Walther Rathenau’yu öldürmek

Alman tarihinde önemli bir yere sahip olan Walther Rathenau’nun ticaret ile başlayıp dışişleri bakanlığı ile biten hayatı tezatlarla dolu geçti. Alman toplumu içinde ‘başkalaşımı’ savunan Rathenau yine de ırkçı bir suikasta kurban gitmekten kurtulamadı.

- Diğer
19 Temmuz 2012 Perşembe

Shulamit Volkov’un Rathenau biyografisi, ‘Walther Rathenau: Weimar’ın Düşkün Devlet Adamı’, Yale Üniversitesinin Yahudi Yaşamlar dizisinin bir parçası olarak yayımlandı. Tel Aviv Üniversitesi profesörlerinden Volkov, Alman ve Alman-Yahudi tarihi üzerine birçok önemli eserin yazarı olup, eski Sovyetler Birliği arşivlerinden alınmış ve yakınlarda yayınlanmış Rathenau belgelerinden ve çok sayıda birincil ve ikincil literatürden yararlanarak olağanüstü bir yaşamın canlı bir portresini oluşturdu.

Walther Rathenau ne tipik bir Alman Yahudi’si, ne de geleneksel bir Alman devlet adamı idi. Yahudi inanç ve uygulamalarına sahip çıkmayan, varlıklı sanayici bir ailenin içinde doğan ve ileri yaşlarda siyasi görev elde eden Rathenau ‘mükemmel aykırı’ idi. Aynı zamanda bir çelişkiler adamıydı: Girgin ve münzevi, Yahudiliği ve Almanlığı hakkında kararsız, spiritüalizmi kucaklayan bir teknokrat ama kamu yararı sağlamak adına devlet düzenlemesini savunan biri.

Köklü geçmiş, elit çevre

Şüphesiz sosyal seviyenin doruğunda olmasına karşın, Rathenau’nun ayrıcalıklı gençliği ve eğitimi, Muhteşem Almanya’da Yahudi gelişiminin –ve sınırlarının–  sembolü idi. Prusya aristokrasisinin geleneklerinin bir hayranı olarak Rathenau, kendisini bir yedek subaylık görevinden mahrum eden ‘ikinci sınıf’ vatandaşlığı yüzünden derinden etkilendi. Bu yetmiyormuş gibi, Rathenau’nun bekâr olması burjuva akranları gibi sosyal istikrara kavuşmasını engelledi ve onu eşcinsellik kuşkuları karşısında savunmasız bıraktı. Rathenau’nun, babasının vesayeti altında görev aşkıyla bir iş kariyerine giriştikten sonra 26 yaşında iken yayınlanan ilk makalesi, ahlak üzerine ihtiyatlı bir Nietzsche’ci meditasyon idi. Ancak dört yıl sonra Rathenau, “Duy, Ey İsrael” adlı denemesinde Alman Yahudilerini Alman ulusu içinde bir ‘yabancı organizma’ ve kurtuluşu ‘tam bir başkalaşım’ gerektiren ‘Asyalı sürü’ olarak hedef alarak ailesini ve toplumu şoke etmişti. Ve bunu çoğunluk tarafından kabul edilme ihtirası üzerinden yapmayı önerdi.

I. Dünya Savaşı ve radikal fikirler

Zarif tutumu ve geniş arkadaş çevresi ile Rathenau Almanya’nın karışık kültürel ve entelektüel elit tabakası içinde seçkin hale geldi. Aynı zamanda açgözlü bir yurtdışı gezgini oldu. Hıristiyanlığı kabul etmeme konusundaki kararlılığı, politik ihtiraslarını boşa çıkardı; ama son derece başarılı bir işadamı olarak, onun yeteneklerini ve yurtdışı deneyimlerini takdir eden liderler nezdinde güvenilir bir danışmandı. I. Dünya Savaşı arifesinde, Rathenau dış politikaya döndü. Amerika’nın artan gücü karşısında ısrarla, bir Avrupa gümrük birliği yaratmak için Almanya’yı lider olmaya çağırdı.

