Özgürlük mü dediniz...O DA NEDİR?

Geleneksel toplumdan modern topluma geçişte başlıca kriterler: İnsanın bireyselleşmesi ve özgür olmasıdır. Birey olmak, özgür olmak, insan gelişiminde varılacak en üst noktadır. İnsanlar dünyayı çok değiştirdiler. Ama en az değişen kendileri oldu.

Şalom
5 Ocak 2012 Perşembe

Zaman içinde geleneksel toplumların yerini modern toplumların alacağı söylenir. Geleneksel toplumu biraz açacak olursak, bu yapı içerisinde insanların neleri, nasıl yapacakları ya da yapamayacakları bellidir. Ortaklaşa bir takım normlar vardır; normlar kurallardır. Geleneksel toplumların değerlerinden bazıları; ahlak, töre, görenekler, yardımseverlik, fedakârlık, dayanışma, büyüklere saygı, iyi komşuluk ilişkileri gibi hasletlerdir. Bunun yanı sıra, size rağmen sizin iyiliğiniz için alınmış kararlar da vardır.

Geleneksel toplumun en olumsuz özelliği baskıcı olmasıdır. Kişiyi, dolayısı ile toplumu kontrol eder. Özetle, geleneksel yapının, insanı hem kısıtlayıcı hem de kendini güvende hissetmesini sağlayan yanları vardır. Normlara uyulduğu sürece hem sevgi hem onay almak mümkündür. Fakat normlara karşı gelindiğinde, bırakın üzerinizde baskı hissetmeyi, insan bu karşı çıkmayı hayatı ile bile ödeyebilir.

Günümüzde, Güneydoğudaki töre cinayetlerinin, artan sayılarla kadınları hedef almasını gün be gün izliyoruz.  Töreye inanan veya inanmayan, mecbur olduğu için cinayet işleyen erkekler de aynı şiddet ve baskı altındadırlar. Gerek kadınları, gerekse erkekleri bağlayan ve kendi hayatları üzerinde söz hakkı olmasını engelleyen bu olaylar önlenememektedir.  Kendilerine biçilen hayata itiraz eden kişilerin yaşam hakları ellerinden alınmaktadır.

Geleneksel toplumdan modern topluma geçişte başlıca kriterler: insanın bireyselleşmesi ve özgür olmasıdır. Birey olmak, özgür olmak, insan gelişiminde varılacak en üst noktadır. Çünkü sağlıklı, mutlu, barışçıl toplumların özgür bireyler tarafından oluşturulacağı umut edilir.

Ancak, geleneksel yapının hiç değişmediği, şekil olarak farklı yaşandığı görülür. Bunun sebebi de insanın özgürleşememesi ancak özgür gibi görünmesidir. İnsanlar dünyayı çok değiştirdiler. Ama en az değişen kendileri oldu.

Türkiye ekonomisi, 1980’lerde liberalleşme süreciyle, yabancı yatırımının özendirilmesi ile hem ekonomik hem sosyokültürel açıdan çok değişti. Türkiye kabuğunu çatlattı.

Türkiye’de modernliğin tanımını meydana getiren bütün öğeler görülebilir; bunlar: kentleşme, yaygın eğitim, sağlık hizmetleri, teknoloji vs…

Örneğin Türkiye’de, geleneksel yapı,  ekonomik ve sosyal ilişkiler çokça akrabalık, komşuluk ve hemşerilik bağlantılarıyla yürümektedir. Yani Türkiye’de bu toplum yapısı, günlük yaşamı etkiler. Bu yapı hemen hemen bütün sosyal gruplarda kendini gösterir. Türkiye’nin, son ekonomik krizi, beklenenden daha az zararla ve kısa süreyle atlatması bu yapıya bağlanabilir. Türk insanı, borç almaktan tatile, ev tutmadan iş bulmaya kadar pek çok konuda akraba ve hemşeri ilişkilerinden destek buldu. Bu önemli ilişki ağı, son krizde de kendini gösterdi. Bunu Devlet İstatistik Kurumunun verilerinde de görebiliyoruz.

