Başucu kitabım

Toplum
10 Ağustos 2011 Çarşamba

Yorgunum, uzun hareketli bir iş gününü geride bıraktım. Yemekten önce dinlenmek için gözlerimi kapadım ve birden belirdi... Bir başucu kitabım var. Annem, ben doğduktan 3 ay sonra yazlık evimize geldiğimizde başucuma bırakmış. Anneanneme ilk defa bu kitabı sorduğumda 2 yaşını ancak bitirmiştim. Anlattırdı, önceleri hikâye gibi dinledim ama sonra anlatılanların bizim ailenin geçmişi olduğunu anladım. Anneannem benim onu çağırdığım ismiyle Omama, bana aile geçmişimizi anlatan tek insandı. Annem ve babam çalışırlardı bu yüzden ev, iş hayatı derken hikâye anlatacak vakitleri kalmazdı. Omama, bana adada geçen kendi çocukluğunu, annemi nasıl büyüttüğünü, Birinci Dünya Savaşı’nda başlayan zorluklar, Cumhuriyetin ilanı ile gelen mutluluğun İkinci Dünya Savaşı ile gölgelenmesi, kamplarda kaybettiğimiz yakınlarımızın acı anıları, Varlık Vergisi ve 6-7 Eylül olayları. Hepsinde ailemizin bir parçası yok olmuş. Ancak yaşananlar, çekilen acılar, isyanlar, hepsi hepsi bizi bu güne, o günlerin izlerini taşıyarak onlardan bir parça alarak taşımış. Çocuk aklımla olayları dinlerken üzülür olmasaydı nasıl olurdu diye hayallere dalardım. Aradan fırınlar dolusu ekmek yeyince anladım ki hayat bir senaryo ve biz repliklerimizi oynuyoruz. Bu olayları değiştrecek bir güç yok. Bizi bu gün ki değerlerimize taşıyan tüm güzel ve acı olaylar yaşanmasaymış biz, biz olmazmışız.

Kitaba gelelim. Ancak önce size aktarmam gereken bir bilgi var. Ailemiz üç nesildir yazlarını Burgazada’da geçirir. Dördüncü nesil çocuklarım da adada doğdu ve Burgaz’ı ailece çok severiz.  Tüm çocukluk anılarım, yaşantımla ilgili en güzel hatıralarım hep Burgaz içeriklidir. Çocukluğumda yaz tatilleri daha uzundu. Okulun son günü annem, kardeşimle beni alır doğrudan adaya götürürdü. Dört ay adadan inmeden o zamanla bile kısa gelen Burgaz yaşantıma hiç doymadım, doyamıyorum. Şimdi ise annem, kardeşim ve ben ailelerimizle hala adada olmanın farkındalığını hissederek elden geldiğince keyif almaya çalışıyoruz.

Evet kitap demiştik, araya çok laf girdi. Bu kitap, doğduğum günden beri başucumda. Kapağı beyaz, bembeyaz ve ilk günkü gibi tertemiz. Biz ev değiştirdikçe bizimle gelir ve her yaz başı onu başucumda bulurdum. Nedense bu kitabın başucuma nasıl geldiğini hiç sorgulamamıştım. Hala sorgulamıyorum. İlk gün annem bırakmış, ya sonra?

Yazın adaya varma heyecanının bir parçasıydı bu kitap. Tabi ki önceleri Omama okurdu her gün bir sayfa. Zaman geçti okumayı öğrendim, kendim okudum. Garip, çok garipti çünkü kitap aynı kitap olmasına rağmen içindekiler her yıl değişirdi. Neden, nasıl, niçin diye sorgulamadan okumaya başlardım daha ilk günden. Yıllarca beni bana anlatan bu kitabı hayalimde başka bir çocuğu canlandırarak okudum. Ta ki gün gelip te farklı bir yaklaşımla değerlendirdiğimde hayretlere kapılıp kitaptaki kahramanın ben olduğunu anlayana kadar.

Bu kitap Burgaz’dı, bu kitap hayatımdı. Her yıl bana sunulan, her yıl itinayla yanıma bırakılan ve eskimeyen bu mucizevî kitap, Burgaz ve ben…

Yazarın kim olduğu yazmıyor. Ancak aile içinde, kaderimizi belirleyen büyük bir güçten bahsediliyor. Bu yaz da yıllardır alıştığım şekli ile okumaya başladım.

Kitap, Burgaz’dan, İstanbul’dan göç etmek zorunda kalanlara adamış. Bu adayı şehrimizi yaşanır bir yer yapan, adaya hayat veren , “geçmişimizi, bu gün artık ne yapsak ulaşamayacağımız güzel hatta efsanevi anılarla süsleyen siz sevgili dostlarıma” demiş bembeyaz bir sayfanın tam ortasına. Bu gün artık iyice anladım ki göçen bunca Burgazlı bir zamanlar burada yaşamamış olsalardı bu kadar güzel bir adamız olmayacaktı.

