmeye başladı…

Bir de dört yıl önce ABD’de bir kanser ameliyatı geçirdim. Dört ay boyunca ışın tedavisi gördüm, çok hırpalandım, zayıf düştüm biraz yorgundum, kendime bakmam gerekiyordu. Onu da atlattım… Tekrar sağlığıma kavuşunca yeniden aktif oldum.

Gazetecilerin çoğu söyleşilerinde ilk olarak Varlık Vergisi / Aşkale gibi bir soruyla başlarlar. İshak Alaton’u çağrıştıran sadece bu mudur?

Sadece bu olmasa gerek. Aslında Varlık Vergisi İshak Alaton’un bir şansıdır. Hayatın faydalı bir cilvesi… Babam için bir felaket idi. Babamı kırdı, mahvetti ve öldürdü. Varlık Vergisi sayesinde sıfırdan başladım. Sıfırdan başlamanın hayat için müthiş bir şans olduğunu düşünürüm. Çünkü altına inmen mümkün değil, ancak yukarı doğru çıkarsın. Mutluluk şöyle tarif ediliyor: “Bugünün yaşam şartları dünkü şartlara göre bir nebze daha iyiyse ve yarın ile ilgili yaşam şartları beklentin bugünkülere göre bir nebze daha iyiyse, o zaman mutlusun.” Çünkü her gün daha iyiye gidiyorsun. Bundan daha büyük bir mutluluk olamaz. Eğer Varlık Vergisi olmasaydı babam iplik ticaretine devam ederdi, İshak Alaton da o işte babasının oğlu olarak iyi bir tüccar oldurdu.  İsveç’i göremez, sosyal demokrasiyi, dünyayı keşfedemezdi. 

Bu şekilde sadece mutluluğu değil, sıra dışılığı da keşfetmiş oldum.

Kitabınızda ortağınız Üzeyir Garih ile farklı düşüncelere sahip olduğunuzu, ancak bu farklı düşünceler olsa dahi saygı duymaktan söz ediyorsunuz.  Bu doğru olduğu kadar uygulamada zor değil miydi?

Zorluğun idrakinde olduğumuz için faydalı neticeler verdi. Zorluğu her zaman aynı fikirde olmamaktı. Bunun bir faydası da her zaman aynı fikirde olmayıp alternatif çareler üretebilirken, bir yerine iki kişi olmamızdır. Farklı alternatifler üzerinde tartışılır ve iyisini bulma şansı daha yüksektir. Teoride zorluk görünse de bunu avantaja dönüştürdük. İki ayrı insanın ayrı karakterde olmasını hayat boyu devam ettirdik. Birbirimizi kendimize benzetmeye çalışmadık.

Kendi kendine yeten, ilgi duyduğu konularla hayatını sürdüren bir kişi... Hiç bir gün kendi kendine bu kadar çok tanınmış olmanın avantajları ve dezavantajlarını sorgulamadı mı?

Tanınmış olmayı avantaj olarak görüyorum. Şayet saygın bir insan isen topluma faydalı oluyorsan… Hayatta en fazla zengin olamaya değil saygın olamaya önem verdim.  Saygınlık da iyi tanınmakla gelir.  Filozof Seneca şöyle der: “Bir insan mensubu olduğun toplumun çıkarı doğrultusunda bir fikir insan üretebiliyor ve bunu açıklamıyorsa, bu insan ya tembeldir, ya bencildir ya da korkaktır. Topluma faydalı bir fikrin varsa bu açıkla”. Ben de aynı yoldan yürüdüm. Fikri  sadece Yahudi Cemaati’ne satmanın bir mantığı yok. Büyük topluma satıyorsun ve ona satarken de aykırı bir Yahudi olduğun ortaya çıkıyor. Bunun da kendine göre faydaları var. Fikir üreten bir Yahudi ne mutlu bana…

Yahudi Cemaati yönetimi ile ilişkileriniz nasıl?

Yahudi Cemaati ile bir zamanlar çok yakındım. Uzun yıllar Müşavirler heyetinde yer aldım. Orada yadırgadığım, toplumda fazla görünmeme politikamızı, ses getirmeme, saklı  ve gizli zihniyetini eleştirdim, yanlış buldum. Bunun bizlere yakışmadığını dile getirdim. Korkaklık olarak gördüğümü de açıkça söyledim. Birçok kişinin üzülmesine de sebep oldum, benden hoşlanmadılar. Cemaat içinde günah keçisi oldum. Ama bunu inançlarımı dile getirmek için bilinçli yaptım.  Gizleyecek hiçbir şeyimiz yok, Yahudi Cemaati olarak çok saygın kişiler olarak geliştik ve bundan da her zaman gurur duydum.  Gizleyecek bir şeyimiz olmadığı zaman da neden saklı ve sessiz yaşamayı tercih ettiğimizi anlamadım ve buna karşı çıktım. Toplum içinde garip ve gereksiz çıkışları olan bir adam olarak görüldüm. Bunu da biliyor ve gocunmuyorum.