Geleneksel toplumdan modern topluma geçişte, geleneksel yapılar çözüldükçe, insanlar kendilerini hangi normlara göre yöneteceklerini bilemez hale gelirler. Özgürlük başlarına bela olur. İnsan, çoğu kere, seçimlerinde tek başına kalır. Özgürlük alınan kararların sorumluluğunu üstlenmeyi gerektirir. Bunu gerçekleştirirken de arkanda sırtını dayayacak bir yer yoktur. Ne ben, ne biz olabilirler. Özgür birey kendinden sorumludur, başkasına baskı yapmaz. Özgür insanın hareketleri kendi seçimi olduğu için, etrafından sürekli onay ve sevgi beklemez.

Eric Fromm, “Özgürlükten Kaçış” adlı kitabında boşlukta olma duygusunun, insanların bir takım yerlere tutunmalarına neden olduğunu söyler. Onun için günümüzde geleneksel toplulukların yerini modern görüntülü topluluklar alırken, görüntü değişmiş gibi görünse de,  işleyiş aynen geleneksel toplumdaki gibi devam etmektedir. Her ne kadar modern toplumda da aynı baskı ve aynı klostrofobik ortam görülse de, topluluk kurallarına uyulduğu sürece insana güven veren, onay veren yapı devam eder.

Toplumun modern bir görüntü sergilemesi, özgür bir toplum olduğu anlamına gelmez

Yeni toplulukların yükselen değerleri para ve başarıdır.  Baudrillard “üretimde değil ama tüketimde insanların eşit” olduğunu söyler. Bu eşitliği sağlayan da paradır. Para ile yeni cemaatin tasvip ettiği lüks yaşam şekli hayata uygulanır. Önemli olan etraftan onay almak ve “aynı kulübe” üye olmaktır. Yalnızlığın üstesinden başka nasıl gelinir ki… Hali vakti yerinde bir ailenin - bu, Anadolu’nun eşrafından olacağı gibi şehirli bir aile de olabilir- çocuğunu Amerika’ya üniversiteye göndermesinin, aileye saygınlık getireceği düşünülür. Çünkü Amerika’da üniversite eğitimi, yükselen değerler arasında yer alıyor. 

Diğer yükselen değerler arasında pahalı düğün, nişan, sünnet törenleri yapmak vardır. Dikkat ediniz şık veya zarif değil, paranın aktığı ve paranın tek değer oluşturduğu durumlardan bahsediyorum. Aynı şekilde pahalı evlerin döşenmesinde, evin, ev hanımının ve beyinin zevkini değil de dekoratörün zevkini yansıtması ve bu ailenin o ortamda rahat edip yaşamaları, biraz tuhaf değil mi?

Tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanılır. Aynen yukarıdaki örnekte görüldüğü gibi…

Baskı ne zaman oluşuyor?

Eğer çevresindeki yaşam şekli kişiye uymadığı halde, sırf yalnız kalmaktan korkup, yakın çevreden onay almak için bütün bu oyunu sürdürmek söz konusu olunca baskı oluşuyor.

Her toplulukta baskı var. Daha dün, oğlunun düğünü için, daha doğrusu kendi prestiji için, üç ineğinden ikisini satmak zorunda kalan köylü ile Anadolu Kulübü’ne üye olmak için arabasını satmak zorunda olan kalan kişi arasındaki fark var mı?

Geleneksel toplum ile modern toplumdaki kişilerin zihniyeti aynı oldukça, o toplum zor özgürleşir.

