İSRAİL’İN EKONOMİK KALKINMASI – 2 :Yüksek büyüme oranı, düşük işsizlik ve enflasyon

Geçtiğimiz hafta İsrail’in ekonomik tarihine göz atmıştık. Bu hafta ise savaş yıllarının ardından ekonomik anlamda yaşanan gelişmeleri, gelinen noktaları, günümüzün koşullarını ve gelecekteki beklentilere değinmek istiyorum.

- Ekonomi
25 Ocak 2012 Çarşamba

Tarım

Tarım, İsrail ekonomisinin kurulumunda hayati bir rol oynadı. Devlet, hızlı artan nüfusu doyurmak zorundaydı. Yeni gelen göçmenler için düşük vasıflı işler yaratılmalıydı. Buna paralel olarak 1950’lerin ilk yarısında ekim alanları yüzde 50 arttı. 1980’in ikinci yarısından itibaren devlet destekli tarım politikaları yerini daha serbest piyasa koşullarına bıraktı. Bu bağlamda çiçek ve sebzeler üzerindeki kotalar kaldırıldı. Borç krizinin ortaya çıkması ile kooperatif odaklı yatırım politikası çöktü. 90’ların ilk yarısında ihracat odaklı alt sektör rekabete açıldı ve planlamada devletin etkisi azaltıldı. Monopolleri kaldırmak ve ihracatçı firmalar arasında rekabeti kuvvetlendirmek için adımlar atıldı. Un, süt ve yumurta dışındaki ürünlerin fiyatları serbest bırakıldı. Suyun etkin kullanımını teşvik etmek için yüksek su miktarlarına artan fiyat politikası getirildi. 90’ların ikinci yarısında, imzalanan uluslararası anlaşmalar dâhilinde, ithalat koşulları da liberalleştirildi. Piyasaya erişim kolaylaştırıldı, ihracat sübvansiyonu kaldırıldı, yurt içi desteği azaltıldı. 1999’da su kullanım kotası yüzde 40 düşürüldü ve suya ek vergiler getirildi. 2000’li yıllarda piyasa koşulları özellikle fiyat serbestleştirilmesi ve devlet desteğinin azaltılması ile daha da liberalleştirildi. Suyun etkili kullanımı adına suya yine ek vergiler getirildi. Bugün devlet halen, süt ürünleri, yumurta ve ekmeğin tüketici fiyatlarını kontrol etmektedir.

Tarım alanlarının yüzde 94’ü ve su kaynaklarının neredeyse tamamı devlete aittir. Devlet, tarım yapılacak alanları 49 yıllığına kiraya verir. Kibbutz ve moşav’lar toplam üretimin yüzde 80’ini teşkil etmektedir. İsrail, tarım tüketiminin yüzde 95’ini kendisi karşılar. Geri kalan yüzde 5’i tahıl, yağlı tohumlar, et, kahve ve şeker ürünleri olarak ithal edilir. Ülke topraklarının yaklaşık yüzde 14’ünde ekim veya hayvancılık yapılır. 1948’de 1.650 km2 olan ekim alanları 2010’da 3.000km2’ye çıktı. 1960’ların başında tarım çalışanları bütün çalışanların yüzde 15’ini, tarım üretimi GSMH’nın yüzde 10’unu teşkil ediyordu. Son yıllarda tarımda çalışanların oranı yüzde 3’e, ekonomideki payı yüzde 2’ye kadar geriledi. 1990’dan 2008 yılına kadar çalışan sayısı düşerken, kişi başı verimlilik iki katına yükseldi. Bu, bütün sektörler arasındaki en yüksek verimlilik artışıdır. Suyun etkili kullanımı, 1960’lardan beri damla ve yeraltından sulama gibi etkili tekniklerin icat edilmesi ve geliştirilmesi ile sağlandı. Devlet tarafından desteklenen projeler sayesinde, sulama sistemleri dışında tohum teknolojisi alanında da iddialı konuma gelindi.

