EURO 2012’nin ardından

Heyecanlı, çekişmeli, bol gollü bir Avrupa Şampiyonası daha geride kaldı. İşte EURO 2012’nin ardından akıllarda kalanlar…

Spor
9 Temmuz 2012 Pazartesi

A GRUBU

Kuralar çekildikten sonra en sönük grubun A grubu olduğunu tahmin etmek pek de zor değildi aslında. ‘2004 efsanesi’ Yunanistan, her turnuvada olmasına rağmen pek başarılı olamayan Çek Cumhuriyeti, ev sahibi olarak katılan Polonya derken, göze hoş gelen futbolu oynayabilecek tek takım Rusya’ydı herhalde.

Son yıllarda Avrupa futboluna kazandırdığı genç yeteneklerle ve futbola yaptığı yatırımlarla ön planda olan Rusya’yı herkes favori olarak görüyordu zaten. Dzagoev, İgnascievh, Arshavin, Berenzustky kardeşler, Zhirkov gibi yıldızlar belki büyük liglerdeki yıldızlar kadar heyecanlandırmıyordu bizi ama en azından Şampiyonlar Liginden aşina olduğumuz isimlerdi.

Çek Cumhuriyeti ise forvetindeki bir isimle aslında bizim umudumuzu biraz daha azaltıyordu. Tüm sene kulübede oturup, az çok gol atsa da vasatı aşamayan Baroş’un kurtarıcı olarak lanse edilmesi biz Türk futbolseverleri hüsrana uğratmıştı. Ancak Plasil ve Jiracek kendi başlarına tüm takımı alıp adeta imkansızı başardılar.

Polonya denince ise Lewandowski ve Kuba geliyordu akla. Diğer isimlerse, isimsiz yıldızlardı aslında. Trabzonspor’un tüm sene vasatı aşamayan oyuncularının ise milli takımda yer alması, aslında soru işaretlerini daha da artırıyordu. Hele ki Adrian çoğu maçta kurtarıcı olarak sahaya girince umutlarımız biraz daha tükeniyordu.

Yunanistan ise 2004’deki büyük başarısıyla tüm futbolseverleri çok üzmüştü bir bakıma. İspanya ne kadar total futbol oynuyorsa Yunanistan’sa o kadar anti total futbol oynuyordu ve asla bıkmadan bu ekolde devam edeceklerinin sinyalini ilk maçtan vermişlerdi. Süper Lig’de kalpleri fetheden Gekas’ın Samsunspor’da oynamamasına rağmen Samsunsporlu olarak gösterilmesiyse açıkçası güzel bir detaydı.

***

Tüm bunları düşünürken, aslında en heyecanlı grup oldu A Grubu. 90 artı 3’e kadar nefeslerimizi tuttuğumuz, acaba kim gruptan çıkacak kim çıkamayacak diye kanallar arasında geçiş yaptığımız bir geceydi. 4-1’lik mağlubiyetle turnuvaya başlayan Çek Cumhuriyetine kimse şans vermezken, herkes nasıl Çekler travmanın altından kalkıp gruptan çıktı diye alkışlıyordu. Plasil ve Jiracek’in üstün performanslarıysa, büyük ihtimalle büyük kulüplerin dikkatlerini çekti. Polonya’ysa ilk maçta inanılmaz bir performans göstermesine rağmen, total defans takımı Yunanistan’la karambolda yediği bir golle berabere kalmasıyla bir nevi havlu atmıştı aslında.

Rusya! Evet, ne İspanya, ne İtalya, ne Fransa, Rusya’ydı herkesin gözünün üstünde olduğu takım! Hele Dzagoev, CSKA’dan ayrılacağının sinyallerini üstün futboluyla gösteriyordu. Kısmet ama... Rakiplerini rahat rahat geçen Rusya, çoğu büyük takımın da takıldığı Yunanistan’a son maçta 1-0 mağlup olarak, çok iyi başladığı turnuvaya erkenden veda ediyordu. Bense, ekran karşısında elimde kumandayla büyük bir şok içinde ekrana bakıyordum ve Rusların üzüntüsünü görürken içim yanıyordu. Şampiyona favorisi olan takım nasıl da iki pas yapamayan bir takıma elenip turnuvaya veda ediyordu.

