Zifiri Karanlıkta Ladino

Toplum
29 Şubat 2012 Çarşamba

Kapkaranlık bir gece deneyimledik,  Galata Diyalog Derneği’nin bünyesindeki Kör Fotoğrafçılar Projesi’nin kapsamında düzenlenen Ladino programında...  Karanlık... Kapkaranlık...  Zifiri karanlık... Öyle böyle değil... Tek bir ışık huzmesi bile yok... Karanlık... Sonsuz bir boşluk gibi... Hiçbir yön duygusu bırakmayan... Mekân olgusunun tamamen kaybolduğu... Öyle bir karanlık ki, ancak önünüzdekinin omzuna dokunarak ilerleyebildiğiniz... Sıranın en önündeki de zaten görme engelli... O hiç görmüyor... Belki de hiç bir zaman görmedi... Nasıl geçer acaba böyle bir karanlıkta yaşam?

Gözümüze kapkaranlık, varlığımıza aydınlık bir geceydi... Zifiri karanlık derken, yaşamımda hiç deneyimlemediğim kadar karanlık... İlk an bir korku! Nereye geldiğini anlamamanın, ne yapacağını, nasıl tepki vereceğini, nasıl uyum sağlayacağını bilememenin korkusu. Tek rahatlatan unsur yanında sevdiği bir arkadaşının, bir dostunun olduğunu bilmenin verdiği his... Öndeki hızlanınca zincirin arkasındakiler kopacak gibi oluyor... Omzundaki el zor yetişiyor sanki sana... Korkuyla sesleniyorsun öne: “Yavaşla!”  Bir yerlerden yaşlılarımızın sesi geliyor... Banttan... Ladino konuşuyorlar… Yüksek sesle... Kalpler almış başını gidiyor... Çarpıntı artmış... Derken oturtuyorlar birer sandalyeye el yordamıyla. Önümüzde, ancak dokunarak fark ettiğimiz bir tabak... Tabakta borekitalar, mustaçudoslar ve yanında bir kadeh sıcak şarap... Ve insanın yalnız olmadığını hissedebilmesi için dokunması ve konuşması gerek...

Kendini duyurabilmesi... “Ben de varım” diyebilmesi... Sanki sadece yüksek sesle konuşarak mümkünmüş gibi...

Neden sonra rahatlıyor insan... Hiç bir şey görme şansının olmadığı bu ortamda, ışık lekeleri seçmeye çalışıyor göz... Tam bir yanılsama... Işık lekeleri geliyor... Geldiği gibi gidiyor...

 Nasıl mucizevî bir  varlığa sahip ki insan, kısa sürede uyum sağlıyor. Görme duyumuzu ne kadar baskın kullanıp diğer duyularımızı ne kadar ezdiğimizi nasıl da güzel anladık!

Ses ve lezzet duyularımızı deneyimledik görme duyumuzun olmadığı ortamda... Oturduğun sandalyeye  hapsedilmişliğinde de yanındakiyle dost olabileceğini, bu karanlık, kapkaranlık yalnızlıkta aslında yalnız olmadığımızı keşfettik.

Los Paşaros Sefaradis’in 35 yıllık emeğiyle yok olmaktan kurtardığı ezgilerimizi dinledik, söyledik hep beraber... Ve çok konuştuk... Yalnızlık korkusu muydu bizleri bu kadar konuşturan? Karanlıkla birlikte yok olup yitme korkusu muydu? Kontrolü kaybetme korkusu muydu? Kalkıp gidememenin, yerinden kıpırdayamamanın korkusu muydu? Yemek masasına oturunca, toplum olarak, konuşmaya meyilli olmamız mıydı? Yoksa sadece dostlukları yeniden, yeniden yaşama isteği miydi? Bilemeyeceğim.  Bildiğim ayıp ettik, Los Paşaros Sefaradis’e ve belki de susan diğer izleyicilere ayıp ettik çok konuşarak...

Derken Gülay Arslan isimli genç bir arkadaş Ladino bir şarkı söyledi muhteşem sesiyle... İlahi bir varlık inmiş gibi aramıza... Sessizlik... Herkes sustu... Gülay Arslan söyledi... Dinledik...

Kör olmayı deneyimledik bir kaç saatliğine... Gözümüze karanlık, varlığımıza apaydınlık bir gecede... Los Paşaros’un ezgileri, Karen ve İzzet’in sesiyle coştuk...  Sohbet ettik kaybolan kültürümüz üzerine... Anlattı Karen bilmeyenlere...

Neden sonra kahve kokusu geldi burnumuza... Ah o ne güzel bir koku... Karanlıkta daha mı muhteşem? Ve omzumda sıcacık bir el... Su ister misiniz? Cennetten çıkma bir soru gibi... “Evet, isterim, çok isterim hem de!”

Ve evet karanlıktı... Zifiri karanlık! Gözümüze karanlık! Fakat aydınlıktı da... Tüm bu algılamalarla varlığımıza aydınlık!

Teşekkürler Los Paşaros Sefaradis, teşekkürler Galata Diyalog Derneği...

Dalya Maya