Bir Gezi Güncesi-Krakov & Auschwıtz(2): PARLAK GÜNLERDEN GETTO HAYATINA

Kazimiers ve Krakov tarih içinde Yahudi yaşamının çok canlı olduğu bir bölgeydi. Ancak birçok Avrupa Yahudisi gibi onların da hayatı getto duvarları ile sınırlandı... ‘Krakov’da Yahudi İzleri, Auschwitz Ölüm Kapmları ve İnsanlık Suçları’ gezisi, Krakov’un Yahudi tarihiyle devam ediyor…

Metin DELEVİ Perspektif
30 Kasım 2011 Çarşamba

Kazimiers ve Krakov'da Yahudi izleri

Bölgeye yeni taşınan Yahudilerle eski Yahudilerle her konuda sorunlar yaşanmaya başlanınca 1519’da Kral’ın onayıyla iki ayrı Yahudi cemaati oluşuyor ve iki başlılık 1563 yılına kadar devam ediyor. 1500’lü yılların sonunda Yahudi nüfusu 2060’ı bulunca (dönem için önemli bir rakam) Kral’ın izniyle kentin Yahudi bölümü genişletilmeye başlanıyor; Yahudi olmayanların Yahudi bölgesinde ev, arazi almalarının da yasaklanması sağlanıyor; ikinci sinagog inşası izni alınıyor. 17. yüzyıl başlarında Yahudilere uygulanan bazı yasaklamalar kaldırılıyor ve Krakov kenti ile ticaret yapmalarının önü açılıyor.  17. yüzyıl her açıdan Kazimierz Yahudilerinin en parlak dönemi oluyor. Sinagoglar, kültür merkezleri, açılıyor, cemaat yapısallaşıyor, eğitim seviyesi yükseliyor.

Ancak yüzyılın ikinci yarısında savaş, işgaller ve tekrar kurtuluş sonrası durum değişiyor. Yahudilere saldırılar başlıyor, ağır vergiler koyuluyor. Kan iftiraları başlıyor. 1677’deki veba salgını kent Yahudilerinin yarısının ölümüne neden oluyor. Ticaretlerine kısıtlamalar getiriliyor. 1775 yılında yapılan sayımda Kazimierz’de 3500 Yahudi ve 212 Yahudi evi olduğu tespit ediliyor.

1772-76 yıllarında Kazimierz Avusturya’nın idaresine geçiyor. Krakov Polonya’nın elinde kalıyor. Bu dönemde Avusturya Yahudiler için iki kent arası serbest dolaşım hakkı istiyor ancak başarılı olamıyor. Kazimierz tekrar Polonya’nın eline geçince uygulanan ticari kısıtlamalar ağırlaştırılıyor. Birçok Krakov Yahudi’si Kazimierz’e göç etmek zorunda kalıyor. Ve böylece Krakov’da yalnız 92 Yahudi kalıyor. Bu göç ticari dengeleri bozunca geri adım atılarak bazı kısıtlamalar kaldırılıyor. Ancak iş işten geçmiş, geri dönüş yerine diğer kentlere göç başlıyor. Bu dönemde her iki kentte Hasidizm akımı filizlenmeye başlıyor. 1795’te Krakov Avusturya tarafından ilhak ediliyor ancak Yahudilerin konumunda pek değişiklik olmuyor. Hatta yeni dönemde tahminlerin aksine kısıtlamalar çoğaltılıyor. Yeni vergiler talep ediliyor. Evlenme sayısı bile kotaya tabii tutuluyor. 1815-1846 yılları arası ilan edilen Krakov Cumhuriyeti döneminde kısıtlamalar devam ediyor. Yalnızca eğitimli ve yüksek gelirli Yahudilere Krakov’da oturma izni veriliyor. Bu yeni kısıtlama sonrası Krakov’da 192 Kazimierz’de 13.000 Yahudi tespit ediliyor. Özerk Yahudi Cemaati Yönetimi de lağvediliyor. Cemaat, Yahudi işlerinden sorumlu Hıristiyan bir komite tarafından yönetilmeye başlanıyor. Yahudi çocukların eğitimleri de Hıristiyan öğretmenler tarafından verilmeye başlanıyor. 1844’de Krakov’da ilk reformist sinagog açılıyor. 1846’da Krakov tekrar Avusturya idaresine geçiyor. Yine kısıtlamalara devam edilse de 1867 yılında Krakov ve Kazimierz Yahudilerine eşit vatandaşlık hakları tanınıyor. Kısıtlamalar kaldırılıyor. Eğitim özgürleştiriliyor.  Aynı yıl Alliance Okulu açılıyor. Baron de Hirsch dini okulların açılmasına katkıda bulunuyor. 1900’lü yılların başında kent nüfusunun yüzde 21’i, (32.000 kişi) Yahudilerden oluşuyor. Ekonomik alanda en parlak dönem yaşanıyor. İbraniceyi canlandırma hareketi başlıyor. Krakov, Avrupa Yahudi kültürünün merkezi haline geliyor.

