Tevrat hakkında arkeolojik spekülasyonlar

Monoteizm, beşeriyet tarihindeki en etkileyici tek kavramdır. Fakat tarihçinin perspektifinden, kökenleri 3500 yıl öncesine dek giden Kanaan dönemine kadar uzanır ve hâlâ gizem içindedir. Bu çalışmada değişik uluslardan ve kanaatlardan tarihçiler ve Kutsal Kitap bilimcilerinin araştırmaları incelenerek, gerçekten ne olup bittiği hakkında taşlar yerine oturtulmaya çalışılmıştır.

Perspektif
4 Haziran 2012 Pazartesi

Tora’daki Mısır’dan çıkış bölümünde Firavun’un İsrailoğulları’nı Mısır’ı terk etmelerine mani olması üzerine, Tanrı’nın Mısırlıları çeşitli belalarla cezalandırdığı belirtilir. Bu belaların içinde ülkenin üzerine düşen karanlık, ateş dolu dolular, Nil’in kana dönüşmesi vardır. Bu gibi olaylar, doğal bir felâketin M.Ö. 1300 dolaylarında Girit yakınlarındaki Thera Adasında cereyan eden korkunç bir volkan patlaması dönemine denk gelmektedir. Patlama ile bir gün içinde volkanik küller Mısır’ın atmosferine ulaşmış, gökler kararmış ve volkanik küller dolu gibi yağmış olabilir; keza Thera, Nil’in suyunu kırmızıya boyayacak demir oksit de püskürtmüştür.

Öte yandan yazı dili itibarı ile Tevrat’taki metinlerin hiçbirisinin bugünkü hali ile M.Ö. 9. yüzyıldan evvel yazılmış olduğu sanılmamaktadır. Çünkü bu zamandan evvel İbranice alfabesi mevcut değildi. İlk İbraniler, muhtemelen Mısırlılar gibi papirüsler üzerinde yazıyorlardı. M.Ö. 1000 yıllarına ait olan Fenikelilerden kalan ve Doğu Akdeniz’deki Biblos kalıntıları arasında bulunan dikilitaşta 22 harflik ve daha sonra gelişen İbraniceyi çağrıştıran bir alfabe gözlemlenmiştir. İlk İbranice yazıtsa, Gezer’de 1909 yılında İrlandalı arkeolog R.A.S Macalister tarafından bulunmuştur. Amerika’daki Hebrew Union College’dan bir ekibin bulduğu kireçtaşından ve kilden oluşan tabletler M.Ö. 900 ve M.Ö. 800 yıllarından kalmış olup, Mısırlılar ve Babillilerle ilgili olaylardan bahsetmektedir. Babil mitolojisi olarak bilinen malzemenin çoğu, Musul kentine yakın Asur başkenti Nimrud’da yapılan kazılardan elde edilmiştir.

TEVRAT ÖYKÜLERİNİN ŞAŞIRTICI BENZERLERİ

1845’te İngiliz arkeolog Sir Austen Henry Layard’ın bıraktığı M.Ö. 880 yılına ait ve Asurbanipal II’nin sarayındaki kalıntılar arasında bulunan, halen British Museum’da saklanan tabletlerde Tevrat’ın Yaratılış bölümünde yer alan ve Adem ile Havva’nın ortaya çıktığı Gan Eden öyküsüne çok benzer bir epik mevcuttur. Nuh tufanı olayı ise, M.Ö. 1600 dolaylarında cereyan eden ve Uta-Napiştim adında bir kişinin ailesini ve çeşitli hayvanları tufandan kurtardığı Gılgamış Destanına çok benzemektedir. Yaratılış 11:4’te yer alan Babil Kulesi öyküsü ise, Babil’i M.Ö. 681-665 yılları arasında işgal eden Asurlu kral Esarhaddon’un inşa etmek istediği kulenin Marduk adlı tanrının gazabından ötürü yıkılması ile benzerlikler taşımaktadır.

