“A’Tyo! Ke Se Muera Suhula...” (1)

Perspektif
28 Eylül 2011 Çarşamba

Jose V.ÇİPRUT


Akşamüstü tesadüfen televizyonunu açıp İsrail Devlet Başkanı’nın Davos’ta düşürüldüğü hiç yakışmaz duruma şahit olduğunda Suhula Hanım, Yahudî olmak hasebiyle, yanaklarını avuçlarına doldurmuş, odadaki aile efradının işitebileceği bir sesle kuşkusuz aynen öyle mırıldanmıştır; çünkü vefalı bir Türk vatandaşı olan bu basit kadının kederinin ifadesinde bu yakışmazlığın Türkiye’nin uluslararası prestijine getirebileceği halelin endişesinin de katkısı olmuştur. Başbakanının memleket dönüşünde Türk ve Arap bayraklarıyla coşkunca karşılanması; seçim sonrası zafer nutkundaysa Türkiye seçimlerini “Filistinlilerin” kazanmış olduklarını beyanı; bugünler, Kahire’de Müslüman Kardeşler tarafından Orta ve Yakın Şark’ın Müslüman Önderi olarak te’sit edilmesi Suhula’yı nihayet sarsa sarsa uyandırmıştır inşallah... Davos’tan sonra Mavi Marmara hadisesi; o kâbusu müteakiben iki tarafın da diplomatik gafları, lüzumsuz/faydasız kışkırtıcı abartıları; bu ara, Doğu Akdeniz’de, Yunan müttefiki “Güney” Kıbrıs’la İsrail’in siyasî-iktisadî yakınlaşması, tarafların meşru’en el ele giriştikleri hidrokarbon arama faaliyetinde işbirliği... Bir de bütün bunlar yetmezmiş gibi, BM’in Raporunda İsrail’in Gazze Ablukasının meşr’u bulunmuş olması... veeee... Müslüman kalbinde ve Türk dünya görüşünde asla kabul edilmezliği iddia edilen bu gerçeklerin yerel, bölgesel ve küresel ümmede ivedilikle yaratmalarına çalışıldığı galeyanı gayri-Müslim dünyanın dört bucağında kör-sağırların bile hissetmesi istenilen, nispetsizce sert, aşırı yaptırımlar:

1) Türkiye’nin İsrail ile olan askerî anlaşmalarının tamamının askıya alınması; 2) Türk-İsrail diplomatik ilişkilerinin ikinci kâtip düzeyine düşürülmesi; 3) Türkiye’nin, İsrail’in BM tarafından meşr’u addedilen Gazze ablukasını tanımaması; 4) Türkiye’nin bu ablukanın Uluslararası Adâlet Divanı’nda incelenmesini isteyeceğinin peşinen tebliği; 5) Doğu Akdeniz’de “en uzun kıyısı olan sahildar devlet olarak” Türkiye Cumhuriyeti’nin “seyrüsefer serbestisi için gerekli gördüğü her türlü önlemi” alacağının resmen teyidi ve... gazetelerde çıkan haberlere göre, bu önlemler çerçevesinde, Türk sivil flotillalarının (Gazze’yle sınırı artık açık Mısır üzerinden değil de) ille deniz yoluyla doğrudan taşıyacağı “insanî yardım”ların bundan böyle Türk donanmasının askerî refakatiyle – yani, muhtemel devlet-arası silâhlı çatışma pahasına bile –  gerçekleştirileceği... (“yok öyle denilmedi de, şöyle denildi...”) şaiyası..(.2)

Bunu müteakiben – gazetelerinden, radyolarından, televizyonlarından, politikacılarından her gün ve her gece işittikleri Yahudi düşmanlığından mülhem bir hınçla; 1979 İran’ını hatırlatır bir kin ve nefretle – Kahire’de İsrail Elçiliği’ni yağma edip İsrail bayrağını yakan “Hürriyet ve Demokrasi aşığı” güruhun baş şehrini tam zamanında ziyaret; bu fırsatla, orada toplanan Arap Birliği Konferansına ‘laik’ Türkiye’nin resmî nutku çerçevesinde Türkiye’den Gazze’ye yollanan ‘sulhçular’la Gazze’den Mısır yoluyla İsrail’e sızdırılan katillerin benzeştirilip, tahrikçilerin ve canilerin değil de, bir defa daha kendini koruyabilmiş İsrail’in suçlandırılması; Eylül sonu, Birleşmiş Milletler’de “Filistin” konusunda tek ağızdan seslenecek Müslüman Arap tutumunun Türkiye’nin önderliğinde kostümlü son provası ve, hemen sonra, ver elini Tunus, ver elini Libya: her zamankinden yakın, her zamankinden uzak “Orta” Şark... “Ne ekersen, onu biçersin” demişmiş biri. Ben neyin nasıl ekildiğini gördüğümden ekilenlerin ne zaman ve ne şekilde biçileceğini merak etmeğe dahi lüzum görmüyorum. Uzaktan görünen köye rehbere ihtiyacım yok çünkü.

