Bu hafta ağımıza takılanlar

Bir yanık tarihin kokusu da olsa, bir Yahudi kokuların ne anlama geldiğini çok iyi bilir. Siz hiç yumuşak hatlara sahip bir Yahudi gördünüz mü? Göremezsiniz. Yahudi olmak; yurdun olmayan bir coğrafyanın dilini, yerlilerden daha iyi konuşmayı gerektirir. Bu sebeple en yanık İspanyolca şarkıları, saçları Kudüs; gözleri kumla törpülenmiş parlak camdan Yahudi kadınları söyler. http://pireberber.blogspot.com/2011/05/topla-yan.html

Diğer
6 Temmuz 2011 Çarşamba

Güncel

İSRAİL’LE İLİŞKİLERİN GERİLMESİ, DIŞ POLİTİKADA OSMANLICILIĞIN BİR ALAMET-İ FARİKASI OLMUŞTU

Uluslararası ilişkilerin, sevgi ya da nefret değil, çıkarlardan örülü olduğunu, dış politika derslerinde öğrencilerime sıklıkla anlatırım. Türkiye-İsrail yakınlaşması, 2010’daki kötü bilançoya rağmen, tekrar gündeme gelmeye başladı. Türk ve İsrail medyasındaki iddialara göre, iki ülke arasında henüz sonuçlanmasa da, diplomatlar boyutunda 3 tur görüşmeler sürdü. İkili ilişkilerde Suriye’deki gelişmeler, müzakerelerin başlamasına hız kazandıran etkenlerin başında geldi.

İhvan’ın daha güçlü olduğu bir Mısır, Hamas’a sahipleniyor, Sünni dünyasında Suudi Arabistan, Türkiye’ye bir liderlik vasfı vermiyor.

İsrail’le ilişkilerin gerilmesi, dış politikada Osmanlıcılığın bir alamet-i farikası olmuştu. Henüz İsrail’le ilişkiler düzelmiş olmasa da, en azından diyalog kapısının açık olması, yeni risk alanları bağlamında, “Elveda Osmanlı” demenin de bir simgesi oldu. Gittikçe var olan taahhütleri ve müttefiklik ilişkilerine, koşulların dayatmasıyla daha çok sahip çıkacak Türkiye, muhafazakarlaşan toplumsal yapısını, Batı perspektifinde bir dış politikayla devam ettirmek durumunda kalacak.    

Deniz Tansi

http://www.hasturktv.com/arsiv/2368.htm

 

İSRAİL'İN GİLAD KONUSUNDA 'USTURUPLU' DAVRANMAYA ÇALIŞMASININ ÇOK TRAVMATİK VE PSİKOLOJİK NEDENLERİ VAR. İSRAİL, GİLAD'I DA KAYBETMEK İSTEMİYOR

İsrail hükümeti, "teröristle pazarlık olmaz" mantığından hareketle, Hamas'la her türlü görüşmenin yolunu kapatıyor görünse de, el altından "mümkün olduğunca az bedelle "Şalit'i kurtarmanın" çaresi aranıyor. Ancak bugüne dek herhangi bir somut ilerleme sağlanabilmiş değil.

Gilad'ın kurtuluşu için önerilen teklifler arasında şu yok: "En seçkin askerlerden oluşan bir birlik, hava destekli operasyon düzenlesin!" Meseleyi uzaktan izleyenlerin sıklıkla sordukları bir soru bu oysa: İsrail neden Gilad'ı bir 'rehine operasyonu' ile kurtarmayı denemiyor? Dünyanın dört bir tarafında 'başarılı' operasyonlar yürüterek düşmanlarını ortadan kaldıran ya da etkisiz hale getiren İsrail istihbaratının gücü neden Gilad'ı kurtarmaya yetmiyor?

Bunun iki sebebi var, birincisi Gilad'ın nerede saklandığının kesin olarak bilinmemesi. Gazze'de olduğuna dair yaygın bir kanaat var, ancak İsrail bugüne dek tam olarak nerede bulunduğunu tespit edemedi. İkinci sebep ise, bu 'parlak fikir'in daha evvel denenmesi ve fiyasko ile sonuçlanması:

Arap-Yahudi çekişmesinin son dönemini takip edenler, Nahşon Mordehay Wachsman, Ehud Goldwasser ve Eldad Regev isimlerini mutlaka hatırlayacaklardır. Bunlar, son dönemde Hamas ve Hizbullah tarafından kaçırılan askerler. Her üçünün de ortak özelliği, sağ olarak kurtarılamamış olmaları.