Göze Çarpanlar:Plasil, Jiracek (Çek Cumhuriyeti), Dzagoev, Shirokov (Rusya), Kuba (Polonya).

B GRUBU

İlk grubun aksine, klasik ‘Ölüm Grubuydu.’ Hollanda, Almanya yetmezmiş gibi Portekiz, o da yetmezmiş gibi Danimarka bu gruptaydı. Turnuvayı hiç takip etmeyenlerin bile izleyeceği en az dört maç vardı bu grupta. Kimin gruptan çıkacağı konusuna ise soru işaretleri vardı kocaman. Almanya, klasik Almanya’ydı. Her turnuvada favori olan ve beklenenlerin altına hiçbir zaman düşmeyen bir ekol adeta. Klose’si hâlâ turnuvalara katılan, 2014’de Klose’mle olacağım diyen bir Almanya, kupayı evine götürmeden dönecek gibi durmuyordu. Mesut, Gomez, Lahm diye saya saya gitsek tüm oyuncuları saymalıyız herhalde. 90 dakika boyunca devam eden disiplinleriyse gıpta edilecek derecedeydi her zamanki gibi.

Portakallar! Formasının rengiyle, Cruyff ekolüyle turnuvaların vazgeçilmezi... İspanya’dan sonra turnuvanın favorisiydi. Robben, Sneijder’ın beraber ne yapacaklarıysa yine merak konusuydu. Robin Van Persie’yi de unutmamalı tabi. Dünya Kupasının ardından tekrar 80’lerdeki formlarına dönen, her zaman hızlı top oynayan ve rakibi boğan Hollanda bu turnuvada yine İspanya’yla birlikte favoriydi.

Ronaldo ise grubun bir diğer favorisiydi, nam-ı değer Portekiz. İki güçlü rakiple bu gruba düşen, 2008’de Türkiyeli gruba nazaran çok daha güçlü ekiplerle karşılaşan Portekiz, Real Madrid’li yıldızları Coentrao, Pepe ve C.Ronaldo ile en az Hollanda ve Almanya kadar gruptan çıkmaya aday bir takımdı.

Danimarka içinse her şey şansa kalmıştı diyebiliriz. İlk maçı tamamen bir kader maçı olacaktı, kazandığı takdirde şansı devam edecekti, ancak böyle bir gruptan en az iki galibiyetle çıkmak pek de kolay olmayacaktı onlar için.

***

İlk maçında Hollanda’yı yenerek büyük sükse yapan Danimarka, belki gruptan çıkamayacaktı ama herkesin mercekleri Danimarka’nın üstüne çevrildi. Almanya da çok zorlandığı Portekiz maçında Süper Mario’sunun golüyle ilk maçını alarak ilk hedefini tamamlıyordu.

Son maçlara gelindiğindeyse, Hollanda vasatı aşamamış durumdaydı. İlk iki maçtaki kötü performansıyla sevenlerini üzerken gruptan çıkma şansını zora sokmuştu. Almanya ise rahat bir şekilde Danimarka maçına çıkıyordu ve aldığı galibiyetle hem Danimarka’yı saf dışı bırakıyor hem de tarihinde ilk kez üç galibiyet alarak gruptan çıkıyordu. Hollanda’yı Ronaldo’nun dublesiyle geçen ve gruptan ikinci sırada çıkan Portekiz, genelde olduğu gibi çeyrek finale adım atarken favorilerden olmasa da final adaylarından biri oluyordu.

Göze Çarpanlar: Gomez, Reus, Özil (Almanya), Kron-Deli, Eriksen (Danimarka), Ronaldo (Portekiz).

C GRUBU

B Grubu olmasaydı, Ölüm Grubu olmaya aday bir gruptu. Barcelona gibi uluslararası arenada tüm kupaları domine eden, üçüncü kez arka arkaya kupa kazanma başarısını da göstermek isteyen İspanya; Avrupa Şampiyonalarında pek başarılı olamayan ama Dünya Kupalarında dört kupası olan İtalya; son yıllarda Ada piyasasına sürdüğü ve genç yetenekli oyuncularıyla ön planda olan dinç bir Hırvatistan; kadrosu genelde İngiltere’de Championship’te oynayan ve kalburüstü oyuncuları da olan İrlanda güzel maçların olacağının sinyalini veriyordu.