Kibbutz’lar

Yişuv terimi genel anlamda İsrail topraklarında kurulan, tarımsal üretime dayalı ekonomik faaliyet gösteren Yahudi yerleşim birimleri anlamına gelir. Yişuv’lar, içerisindeki ekonomik özgürlük derecesine göre Kibbutz ve Moşav olarak sınıflandırılırlar. Kibbutz’lar son derece sosyalist, Moşav’lar nispeten daha liberal bir gelir ve mülkiyet düzenine sahiptir. İlk kibbutz olan Degania, 1908’de Kineret Gölü’nün güneyinde Doğu Avrupalı genç idealistler tarafından kuruldu. İsrail’in kuruluşun ilk yıllarına kadar kibbutz’lar, göç, barınma, savunma ve tarımsal gelişim gibi önemli konuların çözümünde merkezi rol oynuyordu. İsrail’in yöneticilerinin çoğu kibbutz’larda yaşayan politikacılardan çıkmıştı. Yıllar içinde bu yükümlülüklerin tamamen devlete geçmesi ile kibbutz’un halk ile olan etkileşimi azaldı. II.Dünya Savaşı sırasında kibbutz’larda yaşayan 24.000 kişi toplam nüfusun yüzde 5’ini oluşturuyordu. 1950’ye gelindiğinde 65.000 kişi yüzde 7,5’unu, 1989’da 130.000 kişi yüzde 3’ünü oluşturdu. Bugün 100.000 kişilik kibbutz nüfusu toplam nüfusun yüzde 1,7’sini oluşturuyor. Günümüze erişen kibbutz’ların yüzde 80’i 1948 yılından evvel kuruldu.

Çoğu kibbutz benzer planlara göre inşa edilir. Yerleşim alanı üyelerin ev ve bahçeleri, çocukların her yaş grubuna göre ev ve oyun alanları, yemek salonu, oditoryum, kütüphane, yüzme havuzu, tenis kortları, revir, çamaşırhane ve manav gibi ortak yaşam alanlarından oluşur. Yerleşim birimlerinin hemen yanında ahır ve kümesler bulunur. Varsa fabrika binaları da yerleşim alanının yakınındadır. Ekim alanları veya balık gölleri, kısa bir traktör yolculuğu mesafesindedir. Yaşlılara sağlanan elektrikli arabaların dışında kibbutz’larda ulaşım ya yürüyerek ya da bisikletlerle sağlanır. Bazı kibbutzlara zamanla sosyal tesisler eklenirken, şehirlerin büyümesi sonucunda şehir merkezinde kalanlar, halka kuru temizleme, catering, fabrika outleti veya çocuk bakıcılığı gibi hizmetler sunmaya başladı. Üyeler görev mevkilerine değişik süreler boyunca atanır, mutfak, yemek salonu gibi rutin görevler sıra prensibi ile herkes tarafından yerine getirilir. Yaşlılar, sağlık durumları ve güçlerine göre uygun işlere yönlendirilir. İşgücünün yetersiz kaldığı fabrika ve tarım görevlerine dışarıdan maaşlı işçiler alınır, bu pozisyonlara yurt dışından gelen çok sayıda gönüllüler getirilir. Çocuklar eskiden ortak yatakhanelerde yatarken bugün aileleri ile beraber yaşıyorlar. Kibbutz’lardaki eğitim sisteminde ufak yaşlardan işbirliğinin, paylaşmanın ve çalışmanın önemi vurgulanır. Kibbutz’larda yetişen çocukların yüzde 40’ı askerliklerini tamamladıktan sonra kendi kibbutz’larında yaşamaya geri dönerler. 