Özellikle N. Mordehay Wachsman'ın başına gelenler, İsrail kamuoyunda hâlâ travma etkisi yaratmayı sürdürüyor. Hamas tarafından 9 Ekim 1994 günü kaçırılan Wachsman, kaçırılmasının üzerinden birkaç gün geçtikten sonra, İsrail'in seçkin bir komando birliği tarafından esir tutulduğu hücreye düzenlenen baskın sırasında öldürüldü.

Goldwasser ve Regev ise Hizbullah'la çıkan bir sınır çatışması sırasında 2006 yılının Temmuz ayında kaçırılmışlardı. Muhtemelen çatışma sırasında ağır yaralandılar ve Hizbullah'ın elindeyken öldüler. Tam iki yıl sonra, 2008 Temmuz'unda Hizbullah, Goldwasser ve Regev'in kemiklerine karşılık, İsrail'de esir tutulan seçkin isimlerinden bazılarını kurtarmayı başardı.

Bütün bu yaşananlardan dolayı, İsrail'in Gilad konusunda 'usturuplu' davranmaya çalışmasının çok travmatik ve psikolojik nedenleri var. İsrail, Gilad'ı da kaybetmek istemiyor.

Taha Kılınç

http://www.usasabah.com/Yazarlar/taha_kilinc/2011/06/28/gilad-henuz-hayatta

 

HER TAŞIN ALTINDA YAHUDİ ARAMAK

Terörle mücadelede suçlulara uygulanan hukuk dışı eylemler ve yöre halkını da taciz eden uygulamalar halkı devlete karşı olmaya itmiştir. Bu durum geçmişte de yanlış uygulamalara sebep olan bir anlayışın eseridir. Eğer bir grup devlete karşı eylem yaparsa bu durum onların içinden çıktığı kitleye de düşman olmamıza neden olmuştur. Mesela bizde Rus, Ermeni, Rum düşmanlığı, Araplar’a karşı duyulan güvensizlik, her taşın altında Yahudi aramak bu anlayışın bir sonucudur ve tamamen yanlıştır. Suçlular bireylerdir ve bu nedenle onların soyundan gelen ya da aynı inanca sahip kişilerin hasım kabul edilmesi ilkelliktir.

Mahir Kaynak

http://www.stargazete.com/guncel/yazar/mahir-kaynak/butunu-cozmek-haber-363718.htm

 

BEĞENSEK DE BEĞENMESEK DE İSRAİL LOBİSİNİN DESTEĞİNE TÜRKİYE’NİN İHTİYACI VAR

Bölgenin jeopolitiği, Arap dünyasında esen değişim rüzgârları, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmek için atacağı adımlar iki ülke ilişkilerinin normalleşmesini bir kez daha gerekli kılıyor. Kimsenin birbirini sevmesine lüzum yok. Ancak gerilimin sona ermesi şart. İsrail ve Türkiye Filistin sorununun çözümü konusunda farklı kamplarda olsalar da ilişkiler normalleşmeli.

Beğensek de beğenmesek de İsrail lobisinin desteğine Türkiye’nin ihtiyacı var. Bu destek Türkiye’nin anlatısının, deneyiminin, yarattığı özgün emsalin Amerika’da çarpıtılmaması için dahi gerekli. Ayrıca unutmayalım ki İsrail ile ilişkilerin normalleşmesi Filistin sorunu konusundaki tavrımızın değişmesini de öngörmüyor.

Değişecek tek şey metod olacak. Sorunun çözümünü gerginlik yerine daha önce yaptığımız gibi akıl ve sağduyu ile yaklaşacağız. Mahmut Abbas İsrail ile görüşürken, sorununun çözümü için diplomasiyi öncelerken, Türkiye’nin görüşmemeyi seçmesi herhalde düşünülemez. Türkiye de İsrail ile görüşmek ve elinden geldiğince bölgesindeki sorunların çözümü için gayret sarf etmek zorunda.