Rathenau’nun hayatı ve fikirleri 1914’ten sonra çok değişti. Savaş bakanlığının hammadde bölümünde baş organizatör oldu fakat bu görevde birçok başarı elde etmesine rağmen sekiz ay içinde bürokrasiden sıkıldığı ve savaşın sonucu hakkında endişelendiği için istifa etti. 1915’te babasının ölümüyle zor bir ilişkiden kurtuldu. Rathenau ticaret, gazetecilik ve hitabet dünyasına döndü.

Savaş uzadıkça Alman Yahudileri asker kaçaklığı ve karaborsacılıkla suçlandı. Rathenau, devletteki görevini istismar etmekle suçlandı ve antisemit saldırıların baş hedefi haline geldi. Rathenau, diğer Yahudilerin ‘Yahudi sayımı’na karşı yürüttükleri protestolara katılmadığı ve Siyonizm’e soğuk bakmaya devam ettiği halde 50 yaşına geldiğinde Yahudiliğini bir dezavantaj olmaktan çıkarıp, modern politik ve kültürel koşullara uygun, yüksek ahlak standartlarını ve kurumsal sınırlamalardan uzak bir bireyselliği destekleyen bir inanca çevirmişti.

Savaş boyunca Rathenau resmi görevlerde yer almaya ve Hindenburg ile Ludendorff dahil olmak üzere Almanya’nın siyasi ve askeri liderleriyle beraber çalışmaya devam etti. Savaş hakkındaki şüphelerini gizleyen Rathenau, kendisine coşkulu bir vatansever görüntüsü vererek ilhakları, savaşta denizaltıların kullanımını ve Almanya’nın askeri üretimini arttırmak için Belçika’dan işçi getirtilmesi dahil, merkezi olarak kontrol edilen bir savaş ekonomisini destekledi. ABD 1917’de savaşa girdiğinde, Rathenau endişelenmesine rağmen korkularını sakladı. Çok satan kitabı Gelecek Günler’de en sevdiği temalardan olan kolektif ekonomik düzen, ‘halkın devleti’ ve sosyal dayanışmadan bahsetti. Fakat Alman muhafazakârlar Rathenau’nun reform önerilerini hoş karşılamadı; liberaller ve sosyalistler ise onun düşüncelerini emperyal düzenin fazlaca geç kalınmış bir savunması olarak değerlendirdi.

Yeni düzen çağrısı

Rathenau savaşın sonuna dek iktidarın eşiğinde kaldı. Almanya’nın 1918 sonbaharında gerçekleşen askeri yıkımına tepkisi, Ludendorff’a saldırarak, ateşkes fikrine karşı çıkmak ve toplu silahlanmayı savunmak oldu. Bu sefer Rathenau yalnız değildi: Alman subaylar, hükümet liderleri ve parlamento mensupları da Alman İmparatorluğunu yenilgiden kurtarmak için son bir çaba istiyordu. Fakat 1918’de kurulan hükümet Rathenau’yu bu girişimin başına geçirmek yerine Kaiser’ı tahttan indirerek ulusal bir meclis için seçimler düzenledi ve savaş galiplerinin mütareke koşullarını kabul etti.

