Masallarda dünya hergün yeniden yaratılır

Judith Liberman’ı geçen yaz Küçükkuyu’da Buğday Ekolojik Derneği’nin düzenlediği ‘masal anlatma’ seminerinde tanıdım. Coşkuyla anlattığı ilginç masalları dinlerken çocuk oldum, bilgelik dolu masallarıyla büyüdüm. Şimdi de onu dinlerken duyduğum hazzı sizlerle paylaşmak istedim

Tamara PUR
7 Mart 2012 Çarşamba

Judith Liberman, Paris Konservatuarı’nda ‘Hikâye anlatıcılığı’ programını bitirdi. 2002 yılında Sorbonne’da yüksek lisansını tamamladı. Pomona College’de (CA) tiyatro okudu. Paris’te iki tiyatro grubunun kurucuları arasında olan Liberman, şimdilerde Türkiye’de yaşıyor. Fransız bir anne ve Tolouse’da doğan bir babanın çocuğu olan Judith’le köklerini, mesleğini ve hayallerini konuştuk.

Masal anlatma serüvenin nasıl başladı?

1970’lerde annemler Fransa’da Bourgogne’daki evlerine taşındı. Sanatçı arkadaşları da onlarla birlikte gitti. Annem doğal dokuma, babam ise bitkisel boya ile uğraşıyordu. 68’de babam öğrenciydi, annem de aktivist hareketin içindeydi. Sanatçılarla birlikte bir sanatçı grubu kurdular. Kimi dericilik ile uğraşıyor, kimi jonglörlük (hokkabazlık) yapıyordu. Bazı insanlar öğrenmeye bazıları ise öğretmeye geliyorlardı. Evlerde televizyon yoktu, akşamları ateş yakıp etrafında müzik çalınır, masallar anlatılırdı. Böyle bir ortamda büyüdüm. Bizim uyku saatimiz yoktu, uyuyakalınca kucaklarında yatağa götürürlerdi. 70’lerde ‘masal anlatma’ hareketi canlandı. Annemler o harekete dâhil oldular. Daha sonra annem  ‘Moulin a Paroles’ (Söz Değirmeni) Derneği’nin kuruculuğunu yaptı. Hâlâ aktif olarak devam ediyor. Dernekte hem profesyonel hem amatör anlatıcılar olur, festivaller düzenlenirdi.

Neden masal?

Kendimi sorguladığımda şunu keşfettim. Sessiz bir geçmişten geliyorum. Babaannem ve dedem Lodz’dan (Polonya) savaş başlamadan önce göç ettiler, bütün aileyi götürmeyi planlıyorlardı. Hatta halamın ilk kızı Eva Golden henüz 9 yaşında idi. Babaannemi erkek kardeşi ile bırakmışlardı. Savaş başladı, dönemediler. Öldükleri güne kadar halamı bulmaya çalıştılar, hatta her sene Polonya’da bir dedektife para gönderdiler (bunu dedem öldükten sonra öğrendik). Babaannem pek bir şey anlatmazdı. O dönemde çok büyük travmalar yaşandı. Ailemde üç ‘survivor’ var. Bir nesil boyunca konuşmadılar; bu yüzden kopmuş olan nesilleri masal ile geri getirebileceğimize inanıyorum.

 ‘Anlatıcılara’ aynı zamanda yönetmen diyorum ben. Bir yerde hayatını ele alıp yönetmek gibi… İnsanlara ‘görmelerine yardımcı olma sanatı’. Ana karakteri sen seçiyorsun (işte benim kralım İrlandalı olsun, kızıl saçlı olsun) gibi. Müziği, ışığı seçiyorsun; kahramanları, zamanlamayı, kompozisyonu, edebiyatı kısaca hepsini kendin düzenliyorsun. Genelde hep soruyorlar, “bu gerçekten bir dal mı?” diye. Evet diyorum “bu çok yaratıcı ve çok yönlü bir dal.”

Masal anlatmanın şifacı bir yönü var mıdır?

Evet, çok var. Zor bir travma yaşadığımızda, bir kaza geçirdiğimizde atlatana kadar birkaç kez anlatmamız gerekir. Anlatmayan insanlar nasıl da katılaşıyor… O yüzden çocuklara her gün “ne yaptın?” deriz, “anlat, anlat gitsin” deriz. Sil baştan anlatmak, kendini duymak çok iyileştirici. Anlatıda duygularla olayları birleştirmek, örmek gerekir.

Bizim kültürümüzde geçmişimizden gelen bir mizah duygumuz (Jewish humour) var. Öykülerimize yansır. Aşkenaz masallarında Chelm Köyü masalları, Sefarad masallarında Baal Şemtov vardır. Baal Şemtov, “Dünya her gün yeniden yaratılır” der. Şarkı ile yaratılır. Duygularla olayları örüp yeni masallarla her gün yeniden yaratılır.