İspanya, her zamanki İspanya’ydı işte...

İtalya ise eski neslini kaybeden ve gençleriyle ön plana çıkmak isteyen bir takım görüntüsü veriyordu. Onların başındaysa da yılların eskitemediği Pirlo bulunurken, turnuva boyunca da beklenenin üstünde performans gösterecekti.

İster istemez bize karşı pek iyi duygular beslemeyen Hırvatistan(!), son yıllarda gerçekten çok iyi top oynuyordu. Oyuncularının çoğu Avrupa’nın üst düzey takımlarında, üst düzey liglerde oynuyordu ve bu da ortaya güzel bir senkronizasyonla takım oyununu ön plana çıkarıyordu. Kimse kimseden üstün değildi, Modric hariç. İrlanda’ysa C Grubu’nun Danimarka’sı görüntüsü veriyordu. 2010’da Henry’nin eli sayesinde(!) bulunamayan İrlanda, gruptan çıktıkları takdirde büyük bir mutluluk yaşayacak görüntüsü veriyordu.

***

Gruptan çıkmayı büyük başarı kabul edecek İrlanda, ne yazık ki 0 puanla son sırada yer alırken, bir averaj takımı olmadı en azından. 90 dakika boyunca 4-0 gerideyken bile saha içinde mücadele eden futbolculara, taraftarlar da bir galip takım kadar destek verdi. Bu açıdan, turnuvanın kazananı bir nevi İrlanda oldu.

İspanya’nın İtalya ile berabere kalarak başladığı turnuvada, Hırvatistan avantaj kazanıyordu. İspanya ise ilk maçta yapamadıklarını, İrlanda’ya karşı yaparak çeyrek finale göz kırpıyordu. Son maçlara gelindiğinde ise İtalya mutlak galibiyet parolasıyla sahaya çıkarken, İspanya maçının 2-2 bitmemesini bekliyordu. Bekledikleri durum olmazken, İtalya ve İspanya’nın gruptan çıkmasıyla beklenen gerçekleşiyordu. Ancak, Hırvatistan tıpkı Rusya gibi çok etkili olduğu bu turnuvada elenerek futbolseverleri yine üzüyordu.

Göze çarpanlar:Mandzukic, Modric, Jelavic, Kranjar (Hırvatistan), Pirlo, Di Natale, Buffon (İtalya), Torres, David Silva, Casillas (İspanya).

D GRUBU

İlginç gruplardan birisiydi D Grubu, Fransa ve İngiltere’nin aynı grupta olması herkesi heyecanlandırmıştı. Ukrayna ve İsveç ise plase olarak gruba eklenmiş, her iki takımın da İngiltere ve Fransa kadar olmasa da gruptan çıkmaya aday potansiyeli vardı.

İngiltere, ilk iki maçını Rooney’siz oynayacak olsa da Gerard ve Wallcott’uyla grubun yine en önemli adaylarındandı. Olimpiyatlar nedeniyle takımda biraz eksikler olsa da, şampiyonluk için ne kadar aç olduklarını oyuncuların yaptıkları açıklamalardan anlıyorduk.

Fransa, 2000’li yıllardaki başarılarını tekrardan yakalamak istiyordu. İki sene önce Dünya Kupasında yaşanan skandallardan sonra, kadroda büyük revizyona giden Fransızlar, genç ve dinamik ekibiyle yine şampiyonanın favorileri arasındaydı. İsveç ise İbrahimoviç hegemonyası altındaydı. İbra’nın İsveç Milli Takımında teknik direktörden bile fazla otoriteye sahip olduğu sayfalarda boy boy çıkarken, İsveç’in başarılı olması pek mümkün gözükmüyordu. Tek ihtimal İbra’nın göstereceği üstün performanstı.

Ukrayna, ev sahibi olarak katıldığı bu turnuvada Sheva ile etkili olacağının sinyallerini hazırlık maçlarından vermişti. Elemelerde her zaman başarılı olan, ancak turnuvalara geldiğindeyse pek başarılı olamayan Ukrayna, taraftarlarının önünde başarılı olmak istediğini ilk maçta oynadığı futbolla gözler önüne sermişti.

