İsrail’in Ekonomik Kalkınması

İsrail, ekonomide günümüzde Japonya ve Kore ile aynı seviyede yer alıyor. Yüzyıllar boyunca süren Yahudi halkının ekonomik gelişmesi, bu günlere gelmeden önce birçok süreç geçirdi

- Ekonomi
18 Ocak 2012 Çarşamba

İsrail, ekonomik kalkınma sürecinde 2011’de kişi başına düşen 31.000 dolarlık gelir seviyesi ile bir basamak yükselerek Japonya ve Kore’nin ardından dünya sıralamasında 29. sıraya yükseldi. İsrail, diğer ileri ekonomiler ile karşılaştırıldığında eğitim, sağlık, ulaşım ve yargı gibi birçok hususta gelişimini tamamlamış, eksiksiz bir alt yapıya sahip.

İsrail’in ekonomik tarihini, gelişimini ve bugüne gelirken yaşanılan ekonomik gelişmeleri anlatmak istiyorum. Bu hafta geçmişe uzanıp ticaretin nasıl başladığını ve bugünlere nasıl yol alındığından söz edelim.

1948’den önce Yahudi halkının ekonomik durumu

Tora ve diğer yazıtlardan edinilen bilgilere göre milattan önceki dönemde Yahudi halkının büyük çoğunluğu tarım ile uğraşmakta, geri kalan azınlık, din adamlığı ve yöneticilik yapmaktaydı. M.Ö. 8. yüzyılda Helen sürgünü ve M.S. 70 ile 135 yıllarında gerçekleşen Roma sürgünleri ile İsrail topraklarından sürülen Yahudiler, bu iki medeniyette de toprak sahibi olamıyordu. Bu tarihten sonra dünyanın çeşitli yerlerine dağılan Yahudi toplumu, yerleştikleri medeniyetler izin verdiğince kırsal alanlarda çiftçiliğe devam etti. İlk milenyuma bakıldığında Arap ve Müslüman medeniyetler, batıya göre daha fazla özgürlük tanıyordu. Bu bölgelerde Yahudiler yaygın olarak çiftçilikle uğraşıyordu. Roma ve Bizans İmparatorlukları’nın Hıristiyanlaşması ile 8. yüzyılda Yahudi toplumunun yüzde 90’ı Müslüman coğrafyada yaşar hale geldi. Değişen dünya düzeni ve oluşan yeni meslek grupları ışığında şehirler büyüdü ve şehirlerde vasıflı insana talep arttı. Kırsal alanda çiftçilikle uğraşan Yahudiler, gelenek ve dini eğitimlerinin sayesinde yerlilere kıyasla yüksek okuma/yazma oranına sahipti. Şehirlerdeki mesleklerin çiftçiliğe kıyasla daha yüksek gelir sağlaması, Yahudilerin şehre göç etmesini sağladı.

Yahudi nüfusu hakkındaki somut bulgular ışığında M.S. 1. yüzyılın başında dünya Yahudi nüfusunun 4,5 milyon civarında olduğunu ve Rönesans devrimi sonrasında bunun 1 milyon civarına kadar indiğini biliyoruz.

İkinci milenyuma geldiğimizde Avrupa’da finansal anlamda borç alışverişi ilk olarak İspanya ve çeşitli ülkelerden kaçan Yahudi tüccarlar tarafından uygulanmaya başlandı. Yahudiler, İtalyan yerlileri, bankacılığın ilkel örnekleriyle tanıştırdı. 1306 yılında Fransa Kralı 4. Philips önce Yahudileri, sonra İtalyan bankerleri kovarak varlıklarına el koydu ve alacaklarını kendisi topladı. İlk anlamda krallıkların dışında dünya düzenini değiştirecek oluşumlar, bu dönemde ortaya çıktı. 14. yüzyıl ve Rönesans döneminde İtalya bölgesinde Medici gibi büyük çaplı banker aileler türedi. 16 ve 17. yüzyıla gelindiğinde Avusturya ve çevresinde Yahudi bankerlerin dönemi başladı. Bu dönemde Oppenheimer ve Jacob Hassevi aileleri, Roma kralı ve diğer hanedanlıkları finanse ederek savaşların sonuçlarını tayin etmekteydiler. Daha sonraki dönemde bu ailelere Lehmann ve Wertheimer gibi tanınmış aileler eklendi. Bu Yahudi aileleri, krallara verdikleri finansal desteğin karşılığında serbest dolaşım ve yerleşim hakkı elde ediyor, böylece ticari faaliyetlerini daha geniş bir alanda uygulayabiliyordu. Özellikle metal ve silah endüstrisinin kontrolleri ellerindeydi. Bu aileler, fertlerini birbirleri ile evlendirip güçlerini pekiştiriyordu. 18. ve 19. yüzyıla gelindiğinde Rothschild, Goldschmidt ve Oppenheimer gibi Yahudi aileleri dünyayı modern bankacılık ile tanıştırdı.