Mensur Akgün

http://www.stargazete.com/yazar/mensur-akgun/israil-turkiye-iliskilerinin-60-kusur-yili-haber-362416.htm

 

 

2009 GAZZE SAVAŞI'NDA DA HAMAS VE DİĞER GRUPLAR, FÜZELERLE İSRAİL'İ VURABİLMİŞLERDİ. ESASEN BU SAVAŞ, HAMAS'IN FÜZELERİ YÜZÜNDEN ÇIKMIŞTI

1990'lara gelindiğinde söz konusu stratejik statükoda ilk değişim işaretleri ortaya çıkmaya başlamış, 1991 Körfez Savaşı'nda statükoya füze unsuru da dahil olmuştu. Bu savaşta Saddam rejimi İsrail'i 39 Scud füzesi ile kendi topraklarında vurmayı başarırken İsrail, bu füzelere karşı anlamlı bir karşı tedbir de alamamıştı. Saddam'ın bu hareketi, sonucun başlangıcını da başlatmıştı elbette.

Böylece balistik füzeler, İsrail ile yakın ve uzak komşuları arasındaki stratejik statüko ve dengede önemli bir değişken unsur olarak sahneye giriş yapmıştı. Bu savaştan sonra çıkan 2006 Lübnan Savaşı'nda da füzeler umulmadık rol oynamış, Hizbullah bu savaşta İsrail'e 4.000 civarında kısa ve orta menzilli füze atmış, İsrail bunları durdurmada yine büyük ölçüde başarılı olamamıştı. 2009 Gazze Savaşı'nda da Hamas ve diğer gruplar, füzelerle İsrail'i vurabilmişlerdi. Esasen bu savaş, Hamas'ın füzeleri yüzünden çıkmıştı.

İsrail, balistik füzelerin kazandığı bu vurucu güç yüzünden caydırıcılık ve saldırı kabiliyetlerine öncelik veren klasik askerî doktrinine füze tehdidi ve buna karşı alınacak tedbirleri de yeni bir unsur olarak eklemek zorunda kalmıştı. Bugün son gelişmeler dolayısıyla füze tehdidi bu doktrinin temel ayaklarından birisi haline de gelmiş bulunuyor.

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1152700&title=ortadogu-ve-balistik-fuzeler

 

 

TÜRKİYE'NİN NETİCESİ BM'DEKİ GÖZLEMCİ STATÜSÜNÜN TAM ÜYE STATÜSÜNE DÖNÜŞMEKTEN ÖTE GİDEMEYECEK OLAN BU BAĞIMSIZLIK İLANININ BAYRAKTARLIĞINI YAPIP YAPMAMAK HUSUSUNDA DA BİR DEFA DAHA DÜŞÜNMESİ LAZIM…

Ortada bir barış süreci varmış da Filistin tarafı bu barış sürecine sadık kalmaksızın tek başına bir hamle yapıyormuş gibi bir yorum en hafifinden komik. Ancak tek taraflı bir Bağımsız Filistin Devleti ilanının ertesi gün İsrail'in 1967 sınırları içinde kalan yerleşim birimlerini boşaltmaya başlaması anlamına gelmediği de açık. Bütün dünya ayağa kalkıp "biz Filistin Devleti'nin sınırlarını bu ve şu şekilde tanıyoruz" dese, İsrail işgalden vazgeçmez. Aksine BM'de yenemediği Filistinlileri sahada cezalandırmaya kalkışacağından eminim ben.

Diğer taraftan Senato'nun tavsiye ettiği maddî yaptırımlar ve Beyaz Saray'ın El-Fetih-Hamas uzlaşmasını gözden geçirmesi (burada El-Fetih'le olan ilişkilerin gözden geçirilmesi kastediliyor) bölge siyaseti üzerindeki Amerikan etkisini daraltacak, belki de Filistin'i başka aktörlerin kucağına itecek yanlış bir hamle olur, Amerikan çıkarlarına bakan yönüyle. Türkiye halihazırda Filistin Devleti'nin tanınması için diplomatik bir seferberlik ilan etmiş durumda. Arap baharını geçirmiş Mısır ve Tunus'un bu seferberliğe katılacağı kesin gibi. AB üyesi ülkeler yerleşim birimleri inşasının devam etmesi durumunda Filistin Devleti'ni tanıyabileceklerini açıktan ifade ettiler. Elbette eylüle kadar çok şey değişebilir; ancak böylesi güçlü bir dalganın karşısında durmak Amerikan yönetimine kazandırdığından çok şeyler kaybettirecektir. Diğer taraftan İsrail'le ilişkilerini bölgede üstlenmiş olduğu arabuluculuk ve sorun gidericilik rolü sebebiyle düzeltmesi gereken Türkiye'nin neticesi BM'deki gözlemci statüsünün tam üye statüsüne dönüşmekten öte gidemeyecek olan bu bağımsızlık ilanının bayraktarlığını yapıp yapmamak hususunda da bir defa daha düşünmesi lazım..