Sadece Burgaz mı? İstanbul’u inşa eden bu gün hala dimdik duran kataloglara sığmayan güzelim İstanbul binalarının değerli mimarları, Çiçek pasajından Boğaz lokantalarına kadar eğlence hayatını İstanbul’a taşıyan bir birinden leziz mezelerle geleneksel Osmanlı mutfağına ayrı bir renk katan tüm eski dostlarımız. Çaldığınız müziğin tınısı hala kulaklarımızda, pişirdiğiniz yemeklerin tadı ağzımızda. Yapmaya çalışıyoruz ama sizinki gibi olmuyor. “O” hava yok artık herhalde özlenen  “tad” ı alamamanın nedeni bu olsa gerek.

Beyoğlu’ndaki kumaşçılar, terziler, şapkacılar, kürkçüler şimdi izinizden yürüyen yeni esnaf hala bize sizleri anlatılyorlar.

Çocukluk arkadaşlarım, komşularım, kaybettiklerim hepsi gözümün önünde belirdiler.

Ne kadar özlemişim onları, nasıl hasret kalmışım onlara. Duygulandım, kalbim sıkıştı.

Yaşaran gözlerimi silerek kitabın diğer sayfalarına geçmek istiyorum ama olmuyor. Karşımda düz bir sayfa. Bir beyaz sayfa... Hiç bir şey yazmıyor. Atlamak mümkün değil. Her yıl bu sayfayı çevirmeden kitaba başlamak imkânsız. Zamanla anladım ki adamızda dargınlıkların, küskünlüklerin, üzüntülerin unutulması bu beyaz sayfa sayesinde gerçekleşiyor. Demek ki biz adalılar her yıl adaya geldiğimizde beyaz bir sayfa açarız, tertemiz bir sayfa. İçimden o sayfayı okşamak geldi. Elimi hafifçe sayfanın üzerinde gezdirdim. Kâğıdın kayganlığı, kokusu o kadar güzeldi ki. Evet, kâğıt kokar. Her insanın olduğu gibi her kitabın da bir kokusu vardır. Kokuyu derin derin içime çektim. Kitap buram buram Burgaz kokuyordu. Yağmur sonrası toprak kokusu, baharda açan mor salkımlar, mimozalar, yazın bize merhaba diyen yaseminler hepsi o kokunun içindeydiler. Okumaya devam edemeden öyle dalıp gittim. Tüm zamanları bir anda yaşıyordum hafızada ne varsa, ters dönmüş bir çekmece misali tüm fotoğraflar önümde. Beynim tüm ada yaşantımı ön belleğe taşıyordu. Kalbim dörtnala koşan bir at gibi çarpıyordu. Beni görenler uyuduğumu sanıyorlardı ama ben uzaklarda, çok uzaklardaydım. Rüya görmüyordum, anıları yaşıyordum bir çocukluğum, bir bugünüm. Duygular devreye girmekte gecikmedi. Her yaşın farklı heyecanı başımı döndürüyordu. Eski adalılar, aile büyüklerim, kaybettiğimiz sevgili Burgazlılar hepsi ordaydılar. Çok mutlu oldum. Bu duygunun tarifi yok sanırım.

Hayat bir kitap… Her gün bir sayfa ve sadece akşam yatarken okunabilen tek sayfa. Sayfa atlamak yok, sonuna bakmak yok. Merak etmek insani bir duygu. Ancak cevabı ertesi akşam okunacak olan sayfada yazılı. Beklemek, yaşamak ve ancak ondan sonra okumak mümkün. Kitabın kalınlığı yok. Sadece her gün bir sayfa ekleniyor. Kişiye özel. Bazı sayfalarını okumak çok zor. Acı veren bu sayfaları okumadan atlamak istiyorum, sanki yaşanmamış olmamış gibi kabul etmek istiyorum ama olmuyor. Her harfini okumam gerekiyor. Peki diyorum dün, daha dün sayfamı okurken neşeliydim ancak acaba bunun yeterince farkındamıydım? İşte Omamamı ve babamı kaybettiğim gün aklımdan geçen bunlardı. O acı günlerin sonrasında yaşantımdakilerin varlığını daha da içimde hissederek sürdürmeye çalışıyorum hayatımı.

Kitabın yazın okuduğum kısmının adı Burgaz. Yazın sonunda onu başucumda bırakıp gidiyorum. Ayrılmak kolay olmuyor. Çok duygulanıyorum. İşte bu yüzden evden en son ben çıkarım. Başucuma bir göz atar, ardından kapıyı kapatır, kış için kilitlerim.

Merak ediyorum artık Burgaz’da yaşamayan uzaklardaki ada sevdalıları acaba akşamları hangi kitabı okuyorlar? Yayalar, Omamalar, büyükanneler onlara neler anlatmış? Her geceki tek sayfalık saltanatta neler yazılı? Kitaplarındaki beyaz sayfa onlara ne ifade ediyor? Kokusunu alabiliyorlar mı? O sayfayı, üzerinde hiç bir şey yazmasa da okuyorlar mı?

Yaşam boyu okumaktan gözleri bozulan büyüklerimiz lütfen söyleyin bize, o günler geldiğinde bu kitabı bana kim okuyacak? Çocukken, gençliğimde hiç düşünmemiştim. Gün gelecek o kitabı okuyacak gücüm kalmayacak, gözlerim görmeyecek. O zaman ne olacak, bilen var mı?

Anladım, bunu da yaşayarak kendim öğreneceğim.

Ancak kitabın yazarından tek bir dileğim var;

Son sayfayı bana adada okutması. Tıpkı Omamam gibi.

Jaymi BENBANASTE