***

İlk maçlar sonunda, Fransa-İngiltere maçında galip çıkmayınca, Ukrayna İsveç karşısında Sheva’nın attığı iki golle galip gelmesiyle büyük avantaj sağladı. İsveç ise İbrahimoviç bireysel çabaları sonuç vermeyince sahadan yenik ayrılan taraf oldu.

Son maçlarda ise Ukrayna mutlak galibiyet parolasıyla İngiltere karşısına çıkıyordu. Alacağı bir galibiyet, gruptan çıkmalarını sağlayacaktı. Ancak, her şey Ukrayna’nın çizgiyi geçen ama verilmeyen golüyle sekteye uğradı ve Ukrayna sahadan yenik ayrılarak ev sahibi olduğu turnuvadan erken elendi. İsveç ise tamamen prestij için çıktığı Fransa maçında, İbrahimoviç’în yüzyılın golleri listesine girecek kapasitedeki golüyle galip gelerek şerefini korumuş oldu. Fransa da mağlup olmasına rağmen gruptan çıkarak büyük bir şans yaşamış oldu.

Göze çarpanlar: Wallcott, Lescott, Welbeck (İngiltere), Menez, Benzema (Fransa), Shevchenko (Ukrayna), İbrahimoviç (İsveç).

Grupların ilk 11’i:Buffon (Kaleci), Badstruber, Lescott, Pepe, Arbeloa (Savunma), Ronaldo, Wallcott, Jiracek, Silva (Orta Saha), Mandzukic, Lewandowski.

SON 8

Çeyrek final maçlarında, kendi açımdan iki sonucu belli iki de sürpriz eşleşme vardı. Portekiz ve Almanya’nın galibiyeti rahat gözükürken, İspanya-Fransa, İngiltere-İtalya maçı diğer eşleşmelere nazaran sonucu daha belirsiz maçlardı.

CR7, ÇEKLERE KARŞI:  İlk maçlar sonunda, çeyrek finale çıkmasına en az ihtimal verilen Çekler, sonradan patlama yapan CR7’nin Portekiz’iyle çeyrek finallerin ilk maçına çıktı. Portekiz, beklendiği gibi üstün oynadığı maçta Ronaldo’nun golüyle 1-0 alırken, Plasil ve Jiracek’in gayretleri maçı çevirmeye yetmedi. Yarı finale çıkarak, turnuvalardaki istikrarını devam ettiren Portekiz, İspanya-Fransa maçının sonucunu beklerken, bu takımlara oynadığı futbolla gözdağı verdi.

EURO’DAN ÇIKMA VAKTİ! Çeyrek finallerin en komik maçıydı belki: Almanya-Yunanistan maçı. Bir yandan Alman disiplini, bir yanda Yunan korkak futbolu. E rakip Rusya da olmayınca, Yunanistan büyük duvara tosladı. Bırakın, Neuer’i, Badstruber-Lahm gibi oyuncuları rakip ceza sahasında görebildik sadece. Bir ara, Neuer top kaleye gelmiyor diye, gol aramaya çıkacak diye bekleyen tek kişi değildim herhalde. Tabi, Yunanlılar allem etti kallem etti geri düştükten sonra ilginç bir gol bularak skoru eşitledi. Ardından, Almanya daha da baskılı oynayınca yarı finalin diğer ayağının ilk ismi belli oldu.

TAKIMLAR BELLİ, FAVORİ BELLİ: Sonuç ne kadar belirsiz desek de aslında bu maçın favorisi belliydi. Sadece, iki ülkenin adı yan yana biraz heyecanlanıyorduk. Yoksa İspanya’nın bileği bükülecek gibi durmuyordu, beklenen de oldu aslında. Taraftarlar arasında uyuyanlar olsa da, ne kadar izlemesi sıkıcı deseler de İspanya her zaman oynadığı futbolu oynadı. Kimilerine göre zorlanarak, bana göreyse hiç zorlanmadan Fransa’yı geçti ve adını son zamanlarda alıştığımız gibi yarı finale yazdırarak Portekiz’in rakibi oldu, bu da bir İberya Derbisi anlamına geliyordu.

