Can Bonomo Eurovision yolunda: ”Tanrı’nın yarattığım müziğin içinde olduğunu düşünüyorum”

Popüler şarkıcı Can Bonomo ilk albümü ‘Mezcup’la kazandığı başarıya bir yenisini daha ekledi; Eurovision’da Türkiye’yi temsil edecek.

Şalom
10 Ocak 2012 Salı

TRT tarafından organize edilen seçmelerde daha önce Atiye, Kıraç, Sıla ve Hande Yener’in isimleri gündeme gelmişti.

Nihayet 9 Ocak’ta TRT’den yapılan açıklamada, mayıs ayında Bakü’de yapılacak yarışmada Türk temsilci olarak Can Bonomo’nun seçildiği belirtildi.

Sidni Kohen Bonomo’nun albümünün başarısı üzerine kendisiyle 30 Mart 2011 tarihinde yayınlanan bir söyleşi gerçekleştirmişti.

Can Bonomo: “Tanrı’nın yarattığım müziğin içinde olduğunu düşünüyorum”

Son dönemde adını başarıyla söz ettiren Can Bonomo ile keyifli bir söyleşi yaptık

Meczup –bu isim, eskimiş (meczu:bu) Arapça mec£°b

1. Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş kimse.

2. Aklını yitirmiş kimse, deli

Bu başlığın altına ‘Meczup’un sözlük anlamını yazmadan yazıma devam edemezdim. Anlamında karşılaştığım sonuç ise beni hem Meczup ile hem de Can’la ilgili meraka sürükledi. Can’ın seneler önce kolunda Meczup yazılı bir dövmesi olan ve felsefesinin etkisinde kaldığı biriyle tanışması albümün isminin oluşmasına yol açmış. Meczup; belli bir etkiye kapılma ve o tesirle kendinden geçme felsefesi... Can, bu felsefe ile çok ilgilenmiş; araştırmış, hikâyeler okumuş, ney bile üflemiş.

Peki, kim bu ney bile üfleyen Can Bonomo? Kim bu, küçük yaşlarda gitarı eline alıp müziğe adım atan ve şimdi ilk göz ağrım dediği bir albümle, verdiği konserlerle hepimizin dikkatini çeken isim? Meczup’ta biri hariç tüm parçalar Can’ın kendi imzasını taşıyor. Albümün kapağındaki art workler de sanatın her dalıyla ilgili olan Can’a ait. İzmirli olan Bonomo’nun müzik kariyeri Bilgi Üniversitesi Sinema ve Televizyon Bölümü’nden mezun olup radyoculuk ve televizyonculuk yaptıktan sonra, Irwin Welsh’in Porno adlı kitabının ilk yaprağına sardığı demosunu Can Saban’a göndermesiyle yeni bir boyut kazanıyor. Can Saban, Meczup’un prodüktörlüğünü ve müzik direktörlüğünü üstlenen kişi oluyor. Can Bonomo, deneysel rock ile pop-rock arasında kurduğu dengeyle dinleyicilerin karşısına Meczup ile işte böyle çıkıyor. Merakım ise Can’ın sorularıma verdiği cevaplar ile en güzel şekilde gideriliyor.

İZMİR Mİ, İSTANBUL MU?

İzmir doğumlusunuz ve hayatınızı İstanbul’da kurdunuz. Kendinizi daha çok İstanbullu mu İzmirli mi hissediyorsunuz ve neden?

İzmir’de büyümüş olmak, mutluluk ve gurur duyduğum bir şey. Küçük şehirlerde insanın dikkati daha az dağılıyor büyürken. Ne yapmak istediğini, ne olmak istediğini düşünürken karşına çok fazla imkân ihtimal ve seçenek çıkmadığı için öncelikle ne olduğunu daha kolay anlıyorsun. İstanbul gibi karma karışık bir şehirde büyüseydim kafam çok karışabilirdi. Çok küçük yaşta sanata ilgi duyduğumu ve insanlarla paylaşım içinde olmak istediğimi İzmir’de öğrendim. Dolayısıyla İzmir’e çok şey borçluyum fakat çok uzun süredir İstanbul’da, bir İstanbullu gibi yaşadığımı ve İstanbul’a âşık olduğumu inkar edemem.

Dünden bugüne; İzmir’de yaşanmış çocukluktan, İstanbul’da sanatçı olmaya kadar izlediğiniz yolu bize tarif edebilir misiniz?

İlkokulda müzik öğrenmeye başladım. Ortaokul yıllarında biraz daha müzik ve fotoğraf. İnternet’in ciddi anlamda hayatımıza girdiği yıllarda merak ettiğim konularla ilgili araştırma yapma imkânım daha fazlaydı. Lisede resim ve müzikle ilgili çok fazla araştırma yapıp kendime bir tarz benimsemeye çalıştım. Üniversitede aldığım çizim, film eğitimleri ve okuduğum kitaplar beni şu an olduğum insana çok fazla yaklaştırdı. O insanda müzikle çocukluğundan beri haşır neşir olup sanatla ilgili fazla fikre sahipti ve yaptığı müzikleri kayıt etmeye karar verdi.  Şimdi Meczup isimli bir albümüm var.

Bir gün, bugün olduğunuz yerde olacağınızı içinizde biliyor muydunuz? Hissedilen bir şey midir bu, spontane mi gelişir? Hamurunda var derler ya, öyle bir şey midir?