1868’de Prusyalı din adamı F.A. Klein tarafından eski Moab Krallığının bulunduğu Ölü Deniz’in doğusunda bulunan ‘Moabit Taşı’, İsrael Krallığına isyan eden Moab kralı Meşa ile ilgilidir. Bu konu Tevrat’ta II. Krallar 3:4-5’te teyit edilmekte, ayrıca iki İbrani krallığının mevcudiyeti ve İsrail Krallığının önemli kralı Omri’nin varlığı onaylanmaktadır. En önemlisi, İsrail’in tek Tanrı’yı tanıdığı da taşta yer almaktadır.

Tevrat (I. Krallar 6-7 ) Kral Şelomo’nun M.Ö. 10. yüzyılda muhteşem bir tapınak inşa ettirdiğini betimlemekte fakat Şelomo’nun bunun inşası ve rivayet edilen bakır ve elmas madenleri için bu serveti nereden edindiğini açıklamamaktadır. Buna karşın, 1961’de İngiliz arkeolog Kathleen Kenyon, kadim Kudüs kentinin Ophel tepesindeki savunma duvarlarının en alt katmanlarında M.Ö. 11. yüzyıldan kalma kalın bir duvar katmanı bulmuştur. Bu duvar, Jebusiler’in dönemine denk gelmektedir. Kral David, Kudüs’ü Jebusiler’den zaptetmiştir.

Öte yandan 1950’lerde İsrailli arkeolog Dr. Yigael Yadin, Galile Denizinin kuzeyinde Tell-el-Qadi’da eski Hazor kentinin kazılarında sağladığı buluntuların Tevrat’taki anlatıya uyduğunu belirtti. İsrailoğulları, Yoşua döneminde kenti putperest Kanaan kavimlerinden zaptederek, yerle bir etmişlerdi. Bu olay M.Ö. 13. yüzyılda cereyan etmişti.

Tevrat’ta İsrailoğulları’nın Mısır’da Peygamber Yosef’in zamanında olduğu gibi artık özgür olmadıkları ve yeni firavunun onları esarete soktuğu anlatılmaktadır. Tarihe göre Hiksoslar muzaffer Mısırlılar tarafından esir alınmışlardır. Buna karşılık 18. Sülaleye ait mezar gravürlerinde Hiksoslar tuğla üretmekte, bu arada angaryacılar sopalarıyla onların başında durmaktadırlar. Tora’nın Çıkış bölümüne göre de bu tam manasıyla İsrailoğulları’nın başına gelendir (Çıkış, 1:14). Ayrıca 1978’de Snydr’in Mari kazılarına göre (M.Ö. 1820 dolayları) bu ülkede Habirular yaşamaktadır. Arkeolog, Mısır metinlerinde Hiksoslu esirlere “Hapiru” dendiğini de keşfetmiştir. 1980’lerde birçok Ejiptolog, bunların Mısır’da Kanaan topraklarının İbranilerce fethedildiği tarihten iki yüzyıl önce Mısır’da esir olduğunu kabul etmiştir.

Tevrat’ta belirtilen İbraniler’in çıkışı aşamasında cereyan eden on belanın Thera volkanının patlamasıyla ilişkilendirilmesi konusuna tekrar dönmekte yarar vardır. Her yıl Grönland’ın üzerindeki buz tabakasına bir yenisi katılmakta ve her tabaka o yılın atmosferini de içermektedir. Danimarkalı jeofizikçilerin 1970’li yıllardaki tespitlerine göre M.Ö. 1390’da dünyada çok güçlü bir patlama olmuştur ve 50 yıllık bir toleransla bu olayın Amonothep III (M.Ö. 1385-1360) dönemindeki Çıkış’la örtüştüğü çok makul görünmektedir. John Hopkins Üniversitesinden Dr. Hans Goedcike, patlamanın yarattığı bir dalganın Kızıldeniz’in yarılmasına neden olduğunu söylemektedir. Çıkış (14-21)’deki ifade edilen “güçlü bir rüzgar” ise, olayın Manzala Gölü üzerinde cereyan ettiğini çağrıştırmaktadır.

