İlk 5 günün bilançosu

Hızlı başlayan 65. Cannes Film Festivali ilk yarışma filmleriyle umut vaat ediyor. İlk üç günü güneşli, sonrası yağmurlu festivalin ilk beş gününde öne çıkan film Jacques Audiard’ın ‘Pastan ve Kemikten’ adlı melodramı oldu. İlk büyük düş kırıklığını yaratan film ise İtalyan Matteo Garrone’nin ‘Gerçek’i idi. Altın Palmiye’li yönetmen Cristian Mungiu, din ekseni etrafında dönen ‘Tepelerin Ardında’ ile Rumen toplumuna ayna tutuyor. ‘Amour’ bizlere “ölüme yaklaşma sürecini hiç kimse Michael Haneke kadar iyi dile getiremez” dedirtti

Viktor APALAÇİ Sanat
25 Mayıs 2012 Cuma

İlk üç günü güneşli, sonrası yağmurlu festivalin ilk beş gününde, yarışma filmleri arasında öne çıkan film Fransız sinemasından geliyor. Jacques Audiard’ın ‘Pastan ve Kemikten / De Rouille et d’Os’u festivalin ilk gününden Altın Palmiye’ye layık gören çok eleştirmen çıktı.

Uluslararası eleştirmenlerden oluşan ‘Screen’ ve ‘Film Français’ jürileri, ilk günlerin filmleri arasında en yüksek puanı ‘Pastan ve Kemikten’e verdiler. İkinci en yüksek notu açılış galasında gösterilen (bizde cuma günü vizyona girecek olan) Wes Anderson’un ‘Moonrise Kingdom’ aldı.

Film festivallerinin yarışma filmleri genellikle ciddi yapıtlardır. Komedilere yarışmalarda pek ender rastlanır. Çok özel bir sinemacı olan Anderson, ince mizahıyla, renkli karakterleriyle, kendine özgü sinema diliyle genç kuşak Amerikan sinemasının önemli bir temsilcisi.

Festival izleyicilerinin yüzlerinden eksik olmayan bir gülümsemeyle izledikleri “Moonrise Kingdom” 65. festival için iyi bir başlama vuruşu oldu.

İlk büyük düş kırıklığı yaratan film, dört yıl önce görkemli ‘Gomorra’ ile Cannes’da Jüri Ödülü alan Matteo Garrone’nin ‘Gerçek / Reality’siydi.

Televizyonun Reality Show’larının orta sınıf kitlelerine yıkıcı etkisini eleştiren film kimseyi tatmin etmedi.

Avusturyalı Ulrich Siedh’in ‘Cennet: Aşk / Paradies: Liebe’si Kenya’daki tatil köylerinde genç erkek fahişelerle yatan altmışlık Avusturyalı kadınların öyküsüne odaklanıyor. İlk beş günün bu en kötü filmiyle, Mısır’dan gelen “Savaş Sonrası” eleştirmenleri tatmin etmeyen yapıtlardı.

Altın Palmiye ödüllü Romen Cristian Mungiu, din ekseni etrafında dönen ‘Tepelerin Ardında / Beyond the Hills’ ile Rumen toplumuna ayna tutuyor. Bu çok uzun filmi, son yarım saatlik müthiş finali kurtarıyor.

Avusturyalı müzisyen Johen Hillcoat, üçüncü yönetmenlik denemesi ‘Kanun Dışı / Lawless’ ile ekonomik kriz sonrası Virginia’sında kaçak içki ticaretine odaklanıyor. Kaçak içki üreticisi çeteler, rüşvetçi polis teşkilatı, durumdan faydalanmak isteyen politikacıların güç mücadelesi, nefis bir mizansen eşliğinde anlatılıyor.

 

 

AÇILIŞ GALASI

Cannes Film Festivali üst üste üç yıldır Amerikan filmleri ile açılışını yapıyor.

Genç kuşak bağımsız Amerikan sinemasının prestijli ismi Wes Anderson’un kendine has mizah anlayışını yansıtan son filmi ‘Moonrise Kingdom’ açılış galasında gösterildi. 43 yaşındaki yönetmen, ‘Rushmore’, ‘The Royal Tenenbaums’, ‘The Darjaeling Limited’ gibi çizgi dışı filmleriyle tanınıyor.

Festival başkanı Gilles Jacob “La Croissette, festivalin açılışını yapacak Wes Anderson ile genç Amerikan sinemasını kutlamış olacak,” dedi. Festivalin Genel Direktörü Thierry Frémaux, kişisel filmleriyle Amerikan sinemasının yükselen değeri olarak takdim ettiği Anderson’u “Fellini ve Renoir hayranı bu bağımsız yönetmeni, parlak ve yaratıcı kişiliğiyle önemsiyoruz,” dedi.

Edward  Norton, Bruce Willis, Bill Murray, Frances McDormand, Tilda Swinton ve Anderson’un fetiş oyuncusu Jason Schwartzman’dan oluşan müthiş kadrosu ile öne çıkan filmin senaryosunu, yönetmen Anderson, Roman Coppola ile müştereken yazmış.

Filmin müzikleri, Hollywood’un çok sevdiği Fransız besteci Alexandre Desplat’ın elinden çıkma.