Almanya’nın ilk cumhuriyeti doğarken, ‘sosyalist’ eğilimleri yüzünden sanayici arkadaşları tarafından nefret edilen, sosyalistler tarafından burjuva geçmişi yüzünden güvenilmeyen, Ludendorff ve yükselişteki radikal sağ tarafından Almanya’nın ‘sırtından bıçaklanmasına’ katkıda bulunduğu yönünde suçlanan Rathenau siyasi olarak izole bir halde idi. Başkan adayı olma olasılığı, Weimar’daki Ulusal Kongre’de büyük alay konusu oldu. Rathenau, ‘az sayıda olmalarına rağmen geri kalan tüm ulusların toplamından daha fazla dünyayı etkileyen bir deha ortaya koydukları’ yönünde Yahudilere methiyeler düzüp Almanların eksikliklerini ortaya koyarak, kalemi ile intikam alacaktı. Bir dizi halka açık konuşma yaparak, ‘kişisel ihtiyaçlardan ziyade kolektif taleplerin, insan haklarının ötesinde sosyal hakların, kapitalizmin ötesinde organik ve toplumsal ekonominin hakim olduğu yeni bir düzen’ çağrısında bulundu.

Rathenau’nun fikirlerine, pratik yeteneklerinden daha az değer veriliyordu. Birkaç dil bilen ve uluslararası ilişkilere sahip önde gelen bir sanayici olarak hükümet tarafından zorlu bir konu olan tazminatlar hususunda danışman olarak atandı. Ardından, yokmuş gibi davranılan Rathenau önemli bir destekçi edindi: Mayıs 1921’de başbakan olan, Katolik Merkez Başkanı Joseph Wirth. Wirth, Rathenau’yu ilk kabine görevi olan, yeniden yapılandırma bakanlığına atadı. Bu görev çok tehlikeliydi zira Rathenau’yu hem müttefiklerin taleplerine hem de Alman sağının saldırılarına maruz bıraktı. Beş ay sonra görevinden memnuniyetle ayrıldı ancak resmi ve gayrı-resmi pazarlıklar yürütmeye devam ederek Almanya’nın, hem yükümlülükleri için kısa dönemli bir moratoryum sağladı, hem de Nisan 1922 de Cenova’daki Uluslararası Ekonomik Konferansına davet edilmesini sağladı.

Durumdan hoşnut olan Wirth, Rathenau’yu dışişleri bakanlığına atadı. Ancak Alman Reich’ını temsil etmek üzere, her ne kadar vatansever ve yetkin olsa da bir Yahudi’nin atanması, Alman kamuoyunu şaşırttı, Alman Yahudilerini ise korkuttu. Rathenau Cenova’da bir ihtilal gerçekleştirerek Sovyet Rusya ile Rapallo Antlaşmasını sonuçlandırdı; böylece müttefikleri kızdırarak Alman sağının nefretini üzerine topladı. Ancak, birçok kez hayatına karşı tehdit almasına rağmen Rathenau gerekli önlemleri almayı reddetti. 24 Haziran 1922’de işine giderken sağ eğilimli katiller tarafından vuruldu. Rathenau, ölümünde dahi, Weimer Cumhuriyetinin destekçileri tarafından şehit görüldü ama ulusal aşağılanmanın sembolü olarak gördüklerinden intikam almaya yemin etmiş Alman antisemitler tarafından ise sövülerek kutuplaşmaya sebep olmuş bir figür oldu.

Volkov, Rathenau trajedisinin Yahudi boyutunu, dönemin politikalarını ve Rathaneu’yu çok usta bir  şekilde tanımlar. Cinayet haberi Prag’a ulaştığında, Kafka arkadaşı Max Brod’a şöyle yazar: “Bu kadar yaşaması inanılmaz; iki ay önce cinayet dedikodularını çoktan duymuştuk.” Londra’da, yayınlanan haftalık Spectator  dergisi suikastı “Bir cinayet ne kadar sürpriz olabilir?” diye nitelendirir. Kesin olan ise Almanya’nın cehenneme düşüşü başlamıştı.

Yazar: Carole Fink. Fink, halen İsrail’de Fulbright Akademisyeni ve Ohio Eyalet Üniversitesinde Ordinaryüs Profesör olarak çalışıyor. Kendisi, üç kitabın ve 20. yüzyıl Avrupa ve Yahudi tarihi üzerine elliden fazla makalenin yazarıdır.

Çeviri:Roni Rodrigue, Serra Yakuppur