Kerim Balcı

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1153076&title=tek-tarafli-filistin-devleti-ilani

 

BUNLARI SÖYLERKEN BAZILARININ BANA İSRAİL PROPAGANDASINI YAPTIĞIMI SÖYLEYECEKLERİNİ ELBETTE BİLİYORUM

İsrail'in denizaltıları bugünlerde herhalde sayısı azalan Akdeniz'de 2. Özgürlük Filosu'nu da bekliyorlar. Filoyla muhtemel karşılaşmada ne yapacaklar, bilmiyoruz; ancak bugün sadece 3 adet olmasına rağmen İsrail'in denizaltıları kendilerine göre iyi bir iş yapıyorlar. Bunları söylerken bazılarının bana İsrail propagandasını yaptığımı söyleyeceklerini elbette biliyorum. Yeri gelmişken söyleyeyim, biz hiç kimsenin propagandasını yapmayız; biz sadece gerçekleri yazmaya, kamuoyunu elimizden geldiği kadar bilgilendirmeye çalışırız. Bugünlerde şu veya bu şekilde gündeme gelen İsrail donanmasını ve de denizaltılarını da sadece bu amaçlarla ele aldık, o kadar…

Fikret Ertan

http://zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1154051&title=israilin-denizaltilari

 

ACABA NE ZAMAN BİR TÜRK TİYATRO SEYİRCİSİ SİLAHINI ÇEKEREK ‘’DAMDAKİ KEMANCIYI’’ VURUR? 

Türkiye ile İsrail arasındaki barışçıl ilişkilerde uzun dönemli tehlike Mavi Marmara’nın Gazze’ye sefere çıkması veya Türk sularında demirli olması değildir. Risk, İsrail’in, geçen yılki kanlı Mavi Marmara baskını için özür dilemesi veya onun yerine pişmanlık bildirmesi de değildir. Alçak sandalye veya Türk kurbanlar için tazminat da değildir. Esas risk, bilhassa son iki buçuk yıl boyunca, ortalama genç Türklerin kafalarına İslamcı duyguların sistematik bir şekilde enjekte edilmesidir.

2009 yılında- Mavi Marmara olayından önce- Türk Telekom ile Bnei Hasharon arasındaki bir basketbol müsabakası daha başlamadan iptal edildi. Maç öncesi, fanatik Türk taraftarlar, Filistin bayrakları sallayarak ‘’Yahudilere ölüm’’ diye bağırdılar ve ellerine geçeni misafir takım oyuncularına fırlattılar.

2010’da, İsrail ile Sırbistan bayan milli voleybol takımları arasında oynanması gereken oyun bir nevi ‘’Türk Münih’i’’ yaratılmasını önlemek için seyircisiz oynanmak zorunda kalındı.

2011’de Suriye ve Irak takımlarının yarışmadan çekilme tehdidinden sonra İsrailli bir bisikletçi grubu Isparta turundan men edildi.

Mayıs sonunda, Cameri adlı önde gelen bir İsrail tiyatro grubu, protestocuların oyunu engellemeyi planlamalarından dolayı gösterisini iptal etmek zorunda bırakıldı.

Haziran başlarında, İsrailli ödüllü müzisyen Yuval Ron’un bir İstanbul konseri, geçen yılın filotillasına önderlik eden ‘’insani yardım kuruluşunun’’ tehditleri nedeniyle iptal edildi.

Son olarak, İsrailli caz sanatçısı Itamar Erez ve grubu İstanbul’daki bir hafta sonu gösterisini İslamcı protestocuların tehditleri yüzünden iptal etmek zorunda kaldı. 

Bunların hiç biri rastlantı değildi.