1980’lerde ve 1990’larda İsrailli arkeolog Dr. Isaac Yonah’ın Nablus kentinin kuzeyindeki Tevrat’da yer alan Şehem kentindeki kazıları, M.Ö. 1800-1500 arasında Hiksoslar’ın, M.Ö. 1300’lerde Kanaanlıların ve o tarihten M.Ö. 8’inci yüzyıldaki Asur istilasına dek İbraniler’in yaşadıklarını ve monoteist olduklarını kanıtlamaktadır. Fakat M.Ö. 1500’lerde Mısır esaretindeki İbraniler’in ise çok tanrılı olduğu sanılmaktadır. İsrailli arkeolog ve İbrani Üniversitesi mensubu Dr. Amihay Mazor’un Şehem kazılarında bulduğu el boyunda boğa yontuları bunu açıklar mahiyettedir. Diğer yandan, Mısır’da Akhenaton zamanında gelişen tek tanrılı dinin, İbraniler’in tek tanrısı ile aynı döneme isabet etmesi herhalde tesadüf değildir. Nitekim 1989’da Fransız arkeolog Alain Zivie’nin Kahire yakınlarındaki Sakkara’da bir kaya mezarda bulduğu mumya hem Atenist, hem de İbrani rahibiydi!

İLK İBRANİLERİN FARKLI İNANÇLARI

Kral Şelomo’nun (Hz. Süleyman) ölümünden sonra İbraniler iki devlete bölündüler. Kuzeydeki İsrail Krallığı ile güneydeki Yehuda Krallığı inançları da değişikti. Tevrat’a göre (I. Krallar,12:28-33), ilk kral Yeroboam altından iki ineğe tapılan iki tapınak inşa ettirmiştir. 1970’lerde Tell el-Qadi’de, Kudüs’teki School of Biblical Archeology arkeologlarından Prof. Avraham Biran’ın yaptığı kazılar bir tapınağı gün ışığına çıkarmıştır. Ondan sonraki kralların çoğu da putperest Baal kültürüne tapmışlardır. Moabit Taşı’ndaki yazıtlar, Kral Meşa’nın bunun aksine böyle bir tapınağı yağmaladığını belirtir. Tevrat da bunu doğrular (İşaya, 46:1), “Nebo’daki putlar hayvanlar ve davarla ilgiliydi”. Bu arada Yehuda’daki İsrailoğulları Kral Şelomo’nun inşa ettirdiği Kudüs’te tapınakta tek Tanrı’ya inanmayı sürdürüyor ve Beth-El’deki İsrail krallarının putperest tapınmalarından nefret ediyorlardı (M.Ö. 750’de Amos:5,4-6)

Beth-El’in konumu kadar ‘Tanrı’nın Dağı’ da Kutsal Kitap’ta pek açık değildir. Sayılar, 20:23-8’e göre, Aaron Hor dağının tepesinde ölmüştür. Bu durumda Tanrı’nın Dağı Edom topraklarındadır. 1998’de Ürdünlü arkeolog Adnan Hussein’in antik kent Petra’nın yakınlarındaki ve M.Ö. 9. yüzyıldan kalan Semitik yerleşke buluntuları ise, Beth-El’in antik Petra civarında olduğunu çağrıştırmaktadır.

1956’da Tel Aviv Üniversitesi’nden Dr. Beno Rothenberg, Kral Şelomo’nun limanının, Eilat Körfezi’nin 10 kilometre güneyinde olduğunu iddia etmiştir. 1993’te İsrail Denizaltını Araştırma Derneği’nin bu lagunda yaptığı araştırma; Kathleen Kenyon’un Kudüs’te bulduğu ve M.Ö. 10. yüzyıla ait topraklarla buradaki tahta denizaltı kalıntılarının aynı radyokarbon yaşta olduğunu ve M.Ö. 950 tarihlerindeki Kral Şelomo dönemini çağrıştırdığını ortaya koymaktadır.

devam edecek

Kaynakça: The Moses Legacy Graham Phillips Pan Books, 2002