BAHTSIZLARIN BULUŞMASI: Yarı final biletini alacak son takımsa İngiltere ya da İtalya olacaktı. Wallcott’la turnuvaya çok etkili başlayan, sakatlanmasıyla da planları alt üst olan İngiltere, İtalya karşısında uzun zamandır yapamadığını yapıp yarı finale çıkmak istiyordu. İtalya bu turnuvada çok etkili oynuyordu, Pirlo da formundaydı. 90 dakika gol sesi çıkmayınca, uzatmalara gidildi. Uzatmalarda yine gol sesi çıkmadı ve İngiltere’nin bir türlü başarılı olamadığı seri penaltı atışlarına geçildi. Her şey Pirlo’nun panenka penaltısıyla İngiltere adına her şey alt üst oldu. İtalya ise Almanya’nın rakibi olmayı başardı.

Çeyrek finallerin ilk 11’i:Casillas (Kaleci), Lahm, Pepe, Badstruber, Pique (Savunma), İniesta, Ronaldo, Özil, Pirlo (Orta saha), Balotelli, Klose.

YARI FİNALLER

Maç öncesinde bir anket çalışması yapılsa yüzde 70 Almanya turu geçer sonucu çıksa kimse şaşırmazdı. Turnuva başından beri oynadıkları futbol da bunu gösteriyordu. İtalya ise Avrupa Şampiyonalarındaki başarısızlığını kırmak istiyordu. İlk yarı aslında ortada bir futbol vardı. İtalyanların Süper Mario’sunun sahne almasıyla ortada olan futbol İtalya’nın lehine dönmeye başlıyordu. İlk golde Cassano’nun tamamen bireysel becerisiyle, Hummers’ı çalımlayarak nefis ortasında Alman savunmasının pozisyon hatası yapması, Balotelli’nin rahat bir kafa vuruşu çıkarmasını sağlarken, Neuer çaresiz bir şekilde topu izliyordu. Daha sonra Almanlar biraz daha atak oynadı, Alman savunması orta sahada yakalandı ve nefis bir ara pasla Balotelli yine topla buluştu. Alman savunması biraz ağır kaldı gibi gözüktü, ancak ceza yayından bir mükemmel vuruşla bir kez daha Neuer’i mağlup etti. İtalyanlar o kadar güzel alan kapatıp savunma yapıyorlardı ki Almanlar maçı çevireceklerine dair ümitsizliğe kapılmışlardı. İkinci yarı ilk 20 dakika baskılı bir oyun sergileyen Almanlar, Gök-Mavililerin o meşhur savunmalarını bir türlü aşamıyorlardı. Dakika 70’ten sonraysa yavaş yavaş Alman disiplininden kopan Almanlar 3-4 tane net pozisyon verdi. Ancak, İtalyanlar bu pozisyonları cömertçe harcadı. Dakika 90+2’de Mesut’un tamamen bir formaliteye dönüşen penaltısı skoru belirledi ve “futbol 90 dakikadır, Almanların kazandığı bir oyundur” sözü tarihe karıştı.

SANARSIN Kİ EL CLASİCO

(Vedat Behar): İspanya-Portekiz maçıysa, turnuvadaki diğer maçlara göre farklı bir özellik taşıyordu. Portekiz’de Pepe, Coentrao, Ronaldo Real Madrid oyuncusuyken, İspanya kadrosunun çoğunluğu Barcelona’lılardan oluşuyordu. Turnuva başından beri, her maçta istisnasız 600 pastan fazla istatistik tutturan İspanya için, rakip zorlu olsa da diğer rakiplerden farklı değildi. Portekiz’in de bu maça çok iyi hazırlandığı, oyuncuların iddialı konuşmalarından belli oluyordu.

İspanya 90 dakika boyunca, Portekiz’i pas trafiğiyle boğdu ama bir türlü golü bulamadı. Zaten, ceza sahası içinde de etkili bir şut çekemedi. Portekiz tarafıysa, Ronaldo’nun kaçırdıkları pozisyonlarla saç baş yoldu. Takımını her zaman atağa kaldıran Ronaldo, aceleci kararlarla çektiği şutlarda ya kaleyi tutturamadı ya da Casillas’a takıldı. 90. dakikada kaçırdığı pozisyonsa, Portekizlileri yıkan an oldu. Kendisi için yüzde binlik pozisyonu değerlendiremeyerek maçın uzatmalara gitmesine neden oldu ve olası bir sürprizin yaşanmasını engelledi.