Türkiye ile İsrail arasında iyiden kötüye, kötüden berbata gelişeduran, bir zamanların yakinen müttefik ve mükemmelen müsbet ilişkileri konusunda her kafadan çıkan sonu gelmez mütalâaların dışında, bir an için şamatasız bir köşe bulunup düşünülebilse, Türkiye’nin yeni dış politikasıyla Türkiye’nin geçmişteki iç politikalarının arasında ne kadar da acayip benzerlikler olduğu solmuş hatıraları canlı kalmış zihinlerde keşfedildiğinde, bu benzerliklerin sadece tesadüf eseri mi, yoksa da birilerinin bir türlü değişmez dünya görüşlerinin semeresi mi olduklarını insanın kendinden sormaması sahiden güç görünmektedir – hele bunu kendinden soran Türkiye Yahudi azınlığından olmuş olup, yıllarca yurttan ve bu tür karmaşalıktan uzak kalmış, zihni açık, kalbi samimi, niyeti iyi biriyse: 

1. Tuhaf değil midir ki, Türkiye’nin Ermenilerinin, Rumlarının ve Yahudilerinin atayurt sayabildikleri Ermenistan, Yunanistan – ve şimdi de İsrail – ile, Türkiye’nin ilişkileri ne tam, ne tamam ne de müsbettir?

a) Türkiye’nin Azerbaycan’la 9 km’lik hududu vardır. Azerbaycan’ın Ermenistan’la Nagorno-Karabağ konusundaki çatışma ve anlaşmazlıkları Türkiye’nin Ermenistan’la olan 268 km’lik hududunun bugüne kadar kapalı bırakılmış olmasına sebep olmuştur, ama; b) Türkiye’nin Yunanistan’la 1923 Lozan Antlaşması mucibince tesbit edilmiş 206 km kara hududu vardır: Ege Denizi’ndeki sahilin 11,1 km’lik kara sularına bitişiksularda varlığı bilinen yeraltı zenginliklerinin komşularca ne şartlarla işletilebileceğine hâlâ hiçbir çözüm bulunamamış olması Türkiye ile Yunanistan arasında Ege Denizi’nde deniz, hava ve kara hakları ile ilgili diğer çapraşık anlaşmazlıkların çözümünü daha da güçleştirmiştir; tarafların Trakya’da İstiklâl Savaşı sonrasında bile süregelmiş karşıt coğrafî iddiaları, Lozan Antlaşması’nın “mübadele” yantümcesi marifetiyle asırlarca buralarda meşru’en yerlileşmişleri iki tarafta da mülteci kütlelerine çevirebilmiştir;  c) Kıbrıs’ta 1974’te çizilmesine mecbur kalınmış hududa Kuzeyde Türk Kıbrıs’la Güneyde Yunan Kıbrıs arasında 37 yıldır hâlâ nihaî bir çözüm bulunamamıştır; d) AB azası özgür Güney Kıbrıs’la İsrail Devleti arasında bunların müşterek iktisadî deniz sahalarında el ele hidrokarbon keşfine girişmeleri bu tür bir imkânı araştırmayı evvelce düşünememiş, sahildaş diğer devletlere teklif etmeye ne ihtiyaç duymuş ne de yanaşmış, şimdi ise bu işe “başkalarının” – Türkiye kara sularının dışında – uluslararası bir işbirliğine faydalı ve üretken şekilde girişmesine donanmayı oralara göndermek şıkkını ciddiyetle nazar-ı itibara alabilecek kadar öfkelenen Türkiye’nin hiddetini ergin demokrasilerin çoğu hayretle karşılamışlarsa da Türkiye Cumhuriyeti’nin “Kuzey Kıbrıs” sularına yakın yerlere Piri Reis’i benzer keşif gayeleriyle sevk etmek kararına varmış olmasına şaşmamışlar, hatta bu tehditsiz karşı hamleyi olağan bulmuşlardır.