Ocak ayında, Polat Alemdar, Türk James Bond ve Rambo ve diğer bütün kahramanlık karakterleri, ‘’Kurtlar Vadisi: Filistin’’ ile ekranlara geri geldi. Tesadüfen uluslararası Holokost anma gününün ertesi günü başladı. Filmde Polat Alemdar, Mavi Marmara baskınında emir veren İsrailli komutanı takip ederek öldürmeyi amaçlayan bir dizi çarpışmada öne çıkıyor (özellikle yürekleri burkan bir sahnede, İsrailli bir asker Alemdar’a niçin İsrail’e geldiniz diye soruyor ve cevaben: ‘’Ben İsrail’e değil, Filistin’e geldim’’ diyor).

Reyting ölçme rakamlarına göre, 28 Ocak’taki başlangıcından itibaren iki milyondan fazla Türkün ‘’Kurtlar Vadisi: Filistin’’ filmini izleyerek onu yılın üçüncü popüler filmi yaptıklarını ve 10 milyon dolarlık getiri dağladığını ortaya koyuyor. Bu rakam DVD satışlarını ve özel izlemeleri içermiyor.

Filmi izleyen genç seyircilerden birinin Alemdar’ı alkışlar ve ‘’kana susamış İsraillileri’’ lanetlerken, 20 sene sonra Türkiye’nin başbakanı olmaması (veya olması) ihtimalinin ne kadar olduğunu tahmin edebilecek biri var mı acaba? Filmin bugünkü fanatik izleyicilerinden birinin bir gün Davutoğlu’nun bugün işgal ettiği koltuğa oturması ihtimali nedir? Acaba ne zaman bir Türk tiyatro seyircisi silahını çekerek ‘’damdaki kemancıyı’’ vurur? 

Burak Bekdil

http://www.hurriyetdailynews.com/n.php?n=shooting-the-fiddler-on-the-roof-2011-06-30 Türkçesi: Avram Çerasi http://www.hasturktv.com/arsiv/2381.htm

 

KONUŞTUĞUMUZ, PARİS’İN ZENGİNLER BANLİYÖSÜNDE YAHUDİ BİR AİLENİN OĞLU OLARAK DOĞMUŞ, YAŞAMIN İÇİNDEKİ YÜRÜYÜŞÜNÜ DE AİLESİNİN ZENGİNLİĞİ VE ETNİK KİMLİĞİNDEN SAĞLADIĞI DESTEKLE SÜRDÜRMÜŞ BİR İNSANIN ÖYKÜSÜDÜR

Sonu, kendisini en üst makamlara doğru taşıyanların  “derin komplosu” ile geldi.

DSK; Fransız Sosyalist Partisi’nin içindeki varlığıyla, Amerika’nın muhafazakâr fikir üretim merkezleri (think-tank’ler) bağlantılarını birlikte sürdüren bir insandı. George W.Bush kabinesinin ünlü ismi Condoleeza Rice’ın Stanford Üniversitesi’ne profesör olarak önereceği kadar Amerikan sağı ile içli-dışlıydı.

Hatta açıklamalarının bir yerinde, “İsrail dışında yaşayan bütün Yahudiler, bu ülkenin güçlü varlığı için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Ben de günlük yaşantımda bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum” demişti.

Ama kaderi, dünya finans sisteminin liberal-demokrat kanadını temsil eden bir başka Yahudi asıllı isim, George Soros’ un, “Yeni Dünya Sisteminin Yaratılması” hareketine yaklaşması ve “Küresel Para”nın yaşama geçirilmesine yeşil ışık yakmasıyla değişti.

Amerika ve İsrail’in “savunma sanayi sistemi” için Dolar’ın, dünyanın bir numaralı değişim parası olarak varlığını koruması, Amerika’nın sadece Merkez Bankası matbaasını çalıştırarak borçlanma sisteminin devam etmesi gerekiyordu!.. “Küresel Para” önerisi bu çarkın sonlanması anlamına geliyordu!..

DSK, kendisini Alman Başbakanı Merkel ile randevusuna taşıyacak Air France uçağındaki koltuğundan Amerikan ajanları tarafından apar-topar alındığında, dünya finans sisteminin perde arkasında işte bu hesaplaşma yaşanıyordu.