Kibbutz’lar tamamen demokrasi ile yönetilir. İdari yöneticiler, yeni üyelerin kabulü ve kibbutz bütçesi, üyelerin oylarıyla belirlenir. Genel kurul, seçimlerin yapıldığı bir yer dışında, üyelerin fikirlerini paylaştığı bir forumdur. Genel sekreter, mali sorumlu ve çalışma koordinatörü makamları, kurallar gereği full-time işlerdir. Komitelerdeki diğer üyeler sıradan görevlerine ek olarak part-time mevkilerde katkıda bulunabilirler. 2010 yılı verilerine göre ülke genelinde faaliyet gösteren 270 adet kibbutz’un üye sayısı 40’tan 1000’e kadar değişim gösteriyor. Çoğunlukla 400 civarında yetişkin üyeye ve 600 civarında toplam nüfusa sahipler.  Kibbutz’ların çoğu halen tarımla uğraşıyor olsa da, demir-çelik, plastik ve işlenmiş gıda sektörlerinde de önemli faaliyetler gösteriyorlar. Kibbutz’un tarımdaki toplam payı yüzde 33, endüstri ürünlerindeki payı yüzde 6,3’tür. Üretimin yüzde 36’sı ihraç edilir. Plastik ve kauçuk ihracatının yüzde 59’u, gıda ihracatının yüzde 41,7’si kibbutz’lardan geliyor. Bu açıdan bakıldığında ekonomiye katkısı, toplam nüfus içindeki payı yüzde 1,7 olan bir topluluğa göre etkileyici. 1997 yılına bakıldığında üretim ve üye sayısı azalıyordu. Bu dönemde yönetim sistemi profesyonelleştirildi, yerleşim birimleri ile ticari işletmeler ayrıldı. 97’de 20 milyar şekel olan üretim, 2006’da 27 milyara çıkarken aynı dönemde 700 milyon şekel borç ödendi ve 1,2 milyar şekel kâr edildi. Son yıllarda daha fazla kibbutz’da performansa dayalı ödenek sistemleri uygulanmaya başlandı. Görülüyor ki, kibbutz’lar da zamanın koşullarına ayak uydurmak için evrimleşmeye gidiyor.

Göç

1882’de 24.000 olan Yahudi nüfusunun çoğunluğu Hebron, Kudüs, Tsfad ve Tiberya’da yaşıyordu. Aynı tarihlerde Arap nüfusu 1 milyon civarındaydı. 47 yılında İngiliz mandasının sonuna gelindiğinde bölgedeki nüfusun üçte biri Yahudi’ydi. İlk üç aliya, çoğunlukla pogromlar sonucunda Rusya, Romanya ve Polonya bölgelerinden kaçan Yahudiler tarafından gerçekleştirildi. Bunların çoğu, Doğu Avrupa kökenli Siyonist hareketlerin üyeleriydi ve yerleştikten sonra tarımla uğraştılar. Dördüncü ve beşinci aliyalar, II.Dünya Savaşı ve Soykırım’dan kaçan Polonya ve Almanya Yahudileri tarafından gerçekleştirildi. Bunlar ülkenin göbeğindeki yerleşim birimlerini kurdular. 1930’dan sonra gelen Avrupalılar özellikle sermaye, vasıf ve ekonomik çağdaşlık getirdi. Toplanan yardımların yüzde 40’ı toprak alımlarına harcanıyordu. 1947’ye gelindiğinde Yahudi nüfusunun yüzde 80’i üç büyük şehirde yaşıyordu. Yarısından fazlası Tel Aviv’de, yüzde 20’si Hayfa’da ve yüzde 10’u Kudüs’de. Bunların çoğu Avrupa kökenliydi. Eskiden, göç edenlerin sayısı Osmanlı İmparatorluğu ve İngiliz mandası tarafından belirlerken bağımsızlığın kazanılmasıyla yeni bir çığır açıldı. Devlet ana hedefini, mümkün olduğunca fazla Yahudi göçmenin kabul edilmesi olarak açıkladı. Avrupa’dan göç edenlerin dışında çoğu Kuzey Afrika, Türkiye ve Irak’tan gelen göçmenler, kendilerini ülkelerinde güvende hissetmedikleri için veya ideolojik nedenlerle geldiler. Göç edenlerin yüzde 49’u Avrupalı, yüzde 35,4’ü Asyalı, yüzde 15’i Kuzey Afrikalı ve yüzde 10,6’sı Amerika kökenli idi. Bu dönemde gelenlerin neredeyse hiçbir birikimleri yoktu, ilk birkaç ay ulaşım ve konaklama masrafları Siyonist kuruluşlar ve devlet tarafından karşılanıyordu. Kuzey Afrika ve Asya’dan gelen Sefaradlar yeni kurulan şehirlere veya moşav’lara yönlendirildi. Buralarda fazla nitelik gerektirmeyen ve düşük maaşlı tekstil ve gıda sektörleri kuruldu. Bu şehirler sonraki yıllarda sosyo-ekonomik olarak alt sınıfı oluşturdu. Kudüs, Hayfa, Tel Aviv gibi büyük şehirler ile Ramat-Gan, Netanya ve Petah-Tikva gibi şehirler arasındaki uçurum büyüdü. 1952-66 arasındaki 15 yılda nüfus artışı yavaşlama gösterdi ve toplamda sadece yüzde 46 büyüdü. Arap nüfusun oranı arttı.