Fransa’da çok önemli bir masalcı var: Henri Gougaud. On yıl boyunca radyoda masal anlattıktan ve birçok masal kitabı yayınladıktan sonra önemli bir kitap çıkardı. ‘Yolların Kitabı’ (Le Livre des Chemins). Kapağında el şeklinde bir hayat ağacı var ve üç farklı renkte ayracı. Bu kitap böyle kullanılır diye bir de talimatı var. Elinizi kitabın üstüne koyup yaşamınızla ilgili bir soru soruyorsunuz ve istediğiniz üç ayracı yerleştirip oradaki masalları okuyorsunuz. Bunlar bilgelik öyküleri. Ben yaptım, birçok arkadaşım da denedi. İşitmeniz gereken cevabı masallarda buluyorsunuz. Aslında yaşamda hepimiz en zor soruların dahi cevabını biliyoruz ama kendimizi dinlemiyoruz. Masalın keyifli ve birleştirici olan tarafı iletişim sağlaması, mesaj iletmesi… Aile tarihimiz, ortak tarihimiz ve kimliğimiz duygularımızdır.

Türkiye’ye gelmeye nasıl karar verdin?

Türkiye beni seçti. Amerika’ya temelli taşınmak üzereydim. Yine kendimi soğuk suya atıp hiç bilmediğim bir ülkeye gitmek istedim. O zamanlar Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın genç mezunlara çeşitli ülkelere gitmek için iki senelik bir programı vardı. Benim başvurumda Kameron, Mısır, Türkiye vardı. Türkiye’ye gönderildim çünkü Kaliforniya’da okurken Türk arkadaşlarım oldu, daha önce buraya gelmiştim. Amacım bir sene boyunca kendimi denemekti. Bir sene elçilikte, kültür ataşeliğinde çalıştım. Yaptığım işi sevmedim. Kontratım bittiğinde tam dönecektim ki, ODTÜ’den teklif geldi. ‘Akademik yazı’ ve ‘Akademik sunum’ dalında dersler verdim.

Türkiye’de nerede, ne gibi eğitimler veriyorsun?

Yedi sene Ankara’da kaldım. ODTÜ’de verdiğim dersler dışında ‘İnsanlık Güneşi Vakfı’nda ‘anlatma sanatı’ dersleri verdim. İlk grup 35 kişilik idi. Aynı şekilde birkaç gruba daha ders verdikten sonra birinci seviyeleri bitirdim. Onlara masal yazma tekniklerini de öğreteceğim. İstanbul’da Koç Üniversitesi hazırlık bölümünde İngilizce dil dersleri veriyorum. Gelecek sene ‘anlatma sanatıyla’ İngilizceyi öğretmeyi deneyeceğim. Ayrıca 10-11 Mart’ta Safir Eğitim &Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nde birinci seviye ‘anlatsana’ seminerleri vereceğim. Bu eğitim çok yönlü olacak. Sınıf, işyeri, hastaneler, sunumlar ya da satış yaparken kullanacağımız beceriler bakımından birçok meslek alanındaki kişilere faydası dokunacak.

Gençlerin ‘anlatma sanatına’ yaklaşımları nasıl? Yetişkinler nasıl değerlendiriyorlar?

Teknoloji çağında gençler iletişim kurmayı bilmiyorlar. Yalnız iPad ile iletişim kurabiliyorlar. Birbirleriyle çok güzel bilgi alışverişinde bulunuyorlar, mesajlar atıyorlar. Bir şeyler anlatmak için kendinden, duygulardan söz etmek gerekir. Kendini açmak gerekir, ancak bu derslerle birlikte onlarda büyük farklar görüyorum.

Yetişkinlere anlatmak onlara bir şey hatırlatmak, hafızalarında silinmiş anıları su yüzüne çıkartmaktır. Hayallerine ihtiyaçları olduğunu hissettirmektir. Genelde sordukları da “Bana bir şey anlatacak, kendimi görmemi sağlayacak mısın?”dır. Ve birlikte çok güzel neticeler alıyoruz. Sonuçta Türkiye’nin anlatmaya aç olduğunu görüyorum.

İleriye yönelik çok önemsediğin bir projen var mı?

21 Mart ‘Dünya Anlatma Sanatı Günü’dür. Her sene kutlanır, festivaller düzenlenir ve her zaman farklı bir tema olur. Amacım geniş bir ağ geliştirmek, sene içinde eğitimlerden öğrenciler yetiştirerek İstanbul ve Ankara’da attığımız tohumlardan bir ‘masal günü’ düzenlemek.

Ve diyorum ki, ailenize, çocuklarınıza vaktiniz varsa hastanelere gidip anlatın. Kendi dünyanızı yeniden ve yeniden yaratın!