Ardan Zentürk

http://www.stargazete.com/dunya/yazar/ardan-zenturk/derin-komplo-haber-363958.htm

 

Netten okuyun /tıklayın

BUNUN EN ÖNEMLİ SON ÖRNEĞİ İSE GEÇTİĞİMİZ YIL KAYBETTİĞİMİZ “AYAKKABICI YAŞAR” OLARAK DA BİLİNEN YAŞAR YOHAY’DI

Çarşı Caddesi’nde İş Bankası’ndan itibaren Musevi esnaf arkadaşlarımız, büyüklerimiz bulunurdu. Onların ve bizim kültürümüz kardeşçe, dostça yaşardı. Ne bir farklılık gözetilir düşmanlık güdülürdü ne de birbirlerinin arkasından konuşulurdu. Bunun en önemli son örneği ise geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz “Ayakkabıcı Yaşar” olarak da bilinen Yaşar Yohay’dı. Bu kentin bir unsuru olarak hayatlarını devam ettirirler bizlerden farksız bizimle birlikte dostça, bir esnaf geleneği ve kültürü içinde yaşamlarını sürdürürlerdi.

Başta İkinci Dünya Savaşı, işgaller onların önce İstanbul’a ardından da İsrail’e gitmelerine neden oldu. Birçoğu gittikten sonra geride az bir Musevi cemaati kaldı. Onlarla da eskiden olduğu gibi bugüne kadar kardeşçe yaşadık. Yaşamaya da devam edeceğiz. Bu bizim bir kültürümüz. Gitmeleri tabii ki bizi her şeyden önce bir arada yaşama kültüründen kopardı. Ticari olarak da birbirimize kattığımız kazanımlarımız değerlerimiz vardı.

http://www.canakkaleolay.com/details.asp?id=69428

 

CUMHURİYETİN KARİKATÜRLERİNDEN YANSIYAN SURETİ – Turgut Çeviker

Propaganda amacıyla çizilmiş karikatürlerin yayımlandıkları döneme ait ilk elden bilgi vermesi de ironik. O gün yapılanları övmek, doğrulamak vb amaçlarla çizilen bu karikatürler bugün o döneme hâkim eğilimleri tanımamıza, öğrenmemize, giderek o döneme ilişkin eleştirel bir bakış edinmemize aracılık ediyor. Daha da ilgi çekici olansa şu: Bu eğilimler 85 yıl boyunca pek değişmeden devam etmiş. Değişmeyen sadece eğilimler değil; 85 yıl önce kurgulanmış kimi imgeler de Cumhuriyet tarihi boyunca aşağı yukarı benzer bağlamlarda kullanılmış.

Merkezde bulunanların çevredekilere, dindarlara, azınlıklara, Kürtlere bakışının pek değişmemiş olması da dikkat çekici örneğin. Akbaba’da Cemal Nadir’in Nazi zulmünden kaçan Yahudilere “Açız, parasızız… Allah aşkına beş dakika karaya çıkmamıza izin verin da zingin olup yelelim!…” dedirtmiş olması örneğin çok tipik. Ya da mübadelede giden Rumların zengin, gelen Türklerin yoksul çizilmesi… Ramiz Gökçe’nin çizdiği, Aşkale’ye gönderilmiş Yahudi Bohor’un taşları çok düzenli olarak tanzim etmesini İstanbul’da da istifçilik yapmasıyla ilişkilendiren karikatür de…

http://kitapyazilari.wordpress.com/2011/06/29/cumhuriyetin-karikaturlerinden-yansiyan-sureti-turgut-ceviker/

 