19. yüzyılda Avrupa ve çevresinde yaşanan ekonomik ve sosyal travmanın sonucunda Siyonizm akımı doğdu. Siyonist bankerler Moses Montefiore, Baron Edmond James de Rothschild ve Baron Maurice de Hirsch, İsrail’de toprak alarak veya dünya çapında fonlar kurarak İsrail’in kuruluşuna hız verdiler.

Ekonominin kuruluş yılları 1882-1967

1882-1947 yılları arasında çoğunlukla Rusya-Doğu Avrupa bölgesindeki pogrom, ekonomik zorluk ve zulümlerden kaçan 550.000 genç Yahudi, İsrail topraklarına geldi. Göç edenlerin çoğu Siyonist ve sosyalist kökenli idi. Osmanlı döneminde kurulmaya başlanan ‘yişuv’ yerleşim alanlarında tarım odaklı bir üretim modeli vardı. Bu topraklarda yaşamış olan atalarının mesleği ile uğraşmak, ideolojik bir hedefti. 1918’de on iki olan Yişuv sayısı 1945’e gelindiğinde 179’u bulmuştu. Kuruluş aşamasında çölü bol, suyu az olan bu topraklarda tarım odaklı ekonominin teşvik edilmesi, ileri yıllarda ülkenin kendine yetmesi açısından önem taşıdı. 1882’den 1948’e kadar göçler sayesinde nüfus, yılda ortalama yüzde 5 arttı. Yişuv’ların üretimi Mart 1917’den Aralık 1947’ye kadar yılda yüzde 13,7 büyüdü. Bu nüfus artışı ‘Histadrut’ işçi sendikası tarafından yönetildi, yeni gelenlere iş dağılımı yapıldı. Bu ekonomik ve bölgesel genişleme diasporadan gelen yoğun finansal destek ile daha da kuvvetlendi. 1948’den 1977’ye kadar ülkenin başında Ben-Gurion liderliğindeki Marksist Mapai Partisi koalisyonları vardı. Kuruluş yıllarında, sosyalist partinin üç dönem üst üste seçilmesi ile sosyal devlet politikaları hâkimdi. Göç edenlerin giyinme, beslenme ve konaklama gereksinimleri en temel seviyelerde karşılanıyordu. Hükümet, devalüasyon uygulayarak, temel ürünlerin fiyatlarını düşürme politikasını izledi. Bağımsızlığın ilanı ile ülke ekonomisi üç temel noktaya odaklanmıştı. Bunlar yüksek savunma giderleri, yüksek sayıda göçmenin entegre edilmesi ve devlet kurumlarının oluşturulması idi. Devlet kurumlarının oluşturulması direniş döneminden gelen Hagana ve Histadrut gibi yarı resmi kuruluşların kabuk değiştirerek tam resmileşmesi ile nispeten kolay gerçekleşti. Kuruluşun ardından 1948’den 1951’e kadar çoğunlukla Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan gelenler ile Yahudi nüfusu yılda yüzde 22,6 arttı ve üçüncü yılın sonunda ikiye katlandı.

