İsrail’in ünlü sesi Rita ile çok özel…

18. İstanbul Caz Festivali’nin 15 Temmuz akşamı, Flamenko dehası Javier Limon’un ‘Mujeres de Agua’ (Suyun Kadınları) Projesi kapsamında ağırladığı özel konuklardan biri de, muhteşem yorumu ile ünlü diva Rita’ydı

20 Temmuz 2011 Çarşamba

Sadece ülkesinin değil, tüm Ortadoğu’nun uluslararası başarılara imza atan en büyük süper starlarından biri olan Rita, kariyeri boyunca milyonlarca albüm satmış bir şarkıcı; aynı zamanda tiyatro sahnelerinin aranılan bir yıldızı olarak da, gerçek bir sanatçı. Kendisi ile kariyerini, başarılarını ve yepyeni projelerini konuştuk…

Kariyeriniz boyunca milyonlarca albüm sattınız ve Ortadoğu’nun en büyük şarkıcılarından birisiniz, böylesine bir başarıyı hayal eder miydiniz?

En deli ve en güzel rüyalarımda bile başarımın bu boyutlara gelebileceğini düşlemedim, izleyiciden bu kadar büyük sevgi göreceğimi hayal bile etmedim. İlk dileğim şarkı söylemekti. Başlangıçta tuhaf bir tutku gibiydi, sanki insanların karşısında şarkı söylemekten başka hiç bir seçeneğim yokmuş gibi geliyordu. Ancak 25 yıllık kariyerime rağmen insanların sevgisini cebimde kabul etmiyorum, hâlâ şarkı söylemeyi ve sahneye çıkmayı hayal eden 8 yaşında bir kız çocuğu gibiyim ve benim için şarkı söylemek hayatın tüm kederini alıyor. 

90’ların başında, meşhur Police şarkısı ‘Roxanne’i yeniden yorumladınız ve şarkı hem Fransa hem Belçika’da büyük bir başarı kazandı; bu durumda bu şarkının uluslararası kariyerinizin ilk büyük çıkışı olduğunu söyleyebilir miyiz?

‘Roxanne’ gerçekten de çok başarılı bir single çalışması olmuştu; Belçika ve Fransa’da neredeyse altı ay listelerde kaldı ama uluslararası çıkışımı sağlayan şarkı demek ne kadar doğru olur bilemiyorum, çünkü ben sadece bu şarkıya dayanarak böyle bir çaba sarf etmedim.

1994 yılında ‘Tzipor Zara’ adlı şarkınızın videosu ‘En İyi Yabancı Müzik Videosu’ dalında MTV Avrupa Müzik Ödülleri’nden birini kucakladı, ama kişisel olarak siz en çok hangi videonuzu çekerken eğlendiniz?

En çok keyif aldığım klip ‘Tzipor Zara’ (Tuhaf Kuş) oldu diyebilirim. Aynı zamanda bugüne kadar İsrail’de çekilen en pahalı video klip oldu. Bu projenin içinde bulunmak harikaydı. Çalışmaktan büyük heyecan duyduğum bir başka video klibim de ‘A Time for Peace’di (Barış Zamanı). Bu klip için dev bir düzenek kuruldu ve düzeneğe belimden bağlanıp bir vinçle yukarı kaldırıldım. Düzeneğin altında büyük bir etek uçuşuyordu. Yere tam olarak değmeden uçar gibi dans ediyordum. Çok eğlenceliydi. Anlattıklarımdan klibi aklınızda canlandırmak büyük ihtimalle biraz zor olmuştur, en iyisi ‘YouTube’a bir göz atmanız…

Bugüne kadar dünyanın birçok prestijli sahnesinde konserler verdiniz, sizi en çok heyecanlandıran mekân hangisi oldu?

Açıkçası şimdiye kadar özellikle iki konser salonu beni diğerlerinden daha çok etkiledi. Biri Sydney Opera Binası, diğeri Paris’teki Olympia; provalar için sahneye çıktığınız anda daha önce bu iki salonda da konserler vermiş büyük isimlerin karşı konulamaz tarihini ve enerjisini hissedip fark ediyorsunuz. 

Son zamanlarda müziğinizde daha çok İran köklerinizin etkisi hissediliyor; İran’ın geleneksel müziklerinde sizi en çok çeken nedir?

Dünyanın en güzel seslerinden birine sahip bir annenin çocuğu olarak İran’da dünyaya geldim ve öksüz bir çocuk olarak yaşadığı tüm zorluklara rağmen herkeste kolay kolay rastlanmayacak bir şekilde hayattan keyif almasını bilen bir annenin şarkılarını dinledim. Şarkılara olan sevgimin anne sütüyle bana geçtiğini düşünüyorum. Bizi yatağa götürürken, keyifli günlerimizde, kederli günlerimizde hep geleneksel İran şarkılarını söylerdi. İsrail’e geldiğimde 8 yaşındaydım ve annemin şarkıları hep evi doldururdu. Şabat (kutsal Cuma) gecelerinde, aile yemeklerinde, her türlü aile toplantımızda, sesi kutlamalarımızın bir parçasıydı.

Yaklaşık bir yıl kadar önce, farklı tarzda birçok albümden sonra, köklerime giden bir çalışma yapmanın zamanı geldi diye düşündüm. Ancak iyi hissettirecek, kutlamalarda, nişanlarda, düğünlerde söylenecek tarzda, mutlu şarkılardan oluşan bir albüm olmasını istedim. Bu çalışmayı hazırlarken daha önce hiç eğlenmediğimiz kadar eğlenerek kayıtlar yaptık. Böylece bu yaratıcı sürecin tüm keyfi tamamlanmış oldu.

2009 yılında şarkınız ‘Love Has Begun’ Amerika’da büyük ilgi gördü; son olarak bu güzel şarkının hikâyesini alsak?

Bu şarkının öyküsünün arkasında, sesimi tüm dünyanın duyması gerektiğini söyleyip duran Amerika’daki avukat bir arkadaşım var. Bir gün İsrail’e geldiğinde repertuarımdaki şarkılardan birini İngilizceye çevirmiş ve Amerika’dan beraber geldiği bir prodüktörle birlikte bir stüdyoya gidip bu şarkıyı kaydetmemi istemişti. Sonrasında bu şarkıyı single olarak yine kendisi uğraşıp yayınladı ve bağımsız müzikler çalan radyolara gönderdi. Bütün bunlardan sonra bu şarkıyla yaşadıklarımız inanılmazdı. Amerika’da New Music Weekly tarafından ‘En İyi Çıkış Yapan Şarkıcı’ Ödülü’nü bile kazandım.

Mujeres de Agua Projesi’ne nasıl dâhil oldunuz?

Bir arkadaşımın verdiği Buika CD’sine bayılıyordum, özellikle ‘Mi Nina Lola’ şarkısını defalarca dinliyordum. Bundan birkaç ay önce, Buika İsrail’e konser vermeye geldiğinde ben de konserdeydim ve sahnedeki Buika’ya daha da hayran oldum. Kimi zaman bağırıyor, kimi zaman ağlıyor, sahneye mumlar yerleştiriyor, fotoğraf çekiyor, adeta içinden gelen her deliliği yapıyordu. Bu kadar kalbinden şarkı söyleyen birini daha önce hiç tanımadım. Kuliste Buika ile tanışırken, Pasion Turca’dan Sinan Nergis ile de karşılaştım. Sonrasında kendimi büyük bir hızla Buika’nın da işin içinde olduğu bu projenin içinde buldum ki, benim için büyük keyif oldu.

Cenk ERDEM