67 Savaşı’nda Kudüs’ün tümünün alınması ile yeni bir akım oluştu. Bu sefer göçmenlerin yarısından fazlası Avustralya, Kanada, Latin Amerika, Güney Afrika ve ABD’den geldi. Bu akımla gelenlerin çoğu geri dönme seçeneklerini ellerinde tutmak istediler. Yapılan araştırmalara göre Haziran 69 ile Ekim 70 arasında gelenlerin yüzde 50’si ülkelerine geri döndü. 1967’den 89 yılının sonuna kadar yarım milyon Yahudi içeri göç ederken 244.000 kişi dışarı göç etti. Bunların çoğu da ülkelerine geri dönen yeni göçmenlerdir. 80’li yıllardan başlayarak devletin göç politikası değişti. Gelenler, devlet tarafından yönlendirilmek yerine kendilerine belirli bir süre yetecek kadar para verilerek konaklama, çalışma, eğitim ve tüketim konularında tamamen serbest bırakıldı. Devletin amacı müdahaleyi en aza indirmek, masrafları kısmak ve daha liberal bir sisteme geçmekti. Nitelikli işgücüne sahip Rus Yahudileri bu sisteme rahat ayak uydururken, Etiyopya Yahudileri neredeyse tamamen devlet destekli kurumlara bağımlı kaldı. Gelenlerin yüzde 63’ü Tel Aviv ve Hayfa gibi merkezi bölgelere, yüzde 10’u Kudüs’e, yüzde 24’ü ise sınır bölgelere yerleşti. Rus Yahudileri hakkında yapılan araştırmalara göre gelenler ilk dönemlerde bir alt pozisyonda görev aldılar. Profesörler lise öğretmenliği, doktorlar hemşirelik, hemşireler bakıcılık yaptı. Aynı dönemde Rusya’dan çeyrek milyon Yahudi ABD’ye göç etti. Bu kitle uyum sağlama performansı bakımından İsrail ile mukayese edildiğinde İsrail’deki Rusların yerel dili öğrenmesi ve ortalama gelir seviyesine ulaşması daha hızlı oldu. Bu dönemde batı kökenli Aşkenaz Yahudiler ile doğu kökenli Sefaradlar arasındaki gelir uçurumu da kapandı. 1969’da yüzde 35 olan gelir farkı, 1982’de yüzde 16’ya indi.