New England adalarında çekilen film, 1965 yazında meydana gelen fırtınalarda bir izci kampında çocuklarla yetişkinler arasında yaşanan karmaşık ve acılı hikâyeleri anlatıyor. Edward Norton kampın sahibini oynuyor. Aileleri, kamptan firar eden 12 yaşındaki iki çocuğun arayışına çıkar. Aşkı keşfeden, bunun için mücadele eden, birbirlerine aşık iki yeniyetmenin öyküsü, François Truffaut’nun ‘Harçlık / L’Argent de Poche’ filmini akla getiriyor. Filmlerinde büyüyüp de küçülmüş çocukların dünyasını, mizah ve acı sosuna batırarak anlatan Anderson bu filmi çocukluk anılarından esinlenerek yaptığını söyledi.

 

ALTIN PALMİYE’NİN İLK FAVORİSİ

Günümüz toplum hayatından gerçekçi bir kesit sunan ‘Pastan ve Kemikten / De Rouille et d’Os’ yolları kesişen iki küçük insanın, Ali ile Stéphanie’nin insanın içini acıtan öyküsünü sunuyor. Anne-baba sevgisi görmeden büyüyen beş yaşındaki bir çocuğun gözünden anlatılan film, ekonomik krizin etkilediği modern toplumu otopsi masasına yatırıyor.

Bir gecelik bir ilişkinin meyvesi olan Sam beş yaşına kadar annesiyle yaşamıştır. Onu almaya gelen babası Ali (Mathias Schoenaraerts) hayatta bir baltaya sap olamamış, parası ve arkadaşı olmayan bir kayıp ruhtur. Ali çocuğu ile birlikte Fransa’nın kuzeyinden, Antibes’de yaşayan kız kardeşine sığınmak üzere yola çıkar. Eski bir boksör olduğu için kardeşi kendisine bir gece kulübünde, kapı görevlisi olarak iş bulur.

Gece kulübünde kavgaya karışan Stéphanie’yi (Marion Cotillard) yaralı olarak kurtarır. Çok güzel bir kadın olan Stéphanie katil balinalara eğitmenlik yaparak bir su sirkinde çalışmaktadır. Feci bir kazada yaralanan genç kadın, gözlerini hastanede açtığında iki bacağının kesilmiş olduğunu dehşet içinde görür. Yaşama sevincini kaybedip intihar etmek isteyen Stéphanie’yi hayata döndüren Ali olur.

Çocuk sevgisini ilk kez hisseden sorumsuz bir baba, hayatında ilk kez sevildiğini gören bir çocuk, hayranlıkla izlenen güzel bir kadının iki bacağını kaybettikten sonra sakatlıkla baş etmeyi öğrenmesi, yolları kesişen iki genç insanın ilk kez mutluluğu yakalayıp bir aile kurmaları gibi temalar, filmde insancıl mesajlar eşliğinde anlatılıyor.

2009’da ‘Peygamber / Promhéte’ ile Cannes’da Büyük Jüri Ödülü, 1996’da ‘Un Heros Tres Discret’ ile En İyi Senaryo Ödülü’nü alan, ilk filmi “Regarde les Hommes Tomber” ve “De Battre Mon Coeur s’est Arreté” ile Cesar ödülleri kazanan Jacques Audiard, ‘Pastan ve Kemikten’ iyi bir öykü anlatıcısı olduğunu kanıtlıyor.

 

CANNES NOTLARI

  Jüri üyesi Filistinli Hiam Abbass birçok prestijli İsrail filminde oynadı. 52 yaşındaki Nazareth doğumlu aktris İsrail ve Fransa vatandaşı. Eran Riklis’in fetiş oyuncusu olan Abbass, yönetmenin ‘Limon Ağacı’ ve ‘Suriyeli Gelin’ filmlerinin başrolünü oynadı. Amos Gitai’nin ‘Free Zone’ filminin yıldızı olan Abbass, uluslararası arenada şöhretini Spielberg’in ‘Münih’i ve J. Schnabel’in ‘Miral’i ile yaptı.

  Özel bir gösterimde yer alacak ‘Roman Polanski: A Film Memoir’, Laurent Bouzereau’nun Polanski hakkında yaptığı bir belgesel. Bu 1,5 saatlik film Polanski’nin (mahkumiyetini çektiği) Gstaadth’taki rezidansında çekildi.

  Philip Kaufman’ın ‘Ernest Hemingway’ belgeseli, Cannes’da yarışma dışı gösterilecek. Clive Owen’in Hemingway’i canlandırdığı film, yazarın kötü biten evliliklerinden birini anlatıyor. ‘Hemingway and Gellhorn’ adlı 2,5 saatlik filmin kadın oyuncusu Nicole Kidman.

  Wes Anderson, Coppola ailesine yakın bir isim. Francis Ford Coppola’nın oğlu Roman ile iki filminin senaryosunu müştereken yazdı. Sofia Coppola’nın kuzeni Jason Schartzman’ı hemen hemen tüm filmlerinde oynattı. Bill Murray, Anderson’un altı filminde yönetmenin eksantrik karakterini canlandırdı.

  Cannes’da özel bir seansta gösterilen, Fatih Akın’ın ‘Cennetteki Çöp / Müll İm Garden Eden’ belgeseli, Karadeniz’in çay beldesi Çamburnu’nda yaşanan ekolojik felâketi anlatıyor. Yaşadığı toplumun sorunlarına duyarlı bir yönetmen olarak Fatih Akın, dedelerinin doğduğu toprakların sorunlarını dile getiren bu belgeseli beş yılda çekti.

  Yerim bitti. Haneke’nin filmini anlatmak başka yazıya kaldı. 80’li yaşlarını sürdüren entelektüel bir çiftin son aylarını anlatan ‘Aşk / Amour’u yüreğimizde bir yumrukla izledik. Ölüme yaklaşma sürecini anlatmada kimse Haneke kadar etkileyici olamaz diye düşünmekten kendimizi alamadık.