İsrail kurulduktan sonra, 1948 öncesi dönemden daha fazla yabancı sermayeye ihtiyacı oldu. Yüksek güvenlik riski ve çeşitli belirsizlikler, yabancı yatırımcının ilgisini bu bölgeye çevirmesini engelliyordu. İlk etapta diaspora Yahudileri ve kuruluşları, daha sonra ABD ve Batı Almanya, büyük çaplı hibeler, düşük faizli devlet bonosu alımları ve tazminat ödemeleri ile ekonominin ihtiyacı olan kaynağı sağladı. Özellikle 10 Eylül 1952’de Batı Almanya ile yapılan anlaşma sayesinde 1953’den 1965’e kadar toplam 850 milyon dolar sermaye, İsrail’in ithal ürünlerinin büyük bir kısmının finanse edilmesinde kullanıldı. Bu tazminatlarla kuruluşta hayati rol oynayan silah alımları dışında, tarım ve üretim alanlarında da yatırımlar yapıldı. Ekonomi, 1950’den 68’e kadar yılda 9,2 büyüdü. Bu dönemdeki büyüme, Japonya’nın yıllık 9,7 büyümesinden sonra İsrail’in dünya ikincisi olmasını sağladı. Kişi başı gelir de yılda yüzde 6 arttı. Bu büyüme, çoğunlukla devlet tarafından yapılan silah alımları ve ihaleler ile teşvik edildi. Yurt dışından gelen sermaye, gayrisafi milli hasılanın yüzde 25’ini teşkil ediyordu. Sosyalist yönetimin elinde büyük kaynakların bulunması ile kuruluş yıllarında hükümet harcaması ve hükümetin ekonomiye müdahalesi en yüksek seviyede gerçekleşti. Dışa bağımlılığı azaltmak amacıyla devlet özellikle tekstil, turunçgiller ve işlenmiş elmas sektörlerini destekledi.

Savaş yılları 1967-2002

1967’den 2002’de 2. İntifada’ya kadar olan dönemde İsrail ekonomisi bir önceki döneme kıyasla daha dalgalı ve zayıf bir büyüme performansı sergiledi. 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda elde edilen askeri başarı ve batılı devletlere göre abartılı toprak kazancı, tepkilere sebep oldu. İsrail’in en büyük silah tedarikçileri ABD ve Fransa tepkilerini İsrail’e silah ambargosu uygulayarak gösterdi. Gelişmeler karşısında zaten dışa bağımlılığını azaltmak isteyen devlet, kendi uçak, tank ve haberleşme teçhizatlarını üretme programlarına erken başlamak zorunda kaldı. Savunma harcamalarının büyük kısmı araştırma ve geliştirme programlarına aktarıldı. Yüksek olan savunma giderleri bu dönemde kendi rekorlarını kırdı. 1967’de GSMH’nın yüzde 10’u olan savunma giderleri, 1973-76 yılları arasında yüzde 32’ye kadar çıktı. ABD ile Sovyetler Birliği’nin arasındaki Soğuk Savaş mücadelesinin Ortadoğu’ya yansıması ile ABD tekrar İsrail’in ana silah tedarikçisi konumuna geldi. 1972-79 yılları arasında savunma giderlerinin dörtte biri ABD tarafından karşılandı. 1973-82 arasında yurtdışından gelen borç ve hibe, yıllık 1,9 milyar dolar seviyesindeydi. Bu rakam bütün savunma harcamaların yüzde 60’ını teşkil etmekteydi. Ortadoğu’daki en büyük düşman olan Mısır ile 1979 yılında barış anlaşmasının imzalanmasına rağmen, savunma masrafları yüksek seviyelerde kaldı. 70’li yıllarda yüzde 30 olan oran 80’li yıllarda ancak yüzde 20’ye geriledi. 1973’ten 80’lerin ortasına kadar ekonomik büyümede düşüş yaşandı. Bunun ana nedenleri 73 sonrasında artan savunma giderleri veya yatırımları ile küresel petrol krizi sebebiyle artan enerji maliyetleri idi. 1981-89 yılları arasında gayrisafi milli hâsıla yüzde 2,7, kişi başı gelir büyümesi ise yüzde 1,1 oranlarında kaldı. 1980’lerin başında enflasyon çift haneli rakamları geçti. Bu yıllarda çoğunlukla Histadrut yönetimindeki kamu sektöründe çalışanlar, toplam istihdamın yüzde 30’u gibi büyük bir orana ulaşmıştı. Hem düşen büyüme performansı hem de artan maaş giderleri hükümeti büyük bir borç krizine soktu. 1985 yılında görevdeki koalisyon hükümeti ekonomik krizin atlatılması amacıyla keskin ama başarılı önlemler aldı. Para birimi elden geçirildi ve kamu harcamalarında tasarruflara gidildi. Özelleştirmeler yolu ile inşaat, sigorta, sağlık ve diğer sektörlerde kuruluşları bulunan Histadrut’un gücü azaltıldı. Kur, maaş, fiyat sabitleme politikası ile bütçe ve para arzı üzerindeki kısıtlamalar, 80’lerin sonunda enflasyonun yüzde 16 seviyesine gerilemesini sağladı. Sert para politikaları sonucunda 2005 yılında enflasyon yüzde sıfıra indi. Bu sert para politikalarına 2000’lerin başında “dot.com” krizi, dışarıda resesyon yaşanması ve intifada dolayısıyla güvensizliğin artması da eklenince işsizlik oranı yüzde 10’a kadar yükseldi.