Ancak bu başarılar beraberinde antisemitizmi getiriyor. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan Polonya milliyetçi akımları da antisemitizmi körüklüyor. Yahudilere karşı fiziki saldırılar da başlıyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen 2. Dünya Savaşı arifesinde bölgede toplam nüfusun yüzde 25’ine denk gelen 60.000 Yahudi yaşamaktaydı.

Avrupa Yahudiliğinin önemli merkezlerinden olan Krakov hakkında bilgiler sonrası tekrar geziye dönebiliriz.

Krakov’da geriye kalanlar

Krakov’da yola 1407 pogromunun gerçekleştiği bölge olan St. Anne Kilisesi’nden başladık. Yahudi Kapısı olarak bilinen yoldan geçip, kentin ilk Yahudi yerleşim yeri Jagiellanska Sokağı’na uzanıp Jagiellonian Üniversitesi’ne vardık. Bu üniversite ünlü astronom Kopernik’in araştırmalarına başladığı yer olarak biliniyor. Üniversite, bölgedeki Yahudi evlerini satın alarak kampüsünü genişletmiş, ancak üniversite öğrencileri çevre Yahudilerine sıkıntılı anlar yaşatmış. Peşinden Orta Avrupa’nın ilk üniversitesi olan, 14. yüzyılda inşa edilmiş Collegium Maius’u ziyaret ettik. Sonra 16-17. yüzyıl Yahudi sahaflar bölgesine geçtik. Günümüzde Ortodoks Kilisesi’ne dönüştürülmüş Ahavat Raim Sinagogu’nu gördük. Bölgede irili ufaklı birçok eski sinagog bulunuyor, çoğu dükkâna dönüştürülmüş ancak üstlerindeki İbranice yazılar muhafaza edilmiş. Hatta bazı dükkânlar daha ilginç görünmek için duvarlarına eskitilmiş İbranice yazılar yazmış. Yolumuz üzerinde, Aralık 1942’de Yahudi Direniş Ordusu’nun 7 Nazi subayını öldürdüğü Cyganeria Cafe’yi gördük. Hemen yakınlarında Paris Garnier Operası kopyası olan, Yahudi Mimar Jan Zawiecki tarafından projesi yapılan tiyatro binasının önünden geçtik. Önünde ortaçağ kıyafetleri giymiş müzisyenlerin konser verdiği 15. yüzyıl kalesi Barbacane’ın kapılarından geçip kentin eski bölümüne geldik. Burada adım başı satılan sıcak ‘bagel’leri tatma imkânını bulduk. Büyük bir meydanda Polonya milli şairi Adam Mickiewivicz’in heykelini gördük. Çoğumuzun bilmediği bir konu, 19. yüzyıl Polonya Kurtuluş Hareketi’nin öncülerinden olan Mickiewicz hayatının son yıllarını, sürgünde olduğu İstanbul’da geçirmiş ve ölmüş, Beyoğlu Tarlabaşı’ndaki evi sonradan müzeye dönüştürülmüş, evin bodrumunda da sembolik mezarı yapılmış.

Öğleden önceki son durağımız Wawel Tepesi’ne geldik. Bu tepede tüm Polonya krallarının yaşadığı saray ve kaleler bulunuyor. Vistül Nehri’nin kıyısındaki bu tepenin bir de efsanesi var. Kentin kuruluş yıllarında, nehirdeki bir canavar, kent halkına dadanmış, ya onları öldürüyor ya da mallarına zarar veriyormuş. Çaresiz kalan Kral Krakus, canavarı öldürecek kişinin kızıyla evlenebileceğini ilan etmiş. Kunduracı yamağı Drawetka kükürde sıvanmış bir kuzuyu canavara atmış, kuzuyu yiyen canavar da kükürdün verdiği susuzlukla Vistül nehrinin yarısını içmiş ve sonunda çatlamış ve mutlu son; kunduracı yamağı prensesle evlenmiş...

Kısa bir öğlen arasından sonra Kazimierz bölgesine doğru yola çıkıyoruz. İlk durağımız, 1800’lerde açılmış ve halen kullanılmakta olan Yahudi mezarlığı. Nazi döneminde zarar görmemiş ender mezarlıklardan biri. Ne yazıktır ki yakın bir tarihte neo-Nazilerin saldırısına uğramış, birçok mezar taşı üzerinde gamalı haç izleri görülebiliyor. Mezarlık çıkışı ünlü Yidiş şairi Mordehaj Gebirtig’in evinin önünde duruyoruz. Rehberimiz Gebirtig’den bir şiir okuyor. Özellikle 1940 yılında Nazi işgali başında getto dönemlerinde yazmış olduğu “Elveda Krakov” adlı şiiri bizi çok duygulandırıyor. Bulup okumanızı tavsiye ediyorum.