2. Kanaatlerince Türkiye’de ilginç müsbet devrimler sağlamış olan iktidarın oy verenlerinde böylelikle geliştirmiş olduğu özgüvene imrenerek, aynı gelişimlere, ayni özgüvene erişmeği dileyen Yakın ve Orta Şark’ın dindaş Arap ülkelerinde, yıllardır siyasî, iktisadî ve içtimaî özgürlük tanımamış, sesten mahrum kalmış, nihayet bahar vakti ayaklanmalar sağlamış halk tabakalarının ne istemediklerini iyi bilmelerine rağmen ne istediklerini ancak rastladıklarında tanıyabilecek olan tecrübesiz gençleri, henüz müphem emeller peşinde koşan alt seviyeleri ve dopdolu kahvehanelerde televizyon seyreden, kart oynayıp çay içen işsiz güçsüzleri karizmatik baş yöneticilerimize hayranlıklarını saklamıyorlar. Ne İsrail halkıyla ne de Türk Yahudileriyle hiçbir problemi olmadığını tekrar tekrar alenen beyan eden önderlerimiz, Orta ve Yakın Şark’ta kazanmış oldukları bu engin popülerliklerinden bilistifade, oraları ziyaret ettiklerinde bu memleketlerde yaygın kitap ve gazetelerde, radyo ve televizyon programlarında türlü sebeplerle İsrail halkına ve Yahudi milletine yöneltilen cahil ve gaddar nefretin yersiz ve kalpsiz olduğuna muhataplarını ikna edemez midirler? Bu şefaatla belki de bölgede bunca zamandır taraflarca arzu edilen dayanıklı adil barışın oralarda daha da çabukça yerleşmesine çok daha müsbet tarzda yardımcı olabilirlerdi, kanımca.

3. İsrail’in silâhlı savunma sahasındaki çok ileri teknolojik gücünü Türkiye ile artık eskisi kadar serbestçe paylaşmakta tereddüt etmesinden Al-Cezira’da sitemde bulunan, ama İsrail’in Akdeniz’in denizaltı enerji ürünlerinden tek başına faydalanmasına aslâ müsaade edilmeyeceğini hemen ertesi nefeste belirten Sayın Başbakanımızın ardından, Türk medyasına verdiği bir beyanatta, AB İşleri vekilimiz Sayın Egemen Bağış’ın ise yakın geçmişte denizlerimize yakın sularda keşif ve araştırma faaliyetinin farkına varıldığında Türk Donanmasının hemen oralara sevk edilmiş olduğunu hatırlattığını, devletlerin kendilerine ait olmayan sularda keşif ve araştırmaya girişmelerinin gayri-kanuni olduğunu, askeriyemizin zaten bu nedenlerle yaratılıp bahriyemizinse bu sebeplerle eğitildiğini beyan etmiş olduğunu okudum. Bu çerçevede, Türkiye’nin Piri Reis’i Kuzey Kıbrıs açıklarında hidrokarbon keşfine alelacele sevk etmiş olması keyfiyeti, aynı mantık kullanılsa, peki şimdi tarafsızlar tarafından nasıl tefsir edilmelidir acaba? 

Türkiye-İsrail ilişkilerinin gittikçe Türkiye-Yunanistan ilişkilerine benzetilmekte olduğunu işitiyorum. Belki... ama şu ufak farkla ki ilişkilerin birinde, çok şükür bunca zamandır ancak nadir zorlukla, it ürüye kervan yürüye geldi; ötekisindeyse, korkarım ki – maazallah – boş silâhı kazaen gümbürtü yapan tarafın tayfa dolu gemiciği, istemeksizin, anında batırılıverirse kıyamet esasen ondan sonra kopar; hiç te niyet edilmemiş bir harp başlar; ve görünüşte üstünlük sağlamak niyetiyle bölgesel prestij kovalayan pek abes ve lüzumsuzca gürültülü abartıların neticesinde, dul ve yetimler çokça ağlar: “A’Tyo! Ke se muera Suhula..!”

Yeni yıla girerken, 5772 yaşımıza basmakta olduğumuzu hatırlayalım. “Para muchos y buenos años...” diyelim. Ve istikbalin daha da parlak olacağına inanalım. Sevgili okurlarım: Hepinize “Shana Tova!”

 

(1) On yıllar evvel, orta/lise görmemiş; hislerini olduğu gibi, düşünmeden, serpen; ifadelerine içtimaî/dilsel çeki düzen vermeğe hacet görmeden, ağızlarını açtıklarında “münasip lisanla” konuştuklarına kani olan, “kızım sen işit, gelinim sen anla” niyetine kendi kendine yüksek sesle mırıldanan kadınların gönüllerine endişe veren hallerde dile getirdikleri sözde-haykırma: meselâ,  Suhula adlı bir hanımın kendine üçüncü şahıs hitabıyla “Ya Rabbi! Suhula ölse de bunlara şahit olmasa...” şeklindeki ünlemi.

(2) Al-Cezira, Reuters, CNN, BBC, France 24, Alman ve İtalyan televizyonları, türlü lisanda sayısız gazete, dergi, vs...