Yaz sıcağına yenik düşen filmler

Birbirinden ilginç filmlerin afişlere çıktığı sinemanın ölü sezonunda, birçok seviyeli film 1-2 hafta sonra vizyondan çıkarılıyor. Bu yazımızda, üç nefis Fransız filmi arasında öne çıkan “Aşkın Sessizliği”nden söz edeceğiz. Fransız yazar ve edebiyat tarihçisi Philippe Claudel bu 2. filminde Fransız sinemasının yeni ümidi olduğunu müjdeliyor.

Viktor APALAÇİ
10 Ağustos 2011 Çarşamba

Güçlü bir zekanın, ince bir mizah duygusunun, engin bir yaratıcılığın, ölçülü bir duygusallığın eseri olan senaryosuyla, esprili diyaloglarıyla, nefis karakter tahlilleriyle başarılı bir film.

ABD’de sinema endüstrisi ağır toplarını yaz aylarında vizyona sürmeyi tercih ederler. Bizde tam tersine yaz ayları sinema salonlarının ölü mevsimidir.

Bu yaz sıcağında her hafta ard arda vizyona giren birçok film, izleyicisiyle buluşamadan, alelacele vizyondan kalkıyor. Bu yazımızda, insanların tatil beldelerinde olduğu bu günlerde, afişlere çıkan ama çok az seyirci çeken bazı filmlerden bahsedeceğiz.

Temmuz ayında ekranlara uğrayan üç nefis Fransız filmi bu akıbeti paylaştı. Fransız-Belçika ortak yapımı Aşka Şans Ver / La Chance de ma Vie”, hayatına giren kadınları elinde tutmayı beceremeyen bir evlilik danışmanının, insanın yüreğini ısıtan öyküsü.

Bu karakteri stand-up kökenli komedyen François-Xavier Demaison canlandırıyor. Bu nefis romantik komedide, Belçikalı aktris Virgine Efira, kahramanımızın hayatına girmeyi başaran talihli kadına hayat veriyor.

Bu yılki Cesar Ödülleri’nde En İyi Senaryo ve En iyi Kadın Oyuncu Ödülleri’ni alan “Aşkın Halleri / Le Nom des Gens” Fransa’da göçmen olma durumunu, Arap-Yahudi ilişkilerini romantik komedi kalıpları içinde işleyen nefis bir filmdi. Solcu aktivist, liberal, deli dolu Müslüman, Baya adlı bir genç kızın, ağır başlı Yahudi bir bilim adamıyla yollarının kesişmesini anlatan film, ırkçılık ve kültürel kimlik temaları üzerine ilginç şeyler söylüyordu.

Sağ görüşlü erkekleri, seksapelini kullanarak sol kanada dönüştürmekle ünlü Baya’nın, hayatında ilk kez bağlanabildiği bir adamla karşılaşması, nefis diyaloglar eşliğindeki mükemmel senaryoda anlatılıyor.

Bu çılgın rolde Sara Forestier harikalar yaratıyor.

Yine Avrupa ülkelerinden gelen üç film, çok az süre vizyondaki yerini koruma talihsizliğini kaderini paylaştı.

Ünlü Polonyalı yönetmen Jerzy Skolimowski, 17 yıl süren bir sessizlik döneminden sonra yaptığı “Ölümüne Kaçış / Essentiel Killing”, geçen yıl Venedik Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ve En İyi Erkek Oyuncu (Vincent Gallo) ödülleriyle ayrılmıştı.

Afganistan’ın vahşi doğasında Amerikan askerlerinden kaçan bir Taliban askerinin hayatta kalma savaşın anlatan bu film El Kaide gerçeğine ve Amerikalıların savaş suçlularına karşı davranışını mercek altına alıyor.

Hiç konuşmadan oynadığı bu rolde Vincer Gallo iyi oyunculuğunu ispatlıyor.

Hollanda sinemasından gelme “Çatı Katı / Loft” aynı garsoniyeri paylaşan beş evli erkeğin, kiraladıkları çatı katında bir kadın cesedinin bulunmasıyla yaşadıkları karmaşayı anlatıyor. Kadın yönetmen Antoinette Benmer, beş erkeğin başı belaya geldiğinde, birbirleri hakkında çok az şey bildiklerini, nefis bir polisiye filmde anlatıyor.