Ben her zaman yaptığım şeyleri birileriyle paylaşacağımı biliyordum. İlk başta ailemdi. Daha sonra arkadaşlarım oldu. Bu kadar kalabalık olacağımızı tahmin etmezdim. Bugün olduğum yerde olmasaydım yine aynı istikrarla çalışıp daha az insanla bir şeyler paylaşmaya devam ederdim. Bu düşünce yapısı benim yarın da aynı yerde kalmamı sağlarsa anlatmak istediğim şeyleri doğru anlatabiliyorum demektir.  Hiçbir zaman aşırı popülerlikte gözüm olmadı. Şu an vakit ayırıp bu yazıları bir kişi bile okusa bana gurur verir.

MÜZİK Mİ, FİLM Mİ?

Cevabınızı tahmin ediyor olsam da; yönetmen, radyocu, aktör, müzisyen hangisi? Hangisi size sanatın hazzını en çok yaşatan, bu hazzı nasıl tarif edersiniz?

Ben yönetmen olmak için eğitildim. Radyocu olabilecek kadar çenem düşüktü. Oyunculuk yapabilecek kadar film izledim ve filmde oynadım ama müzik benim için her zaman bambaşka bir yerdedir. Yaşım henüz böyle bir saptama yapmaya yetecek kadar büyük olmasa da şöyle açıklayabilirim: Hayatımda hiç bir zaman, hiçbir şey bana sahneye çıkıp insanlara yazdığım şarkıları söylemenin heyecan ve mutluluğunu vermedi ve muhtemelen vermeyecektir.

Sanatınız, dövmeleriniz, tarzınız ve doğanız sanki disiplinli bir düzene ayak uydurmaya elverişli değil gibi. Şu anda bulunduğunuz düzene ayak uydurmakta zorlanıyor musunuz? Provalar, röportajlar, çekimler vs.?

Çok küçük yaşta konvansiyonel bir hayata ayak uydurmak istemediğimi anladım. Sabah 9’da işe gidip 6’ya kadar çalışabilen insanlara çok gıpta etsem bile maalesef benim böyle bir mevhuma kendimi adapte edebilmem söz konusu olamazdı. Şu an bulunduğum düzene ayak uyduramamam mümkün değil, çünkü kurulu olan bu düzeni kuran kişi benim. Uzaktan gayri resmi ve ciddiyetsiz gözüksek bile biz dövmeli insanlar da çalışmayı çok sevebiliyoruz. Ben her sabah uyandığımda takım elbise giyip büyük bir şirkette çalışmayı tercih etmemiş olsam bile aynen o insanlar gibi hatta biraz daha zamansız ve fazlaca çalışıyorum.

Yazdığınız şarkı sözlerinden doğanızın duygusal olduğu da anlaşılıyor tabi ki... Duygusallığınızla ilgili neler söyleyebilirsiniz? İlişkilerinizde nasıl öne çıkar mesela?

Kimseden daha duygusal değilim. Sinirlenince bağıran ya da mutlu olunca gülen bir insandan farkım bu duygularımı bir sanat formuna sokup paylaşıyor olmam ki bu da benim işim zaten. Çok iyi niyetli ve mutlu bir insan olduğumu söyleyebilirim. Kolay sinirlenmem. Sinirlendiğim zaman da sinirim geçmek bilmez. Canım sıkılır, mutsuz olurum. ‘Düz insan’ım.

Beğendiğiniz, ilham aldığınız Türk ve yabancı müzisyenler kimler?

Çok uzun zamandan beri dinlediğim ve bana ciddi anlamda ilham vermiş gruplar: The Kinks, The Beatles, The Libertines, Beirut ve The Shins olabilir. Türkiye’de beğendiğim gruplar: Duman ve MFÖ. Bu aralar en çok takip ettiğim grup Büyük Ev Ablukada.

Sahneye çıktığınızda; bir zamanlar kendinizin de içinde bulunduğu kalabalık sizi alkışlarken ne hissediyorsunuz, bu his sizi neler yapmaya motive ediyor?

Muhteşem bir mutluluk ve heyecan veriyor bana. Zamanda yolculuk etmek, çok yüksek bir yerden paraşütle atlamak, çok uzun bir tatile gitmiş olmak gibi düşünceleri ve hissiyatları veriyor insana. Açıklamak çok zor. Daha çok şarkı yazmak ve daha fazla verebilmek istiyor insan.

Her gün yeni bir şey üretir misiniz?

Her gün mutlaka yapmam gereken şeyleri bitirdikten sonra, yapmak istediğim şeylere biraz zaman veririm. O da genelde bir şeyler üretmek olur. Bugün çektiğim fotoğrafları bastırıp biraz daha çektim. Üç gündür üzerinde uğraştığım bir şarkıyı bitirmeye çok yaklaştırdım. Saat daha akşam 6. Bizim için sabah sayılır. Daha ne yaparım belli olmaz.

Üretmenin ve yaratmanın Tanrısallaşmak olduğu söylenir. Katılıyor musunuz?

Ben Tanrı’nın yarattığım şeyin içinde olduğunu düşünürüm.

Sanatınızı yapmanız için sizi besleyen en önemli unsur nedir?

Nefes ve uyku.