Bir hanımefendinin ardından...

Türk Yahudi Cemaati çok saygın ve değerli bir ferdini yitirdi. Yazılarıyla sık sık gazetemize de konuk olan şair- yazar-araştırmacı sevgili Beki L. Bahar, ardında nice şiir, tiyatro oyunu, anı kitabı bırakarak ebediyete göç etti.

Tuna SAYLAĞ
24 Ağustos 2011 Çarşamba

Geçen Çarşamba akşamı cep telefonuma düşen bir mesaj çok sevgili bir dostumun son yolculuğuna çıktığını bildiriyordu. Kocaman bir yumruk geldi boğazıma oturdu... Canım babamdan sonra bu sene en çok üzüldüğüm kayıplardan biri de Beki L. Bahar’ınki oldu.

Yaklaşık on yıldan beri Şalom’da yazıyorum ve gazetem sayesinde normal hayatımda yolumun kesişmeyeceği birçok önemli ismi tanıma fırsatı elde ettim. Yeteneği, vakur duruşu ve yaşından beklenmeyecek çağdaşlıktaki dünya görüşü ile neslinin hemcinsleri arasından büyük farkla ayrılan Beki Luiza Bahar da bunlardan biriydi. Belki de O, bu nitellikleri yüzünden Pudu Hepa, Dona Gracia Nasi gibi güçlü kadınlara özel bir ilgi duymuş ve onları kitaplarına kahraman olarak seçmişti

Beki L. Bahar’ı yaptığı çalışmalarından tanımama rağmen kişisel samimiyetimiz,  kitabı ‘Efsaneden Tarihe Ankara Yahudileri’ ile ilgili yaptığım röportaj ile başladı, birçok haber yazısı ve en son  ‘Bir Zamanlar Çıfıt Çarşısı’ söyleşisi ile iyice perçinleşti.

Fırsat oldukça telefonda konuşur, 80 küsur yaşındaki biriyle değil de sanki bir arkadaşımla sohbet eder gibi hissederdim. Güzel günlerimi unutmadığı gibi kötü günümde de ahizenin öbür ucundaydı. Her röportajlarımızdan sonra gazete eline geçer geçmez mutlaka beni arar “Ne güzel toparlayıp yazmışsın, düşüncelerimi çok iyi ifade etmişsin” diyerek iltifat eder, kutlardı. Onu basit bir yazıyla bile olsa memnun etmek beni çok sevindirirdi.

Nazik, empati duygusu gelişmiş, son derece gerçekçi ve bilge bir insandı Beki L. Bahar.... Yaşadığı evlat, kardeş ve eş acısına rağmen güçlü kişiliği sayesinde bir çınar misali hayatta hep dik durmayı başarmıştı. Bu kayıplarından ve sağlık sorunlarından, özellikle konusu açılmamışsa, hemen hemen hiç söz etmez, şikâyet etmez, karşısındakini problemleriyle üzmek istemezdi. Ayrıca bunları doğal da karşılardı. Yaşıtları kadınlardan o kadar farklıydı ki...

Mütevazılığı ise, onu tanımayanları söylediklerinin gerçek olduğuna inandıracak boyuttaydı. Kitaplarını, şiirlerini övdüğümde, yazın hayatı ile ilgili bir başarısı için tebrik ettiğimde ya da “Gençler bile elinize su dökemiyor” dediğimde, “Yok canım, bir şeyler karalıyoruz işte” deyip hemen konuyu geçiştirirdi. Bense üzerine üzerine gider “Bana cemaatin içinde bir Beki L. Bahar daha gösterebilir misiniz?” derdim. Mahcup mahcup gülümserdi. O gerçekten bir taneydi…

Röportajları hep Suadiye’deki evinde gerçekleştirirdik. O günü ona ayırırdım. Bilirdim ki, ziyaretim onu hoşnut eder, günün sıradanlığına biraz renk katardı. Peşin peşin benden yemek sözü alırdı. “Lütfen zahmet etmeyin, ben sizinle sohbet etmek için geliyorum, bir kahve yeter” dedikçe O, “Tuna’cığım, olur mu öyle şey! Allah ne verdiyse beraber yiyeceğiz” diye ısrar ederdi.