Uzatmalar ise tamamen İspanya üstünlüğünde geçerken, İspanya maçın penaltılara gitmemesi için 119. dakikada bile on kişi Portekiz yarı sahasında top çevirdi ve golü aradı. Pedro’nun etkili atakları da sonuç vermeyince, maç penaltılara gitti.

Karşılıklı penaltılar gol olurken, Bruno Alves penaltıyı atarken Nani’nin onun yerine atması, Bruno Alves’in konsantrasyonunu bozarken, dördüncü penaltıyı üst direğe atarak Portekiz’i bir nevi yıktı. Fabregas da, İspanya’nın her penaltıda yaptığı gibi sol köşeye topu bırakarak takımını finale taşıdı.

FİNALDE ŞAŞIRTAN TABLO(!)

İtalya’nın büyük sürpriz yaparak, Almanya’yı saf dışı bırakmasından sonra, hele ki Prandelli’nin kiliselere yaptığı yürüyüşler gazetelerde boy boy çıkınca, herkes İtalya’nın alınan bu galibiyetlerin havasıyla finalde İspanya’nın belini bükeceğini düşünmeye başladı. İspanyol futbolcular ise hiçbir şekilde havaya girmeden, yorum yapmaktan kaçınarak maça hazır hale gelmeye başladı.

Maç öncesinde, İtalyan futbolcuların milli marşlarını büyük bir heyecanla ve coşkuyla söylediği gözlerden kaçmadı; İtalya’nın şampiyonluğu ne kadar istediği daha da gözler önüne geldi. Maç, bizi hiç şaşırtmayan İspanya’nın üstünlüğüyle başladı. İlk 15-20 dakika boyunca oyunu İtalya yarı sahasına yıkan İspanya, golü ne kadar istediğini belli ediyordu. Önce Xavi, sonra İniesta kaçırdı. Golün geleceğinin habercisi pozisyonlar birer birer harcanırken, Cassano da İtalya adına birkaç pozisyon buldu. Ancak, Fabregas bireysel başarısıyla kalenin dibine götürdüğü topu Silva’ya ortalayınca, Euro 2012’nin göze çarpan oyuncularından Silva sakin bir kafa vuruşuyla boş kaleye topu gönderdi. İtalyanlar golden sonra pozisyon bulmaya çalışsa da, Jordi Alba hücuma çıktığı pozisyonda güzel bir gol atarak, İtalya’nın umutlarını iyice söndürdü, 2-0.

Chiellini’nin ilk yarıda sakatlanarak oyundan çıkmasıyla, zorunlu oyuncu değişikliği yapan İtalya, Motta oyuna girdikten sonra sakatlanınca ikinci yarıda oyuncu değişikliği hakkı kalmadığı için sahada on kişi kalmak zorunda. İpler de orada koptu zaten. Art arda gelen ataklar sonucunda, Torres’in bulduğu gol durumu 3-0’a getirirken kameralar Pirlo ve Balotelli’nin üzgün bakışlarına çevrildi. Durmak bilmeyen İspanya, Torres’in boş kaleye atmak yerine topu Mata’ya vermesiyle bulduğu golle 4-0’lık galibiyeti alırken, finallerde en farklı skoru da yapmış oldu. Böylece, tarihte bir ilk yaşanarak katıldığı turnuvalarda art arda 3 kez kupaya uzanmış oldu ve kupa kaptan Casillas’ın ellerinde havaya kaldırılmış oldu.

TÜRKİYE YOK, TÜRK VAR

8 Haziran’da başlayan turnuvada ülkemiz yer almasa da, her gün basında Cüneyt Çakır’ın haberlerini görmek, ülkemizin temsil edilmesi açısından büyük önem teşkil ediyordu. Şampiyonlar Ligi Yarı Finalinden sonra, herkesin saygı duyduğu Çakır, Avrupa Şampiyonasında da yarı final yöneterek, ülkemizde ilk olma özelliğini taşıdı ve büyük gurur yaşattı. Umarız, Portekizli hakem gibi finallerde de kendisini görebiliriz.