Modern topluluklarda her şey proje şeklinde yaşanır. Tasarlanır ve yapılır; çoğu zaman istediğiniz için değil zevatı kurtarmak için… Mutlu olmayı düşündüğünüz kendi düğününüzde bile mutlu olamazsınız. Her şey istediğiniz şekilde yürümüştür ama yine boşluk ve anlamsızlık vardır. Çünkü kendinizi yaşayamazsınız, günün gerekleri ne ise onu yaparsınız

Kendimize ait bir hayat süremiyoruz. Geçmişte de kendimize ait bir hayat süremiyorduk. Başkaları tarafından kurgulanmış bir hayatın figüranlığını yapıp önümüze gelen alternatiflere evet veya hayır diyoruz. Sonra da bu seçimde bulunmuş olarak kendimizi özgür sanıyoruz. Kendimizin oluşturabileceği bir alternatifin olmayacağını düşünerek.

Modern toplulukların günlük yaşamlarını yapılandıran nelerdir?

Piyasadaki kitaplara bakarsak, yemek kitapları ile diyet kitapları yan yana satılır.  Kendini geliştirme kitapları, hep birlikte pozitif olma kitapları ve bunların milyonlarca baskısı, dekorasyon mecmuaları, çocuk bakımı kitapları, cinselliğe yönelik kitaplar tezgâhtaki yerlerini alırlar.

Yeni toplulukların yeni iş kollarını ise pazarlamacılar, reklamcılar, halkla ilişkiler uzmanları, radyo TV yapımcıları, sunucular, magazin muhabirler, moda yazarları, evlilik danışmanları, cinsel terapistler, diyetisyenler oluşturur. Hepsi bir arada günümüzün yeni yaşam şeklini yani söylendiği gibi ‘life style’nı oluşturuyorlar.

Şimdilik yeni yaşam biçiminin en önemli iletişim araçları Facebook ve Twitter’dır. Bunlar tam da ilişki ağlarının içerisinde gerçek ilişki olmadan, kurulmuş ilişki ağıdır. Facebook’ta örneğin insanlar sürekli kendi mahremiyetlerini paylaşıyorlar. İnsanlar fark edilmeyi ve izlenmeyi bir tür ilgi ve sevgi olarak algılıyorlar. İnsanlar sevgi ve onaya çok açlar.

Öyleyse yapılacak şey nedir?

Psikiyatr Engin Geçtan der ki “Bu karışıklığın ve belirsizliğin içerisinde herkes kendi seçimini kendi yapma durumundadır. Yani tabii zor olan nokta şu, eskiden ortaklaşa bir takım normlarımız vardı, bugün biraz herkes kendi normunu kendi yaratmak durumunda. Bu da hiç kolay değil. Şöyle diyeyim, bir formülü yok ama sadece bir tanımlama getirebilirim, insanın kendi iç sesi ile diyalog halinde bulunabilmesi çok önem taşıyor. Ama bundan projeleri kastetmiyorum, çünkü bana göre hayat projeler dizisi değildir. Her bir anımızda içimizden gelen bir ses var, onu duyabiliyorsak, dinleyebiliyorsak o.”

Geçmişte olduğu gibi şimdi de hayatı zaman zaman paylaşabilen, çevre baskısına bir nebze olsa da karşı çıkan yapıcı insanlar olmuştur.  Bu insanların sayısı artıkça insanlık için umut vardır. İnsanların birbirinin karşıtı olan iki ayrı eğilimi doğuştan vardır. Bir yanda dostluğu, sevgiyi ve yardımlaşmayı içeren bir eğilim, diğer yanda gözü kapalı kurallara uymaya, ortama, konjonktüre yatkın bir eğilim. Her insanda bu eğilimlerin hepsi vardır; ama hangi eğilimin egemen olacağını bireyin doğduğu andan bu güne geçirdiği yaşantı ve kararlılığı belirler. Hiçbirini yargılamaya hakkımız yoktur. 

Ya özgürlük, ya normlar veya biraz özgürlük… Bize kalmış…

Sandra Besken’inÖzgürlük mü dediniz...O DA NEDİR?’ başlıklı yazısı, Şalom-DERGİ’nin Kasım-Aralık 2011 tarihli sayısında yer aldı. Şalom-DERGİ, tüm D&R, Remzi Kitapevi ve seçkin kitapçılarda