Son röportajımızı yaptığımız bir cumartesi gününde (Mart 2010) kurduğu mükellef bir sofrada baş başa yemek yemiştik. Yahudi usulü erikli balığın, tufanda zeytinyağlı enginarın ve fırında etin tadı hâlâ ağzımdadır, tatlıyı ve arkasından kahveyi de unutmadan elbette...

Beki L. Bahar Ladino’yu çok iyi konuşmasına rağmen o yaştaki Yahudi kadınların aksine mükemmel ve duru bir Türkçesi vardı. Bunu Ankaralı kökenlerine bağlardım. Ondan tarih dinlemek büyük keyifti, bilgisi derya gibiydi... Konu konuyu açar, Beki adeta sörf yapar gibi mevzudan mevzuya girerdi. Onu ilgiyle dinler, her defasında hafızasına, birikimine hayran olur, bir şeyler öğrenmeye çalışırdım. Çalışma, araştırma ve üretme azmine hayrandım. Sanırım bunlar onu hayata bağlayan, yalnızlığını unutturan öğelerdi.

Neler konuşmazdık ki sevgili Beki ile... Sefarad Yahudileri ve kültürü, yaşantılarıyla tarihe mal olmuş kadın karakterler, cemaat işleri ve yönetimi hakkındaki düşünceleri, eserlerini yayınlatma serüvenleri ile bu bağlamda yaşadıkları ve anılarını paylaşırdı benimle ama en çok da güzel anılarını, sevgili torunlarını unutmadan... Mizah anlayışı, espri gücü bu konuşmaları kahkahaya boğar zaman nasıl geçer bilmezdik. Bazen de çöpçatanlığa soyunur, o zaman bekâr olan küçük kızımla bir erkek torununun arasını, hayali bir ‘entrevista’ ile yapmaya çalışırdık. Ama bu düşümüzü hiçbir zaman gerçekleştiremedik. Gençlerin işine karışmak ne haddimizeydi, özellikle aşk-meşk ilişkilerinde...

Fotoğraf çektirmeyi hiç sevmezdi. Yaşıyla barışık olmasına rağmen her kadın gibi yılların getirdiği fiziksel değişiklere karşı hassastı. Salonda, sehpada duran gençlik fotoğraflarını gösterip “Ne yapacaksınız ihtiyar bir kadının resmini koyup gazeteye, size bunlardan vereyim” derdi. Kahkahalarla gülerdik. Yine de fotoğraf çekiminden önce saçını düzeltir, üstüne başına çeki düzen verirdi.

Tipik bir Türkiyeli Yahudi kadın portresi çizmemesine rağmen, Yahudiliğine, Sefarad kültürüne son derece bağlıydı, bütün gelenekleri bilirdi. Son yıllarda artan asimilasyona çok üzülür, kendince çareler kotarmaya çalışırdı. Ayrıca Türkiye’de esen antisemitizm rüzgârı onu çok rahatsız eder ve çalışmaları anlamında bunun sonuçlarından muzdarip olduğunu düşünürdü zaman zaman... Onlarca çalışması içerisinde evrensel yapıtların yanında Yahudi dernekleri için yazdığı ve özellikle Dostluk Yurdu Derneği’nde oynanan birçok tiyatro oyunu ve tabii ki ilk aşkı şiirleri vardı.

Çocuklarının ve torunlarının çok şanslı olduklarını düşünüyorum, böylesine saygın ve bilge bir anneleri ve büyükanneleri olduğu için… Çok gurur duyduklarına eminim.

Sevgili Beki L. Bahar,

Seni sonsuzluğa çocuklarının okuduğu kendi mısralarınla yolcu ettik. Gittiğin yerde ışıklar ve şiirler içinde kal!