1975 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu ile serbest ticaret anlaşmasının imzalanması ile Avrupa bu tarihten itibaren İsrail’in en büyük ticari ortağı konumuna geldi. 1980’lerin sonunda güvenlik harcamalarının kısılması, özelleştirme ve liberalleşme politikaları sonucunda devlet projelerinden çok sayıda girişimci ayrıldı. Bu sayede sayısız teknoloji firması kuruldu. 2000 yılında ileri teknoloji içeren ürün ve hizmetler ihracatın üçte birini, GSMH’nın yüzde 15’ini oluşturmaktaydı. Bu yıllarda gerçekleşen Asya ve internet balonu krizlerine intifada da eklenince ekonomi resesyona girdi. Turizm gelirleri yüzde 50’den fazla azaldı, savunma giderleri artarken Şekel’in değeri azaldı. Hükümet başta turizm olmak üzere birçok sektöre sübvansiyon yardımı uyguladı.

Sovyetler Birliği’nde serbest dolaşım yasağının kaldırması ile 1972-82 yılları arasında 325.000, dağılma sürecine girmesi ile 1990-99 yılları arasında 1.050.000 civarında Rus göçmen geldi. Bu göçmenler çoğunlukla eski mesleklerinden farklı olan üretimle alakalı işlere yönlendirildi. Rus Yahudileri yüksek eğitimliydiler ve İsrail pazarına rahatlıkla asimile oldular. Bu grubun yüzde 55’ten fazlası yüksekokul mezunu, yarısından fazlası da geldiği ülkelerde ya akademisyenlik ya da yöneticilik yapmıştı. Gelenlerin yüzde 18’i teknisyen, yüzde 15’i mühendis ve mimar, yüzde 8’i yönetici ve yüzde 7’si doktordu. Gelen Ruslar, GSMH’ya 90’ların ilk yarısında yaklaşık yüzde 7 katkı sağladı. Bu katkı 90’ların ikinci yarısında azalarak 98 yılında yüzde 2’ye düştü. 2000 yılına gelindiğinde 6.300.000’lik nüfusun yüzde 78’i Yahudi’ydi. Bunun da beşte birini Rus Yahudileri oluşturmaktaydı. Bu dönemde ortaya çıkan başka bir azınlık grubu, 67 Savaşı’nda Batı Şeria ve Gazze bölgesinin ele geçirilmesiyle Filistinliler oldu. Bu grup çoğunlukla inşaat ve tarım sektörlerinde ucuz iş gücüne katkıda bulundu. İsrail’de yaşayan Filistinlilerin yıllık kişi başı gelir artışı 69-72 yılları arasında yüzde 20, 73-80 yılları arasında yüzde 5, sonrasında ise dalgalı bir seyir izledi. İsrail’deki ortalama gelir seviyesine oranı 68’de yüzde 10,2, 86’da yüzde 22,8 ve 98’de tekrar yüzde 9,7 seviyelerine geriledi. 94 yılında Filistinlilerle yapılan anlaşmalar neticesinde ticaretin kontrolü tek yönlü olarak İsrail’in inisiyatifinde oldu. Tanınan birçok ayrıcalık 2000’den 2005’e kadar gerçekleşen intifadalar nedeni ile geri alındı. İsrail Merkez Bankası’nın hesaplamalarına göre 2. İntifada’nın ekonomiye zararı çoğunlukla Filistinlilerin çalıştığı düşük teknoloji temelli üretim sektörlerine oldu ve 2001 yılı tahminlerine göre 2,6 milyar doları buldu.

Devam edecek