“Günahkar Rahibeler / The Magdalene Sisters” gibi bir başyapıtla mükemmel bir yönetmen de olduğunu kanıtlayan aktör Peter Mullan, “Serseriler / Neds” ile üçüncü kez yönetmen koltuğuna oturuyor. 1970’li yılların Glasgow’unda geçen konusuyla film, fakir ve eğitimsiz bir ortamda büyüyen liseli gençlerin suçla imtihanına eğiliyor.

Kendi halinde, istikbali parlak bir yeniyetmenin, ağabeyi azılı bir serseri olduğu için, sistem dışı olarak eli bıçaklı bir canavara dönüşmesini izledik. Gençlerin içlerinde barındığı öfke ve şiddetin nelere mal olduğunu ibretle gördük.

MENDİLLERİ YANINIZDAN EKSİK ETMEYİN

“Seni O Kadar Çok Sevdim Ki / İl y a Longtemps que je Taime” ile ilk kez yönetmenliği deneyen, bu mükemmel filmi Altın Küre Ödülü kazanan Fransız yazar ve edebiyat tarihçisi Philippe Claudel, ikinci filmi “Aşkın Sessizliği / Tous Les Soleils” ile Fransız sinemasının yeni ümidi olduğunu müjdeliyor.

Güçlü bir zekanın, ince bir mizah duygusunun, engin bir yaratıcılığın eseri olan zengin senaryosuyla, yüreklere hitap eden etkili ve duygu dolu sinema diliyle Claudel, çok yönlü bir sanatçı olduğunu kanıtlıyor.

Eşini yıllarca önce kaybetmiş, 15 yaşındaki kızı ve bir baltaya sap olamamış, evden hiç çıkmayan ağabeyi ile yaşayan, Strasbourg Üniversite’sinde barok müzik öğretmeni Allessandro (Stefano Accorsi) İtalyan kökenli bir Fransızdır.

Boş zamanlarında, hastanelerde ömürlerinin son baharını yaşayan hasta ve yaşlı insanlara kitap okuyarak sosyal görevini yerine getiren Alessandro, çok sevdiği karısının ölümünden sonra gönül kapısını kapatmıştır.

Bu durum, ergenlik bunalımı geçiren kızını, kapitalizme meydan okumaya çalışan komünist ağabeyini rahatsız etmektedir. Hastanede kanser ile boğuşan filozof bir yaşlı hanımın (Anouk Aimee) ölümünden sonra çıkagelen kızı (Clotilde Coureau) Alessandro’nun monoton hayatına renk getirecektir.

Philippe Claudel, senaryosundaki esprili yapı ile, yaşlıların hüzünlü dünyasına eğilmedeki duygusallığıyla, ergenlik çağının sancılarını işlemedeki becerişle, en sevdiği varlığı kaybeden bir insanın yaşadığı boşluğu yansıtmasıyla, filmine siyasal mesajlar katmadaki hüneriyle çok yönlü bir sinema adamı olduğunu gösteriyor.

Vaktini Berlusconi’ye küfretmekle geçiren, dünya nimetlerinden uzak yaşayan komünist bir ağabey, ilk aşk sancılarını yaşayan genç kız, annesiyle iletişimini sürdüremeyen, kocasıyla sorunlar yaşayan genç bir kadın, kalbi bomboş, mutsuz bir müzik öğretmeni.

Film, doyurucu karakter tahlilleriyle, insanın yüreğini ısıtan duygusallığıyla, Avrupa’nın kültürel çeşitliliğini sergileyen yapısıyla, ince buluşları ve hoşluklarıyla izleyicisine keyifli dakikalar yaşatıyor.

Edebiyat profesörü olmanın avantajını iyi kullanan Claudel ustalığını zeki, esprili diyaloglarıyla gösteriyor. İzleyicinin gözyaşlarını harekete geçiren duygu yüklü sahneleri için mendilleri yanınızdan eksik etmeyiniz.

Ferzan Özpetek’in fetiş oyuncusu Stefano Accorsi’ye, İtalyan kraliyet ailesinden gelme güzel aktris Clotilde Coureau eşlik ediyor. Ancak filminin başrolünde, nefis manzaralarıyla Strasbourg kenti var.