Peş peşe birçok ünlü sokak, Yahudi okulu, yetimhanesi ve evi gördükten sonra, eski bir sinagog içinde kurulu Yahudi Kültür Merkezi’ni ziyaret ediyoruz.  Ardından Prens Charles’ın desteğiyle açılan Yahudi Merkezi’nden geçiyoruz.  Bundan sonra peş peşe Kovea Itim Latora, Poppera Sinagogu ve Polonya’nın ilk sinagoglarından olan Eski Sinagogu gezdikten sonra Yeni Remu Sinagog’una girdik (yeni adına aldanmayın 1500’lerde yapılmış, 1957’de restore edilmiş ve halen faal durumda). Bu sinagog, Karo’nun Sulchan Aruch eserini Aşkenaz geleneklerine göre yorumlayan Rav Moshe Iserlesse’e (İbranice kısaltması REMA) atfen 1572 yılında inşa edilmiş. Sinagogun arkasında aynı yıllarda açılmış Yahudi mezarlığı bulunuyor. Ancak bu mezarlık Naziler tarafından tamamen tahrip edilmiş. 1950 yılından sonra mezarları eski haline dönüştürme çalışması başlıyor. Şimdilik 700 mezar eski haline getirilmiş. Rav Moshe Iserlesse’nin mezarı ise hac yeri görünümünde. Mezarlığın bir duvarı tamamıyla Naziler tarafından tahrip edilmiş mezar taşı parçalarıyla oluşturulmuş ve bu duvara ‘Ağlama Duvarı’ adı verilmiş.

Kapılarda mezuza izleri, lokantalarda Kaşer ilanları

Dolaşırken, geçtiğimiz her eski binanın kapı duvarında mezuza izlerini de görüyoruz. Tüm gün boyunca ve özellikle Kazimierz’de geçtiğimiz her sokakta çeşitli Yidiş Tiyatrosu, Klezmer konserleri, Kaşer lokanta ilanları görüyoruz. Bunları görünce sanırsınız ki kentte halen binlerce Yahudi yaşıyor. Yanıldınız! Bugün tüm Krakov’da yalnızca 200 Yahudi yaşıyor. Ancak turist çektiği için bu tür organizasyonlara devam ediliyor. Hatta her yıl haziran ayında binlerce kişinin katıldığı Uluslararası Klezmer Müzik Festivali yapılıyor.

Sinagogdan çıkıp, ünlü kozmetikçi Helena Rubinstein’ın doğduğu evin yanındaki lokantaya dönüştürülmüş eski bir Mikve’ye giriyoruz. Burada Polonyalı bir öğretim görevlisi bize ‘1919-1939 Yılları Arasında Krakov’da Yahudi Hayatı’ temalı bir konferans sunuyor. Konferans esnasında Yidiş kültürünün en parlak dönemlerinden örnekler de veriliyor. Ariel adlı mekanın lokanta kısmında tamamıyla Kaşer Aşkenaz yemeğimizi yiyip (gefiltefish dahil..) tekrar konferans salonuna dönüyoruz. Memorial de la Shoah yetkilisinden ‘Polonya’da Yahudi İzleri ve Sorunları’ adlı çok ilginç bir konferans dinliyoruz. Saat 23.00’e doğru otobüse binip otelimize dönüyoruz.

Getto hayatı

Ertesi sabah otobüsle kısa bir yolculuktan sonra günlük programa başlıyoruz; göreceğimiz yerler Şoa dönemi Krakov Gettosu ve Krakov Toplama ve Ölüm Kampı.

1 Eylül 1939 Nazi işgalinden hemen önce Krakov’da yaklaşık 60.000 Yahudi bulunmaktaydı. İşgalden bir ay sonra, 12 yaş üstü her Yahudi’nin ayırt edici bir bant takması istendi. ibadet yerleri kapatıldı, değerli eşyalara el konuldu. 1940 Mayıs’ında çalışmaya elverişli yaklaşık 17.000 kişi haricinde tüm Krakov Yahudi nüfusu ya toplama kamplarına ya da diğer kent gettolarına gönderildi. Krakov Gettosu 3 Mart 1941’de resmen açıldı. Gettonun konumu tahmin edilen Kazimierz yerine tam karşı yakada Podgorze semti olarak belirlendi. Bölgede mukim tüm Polonyalılar boşaltıldı. 17.000 Yahudi, eskiden 3.000 kişinin yaşamakta olduğu 3.167 odaya tıkıştırıldı. Yani ortalama bir odaya altı kişi sığdırıldı. Gettonun etrafına yüksek duvarlar örüldü. Binaların Hıristiyan bölgesine bakan pencereleri tuğlalarla örüldü. Gettoda dört çıkış kapısı bırakıldı. İronik olarak getto duvarlarının üst kısmı mezar taşı şeklinde hazırlandı. Tüm zorluklara rağmen getto içinde direniş örgütlendi. Bu grup getto dışındaki Cyganeria Cafe baskını ve birçok suikasta imza attı.

Devam edecek