2002 sonrası dönem/günümüz

Ekonomik liberalleşme akımı 1960’larda başladı. Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulması ile devletin, küreselleşen düzende ancak liberal bir ekonomiyle rekabet edeceğine inanması, reformları hızlandırdı.  Yüksek devlet müdahaleleri azaldı, ithalat kısıtlamalarının yerini, zamanla azalan gümrük vergileri aldı. 1977’de serbest kur politikasına geçildi ve sermaye hareketlerinin üzerindeki kısıtlamaların büyük kısmı kaldırıldı. 1980 ve 90’larda sermaye ve diğer parasal enstrümanlar üzerinde devletin rolü azaltıldı veya liberalleştirildi. Buna karşın kuvvetli bir sosyal sağlık sigortası oluşturuldu. Özel klinikler de sigorta kapsamına alındı. İşsizlik ödenekleri, çocuk yardımları, emekli maaşları ve asgari geçim desteği gibi sosyal yardım ödemeleri, bütçenin önemli bir kısmını oluşturuncaya dek yıllar boyunca arttırıldı. Bu sayede İsrail, gelişmiş ekonomiler arasında gelir dağılımı en bozuk olan ülkelerin arasından çıkarak eşit olanların arasına dâhil oldu. 2003 yılında devlet bütçesinin yüzde 15’i sağlık, yüzde 15’i eğitim ve yüzde 20’si sosyal kurum ödeneklerine ayrılmıştı. Yine aynı yılda işsizlik maaşlarının düşürülmesi, işgücüne katılımın arttırılması, devlet kurumlarının özelleştirilmesi, devlet borcunun azaltılması ve kamu sektörünün küçültülmesi amacıyla önemli kararlar alındı. Günümüzde Histadrut’un faaliyetleri her ne kadar azaltılmış olsa da, bünyesinde bulunan sayısız kooperatifler kanalıyla asgari ücret üzerindeki etkisi azımsanamayacak düzeyde.

Ekonominin geleceği

İsrail ekonomisinin gelişimine baktığımızda kuruluş döneminde en büyük katkı tarımın, savaş yıllarında hızlı nüfus artışının ve son dönemde ARGE ile ilgilenen vasıflı işgücünün oldu. 2011 yılında İsrail’in ihracat yaptığı başlıca ülkeler yüzde 32,5 ile ABD, yüzde 7,5 ile Hollanda ve yüzde 6,7 ile Türkiye oldu.

Günümüzde savunma giderleri GSMH’nın yüzde 8’ini teşkil ediyor. ABD bunun yüzde 1,5’unu karşılıyor. Yine de savunma giderleri yüksek bir borç yükü teşkil ediyor. Özelleştirmeler açısından alınacak yolu bulunan devlet, son üç yılda yüksek bir borç stokuna ulaştı.

Dindar kesim ve Araplar askerlikten muaftır. Bu yüzden devletin çeşitli fırsat ve ödeneklerinden faydalanamazlar. Bu gruplar, işgücüne katılım ve gelir seviyesi açısından düşük değerlere sahip. İşsizlik ve işgücüne katılım rakamları, son yıllarda sorun teşkil ediyor. Kadınlar için iki, erkekler için üç sene olan zorunlu askerlik, işgücü piyasasında etkisini gösteriyor. Özellikle dindar kesimin büyümesi, üniversitelerde okuyanların ve bekâr nüfusunun artması işgücüne katılımı azaltıyor.

Gelişmiş ekonomiler arasında ARGE yatırımlarının GSMH’daki payı ve mühendislerin toplam nüfusa oranı en yüksek olan ekonomi İsrail’dir. Devlet, teknoloji parklarında faaliyet gösteren firmaları destekleyerek sayısız konuda teknoloji merkezinin oluşmasını sağladı. Yüksek bütçeli devlet projeleri, yüksek mühendis sayısı, Sovyetlerden gelen vasıflı göçmenler ve diasporadaki çok sayıdaki Yahudi bilim adamı bu oluşuma katkı sağladı. Vasıflı işgücünün yanında göçler sayesinde nüfusun hızlı artması kuvvetli büyüme performansında önemli rol oynadı.

Genel tabloya baktığımızda eksikleri şöyle sıralayabiliriz: Devletin ekonomideki eli, artan devlet borcu ve azalan işgücü katılımı. Avantajların ise göçler sayesinde artan nüfus, yurtdışından gelen yüksek sermaye akışları ve vasıflı işgücü olduğu görülüyor. Savaş dezavantajı da hesaba katıldığında, bugün yakaladığı yüzde 4,5’luk büyüme, yüzde 5’e düşen işsizlik oranı ve düşük enflasyon, dünyanın ilgisini çekiyor. İsrail’in ekonomik başarıları, Mayıs 2010’da OECD üyeliğine davet edilmesiyle, dünya çapında takdir edildi.

Yazının 1. bölümü

https://www.salom.com.tr/news/detail/22598-Israilin-Ekonomik-Kalkinmasi.aspx

Son