“Düşünceyi eylem aldı götürdü…”

Aileler çocuklarına ruhsal bir zarar vermekten o denli korkar hale geldi ki, uzman ve kitaplar onaylamadan harekete geçmekten, çocuklarıyla ilgili karar almaktan korkar oldu. Çocukların ruhsallıklarının gelişimine katkı sağlamak için temel olarak sunulması gerekenler nelerdir?

Gençlik - Eğitim
5 Ekim 2011 Çarşamba

Kimsenin bir dakikası yok düşünmeye, anlam vermeye. Herkes koşuyor, vakit yok durmaya. Durmak, düşünmek değil, hızlıca harekete geçmek, eyleme dökmek telaşı sardı sanki tüm bireyleri. İleri teknolojiler, her an iletişimde olabiliriz yanılsamasını sağlayan cep telefonları, bilgisayarlar, twitter’lar, SMS ve MSN’ler... Geçici olarak da olsa her şeyin sanal dünyanın arzu pazarında anında, süratle elde edilebileceğine dair gerçeklikten kopuk düşünceler sardı benlikleri. Cinsiyetlerin sınırlayıcılığının gittikçe ortadan kalktığı, bir bebeğe sahip olabilme yöntemlerinin gittikçe çeşitlendiği, sonsuz güzellik- gençlik- zindelik formüllerinin dağıtıldığı, ne istersen olabilirsin yeter ki iste, “nirvana” kültürü, sanki tüm güçlülüğümüzü sınırlayacak hiç bir güç olamazmış yanılsamasını pekiştiriyor.

Hızlı kürlerin dünyasında ebeveynlerin çocuklarına, ‘düşünmenin’, ‘anlam vermenin’, ‘tüm güçlü olmadığımız gerçeğinin’, ‘anlık doyumlar yerine erteleyebilme becerisinin’ önemini kazandırmaları hiç de kolay değil. Ebeveynler de çaresiz, kendi kapasiteleri dâhilinde düşünmek yerine hazır cevaplar, hızlı çözümler bekliyorlar. Ancak gözden kaçırılmaması gereken, ruhsallıkla ilgili hiçbir konunun aceleye getirilemeyeceği, sabır, emek, tutarlılık ve süreklilik gerektirdiğidir. Çocuğun yalnızca uyurken sevildiği, öpüldüğü, birey olarak pek de söz sahibi olmadığı yıllardan, çocuğun krallığını ilan ettiği, tüm kararların ‘demokratik’ olmak adına ailenin bu en küçük fertlerine bırakıldığı yıllara gelindi. Aileler çocuklarına ruhsal bir zarar vermekten o denli korkar hale geldiler ki -elleri, kolları bağlandı- uzmanlar, kitaplar onaylamadan harekete geçmekten, çocuklarıyla ilgili karar almaktan korkar hale geldiler. Dolayısıyla çocuklar her şeye hakları olduğunu düşünmeye, aileler de çocuklarına sunamadıkları her şeyle ilgili suçluluk duyguları içinde tükenmeye başladılar. Aslında çocukların ruhsallıklarının gelişimine katkı sağlamak için, temel olarak sunulması gerekenler nelerdir? Sevgi, ilgi- paylaşım, sınırlar ve onlarla ilgili düşünebilme kapasitesi…

Küçücük bir bebek dünyaya geldiğinde, onunla ilgili sevgiyle düşünebilen bir çift gözle karşılaştığında, sevgiyle, şefkatle hem fiziksel hem de ruhsal olarak kucaklandığında, anlamlandıramadıkları ebeveynleri tarafından sözcüklere döküldüğünde, kapsandığında, dünyanın güvenilir sevgi dolu bir yer ve kendisinin de sevilesi bir varlık olduğunu düşünür. Bebeğin ruhsallığı da bu etkileşim alanında gelişir. Kendini anlamlandırabilmesi, tanıyabilmesi ancak onu anlamaya, onunla ilgili düşünmeye istekli ebeveynleri sayesinde mümkündür. Bebeğin henüz yeterince gelişmemiş benliği, ebeveynlerinin ona ödünç verdikleri ruhsallıkları sayesinde gelişir. Ebeveynler çocuklarının gelişimine eşlik ederken, olumlu duygular kadar, olumsuz duygulara da katlanabilmeli, bu duyguları kapsayabilmelidirler. Yetişkinlerin, yaşamın bir parçası olan yalnızlığı, eksikliği, mükemmel olamamayı, çaresizliği, gücünün her şeye yetemeyeceğini, geçiciliği çocuklarının kavramsallaştırmalarına yardımcı olmaları gerekir. Büyümek, gelişmek demek, çocuk olarak inandıklarımızdan aşamalı olarak vazgeçmeyi gerektiriyor. Yani evrenin merkezi olmadığımızı, her şeyi kontrol edemeyeceğimizi, her an her isteğimizin olamayacağını vb. kabullenmemiz gerekiyor.

Çocuklar dürtüseldir, eylem odaklıdır, hissettiklerini sembolizasyon yoluyla değil daha çok davranışlarıyla anlatırlar. Çoğu zaman neden böyle davrandıklarına dair fikirleri de yoktur, içlerinden öyle gelir, anında ruhsal dünyalarını sahnelerler. Yetişkinlerinse misilleme yapmadan, dürtüsellikten uzak tepkiler vermeleri çok önemlidir. Ebeveynler bu sahnelerle ilgili düşünebilirlerse, anlam verebilirlerse ve bu anlamı çocuğa sunabilirlerse, önemli bir adım atılmış olur. Çocuk sadece eyleme döktüğü, içeriğini tam da anlayamadığı ruhsallığıyla ilgili bir konuda içgörü kazanmış olur. Neden- sonuç ilişkisi kurabilir, davranışlarının nasıl bir etki bıraktığını görebilir. Kendisini, davranışını anlamaya çalışan, bunun üzerine düşünen ebeveynleriyle özdeşleşir. Hem kendini tanıma, farkındalık kazanma anlamında adım atmış olur, hem de düşünen ebeveyn modeliyle özdeşleşir. Bu şekilde biriken deneyimleri sayesinde, gelecekte ebeveynleri olmadığında da, içselleştirmiş olduğu bu model sayesinde kendisiyle, çevresindekilerle ilgili düşünebilecektir, farkındalığı artacaktır. Burada vurgulanmaya çalışılan pasiflik, sınırsızlık, eylemsizlik değil, düşüncenin- düşünmenin öncelikli olması gerekliliğidir.

Ebeveynler her şeyi bilmek zorunda değildirler, ceplerinde mükemmel cevaplarla dolaşıyor olmak durumunda da değillerdir. Ancak çocuklarıyla ilgili düşünmeye, onları anlamaya çalışmak zorundadırlar. Bu, çocuklarına ve daha uzun vadede topluma yapabilecekleri en büyük katkı olacaktır…

Nergis Güleç (MA)

*Uzman Psikolojik Danışman

İstanbul Psikanaliz Derneği

Ulus Özel Musevi Anaokulu