YAHUDİ OLMAK; YURDUN OLMAYAN BİR COĞRAFYANIN DİLİNİ, YERLİLERDEN DAHA İYİ KONUŞMAYI GEREKTİRİR

Fotoğrafın uzak köşesindeki karede, burnu kemerli, yüz hatları keskin, koyu kumral saçlı bir kadın. Bu bir Yahudi. Gözlerinden belli. İnsan nesli içinde, yüzünde soyunun kederini, tarihinin kalın çizgilerini bir Yahudi kadar taşıyan kaç insan vardır. Hiçkimse, bir Yahudi kadar bin kederi bir kerede bakamaz. Belgeler ve bilgiler topluyor kadın. Her bulguyla yüz hatlarındaki keskinliği besliyor ve doğruluyor. Temerküz kamplarından birinde büyük büyük dedesinin üzerine sinen gaz, is ve insanlıktan çıkış yolu kokusu, sanılanın tersine kadına acıdan ziyade, artık sırf kendine ait bir kokuya sahip olduğu için memnuniyet veriyor. Çünkü o, bin yılların yurtsuzu, bin yılların aman bilmez yolcusu olan soyunun, kadim belgelerde herhangi bir koku taşımaktan da sürgün edildiğini kestirir. Bir yanık tarihin kokusu da olsa, bir Yahudi kokuların ne anlama geldiğini çok iyi bilir. Siz hiç yumuşak hatlara sahip bir Yahudi gördünüz mü? Göremezsiniz. Yahudi olmak; yurdun olmayan bir coğrafyanın dilini, yerlilerden daha iyi konuşmayı gerektirir. Bu sebeple en yanık İspanyolca şarkıları, saçları Kudüs; gözleri kumla törpülenmiş parlak camdan Yahudi kadınları söyler. Öyle ki, hiç bir İspanyol, kendi dilini bu kadınlar kadar gırtlaklarına gömüp konuşturamaz.

http://pire-berber.blogspot.com/2011/05/topla-yan.html

 

(ESKİ DEFTERLER) REKORLAR UNUTULMAZ

Panzerler'in en farklı galibiyeti, 1933'e kadar unvanını korumuştu. Fakat ülkede iklimin sertleşmesiyle birlikte bir anda bir küçük sorun ortaya çıkmıştı. Fuchs Yahudiydi. Ve bir Yahudi’nin adı kaynaklarda geçemezdi.

Ali Murat Hamarat

http://www.goal.com/tr/news/2556/editoryal/2011/07/01/2555868/eski-defterler-rekorlar-unutulmaz

 

AİLESİ 1939’DA ŞİLİ’YE GÖÇ EDEN BENMAYOR BURADA DOĞMUŞ, 17 YAŞINDA AMCALARINI GÖRMEYE BEYOĞLU’NDAKİ EVLERİNE GİTTİĞİNDE ANNESİNİN ANLATTIKLARINDAN DOLAYI ÇEVRESİNİ HİÇ YADIRGAMAMIŞ

Şili’nin en dramatik yanı ne derseniz, ısınma sorunu cevabını veririm. Ülkenin en ünlü ressamlarından Benmayor’a devlet özel izinle atölyesinde odun sobası yakma izni vermiş. Uzun süren kışlarda, insanlar gaz sobası ile ısınıyor. Hava kirliliğinin yoğun olduğu Şili’de petrol ve doğalgaz bulunmaz nimet. O nedenle de merkezi kalorifer sistemi bulunmuyor.

Sözünü ettiğim o şık restoranın şöminesinde bile gaz sobası oturuyor. Benmayor’un atölyesinde, çocukların törenlerinde ellerinde salladıkları türden küçük kağıttan bir Türk bayrağı sallanıyor. İstanbul denince, Galata ve Beyoğlu’nu anlatmaya başlıyor. Ailesi 1939’da Şili’ye göç eden Benmayor burada doğmuş, 17 yaşında amcalarını görmeye Beyoğlu’ndaki evlerine gittiğinde annesinin anlattıklarından dolayı çevresini hiç yadırgamamış.

Şili’ye dönerken yanında 30 kilo İstanbul kitabı getirmiş, çocuklarına okutmak için. Kız kardeşi Suzy Benmayor’un İspanyolca yazdığı “Çanakkale’den Mopiçhelere” yemek kitabında Türk yemekleri anlatılıyor.

Merak ediyorsanız, 24-27 Kasım tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenen Comtemporary günlerinde resimlerini sergileyecek. O kadar da bekleyemem diyenlere web sayfasını vereyim: www.samybenmayor.com .

Girin bakın. Bu sayfayı henüz yeni kullanıyor ve her girişinde Türkiye’den kaç kişi ziyaret giriş yapmış diye kontrol ediyor. Bize sayfasını açtığında, Şili’den 780 kişi, Türkiye’den ise yalnızca 1 kişi girmişti. Sanırım o da Gila’dır!

Serpil Yılmaz

http://ekonomi.milliyet.com.tr/yahudilerin-ve-araplarin-dostca-yasadiklari-ulke/ekonomi/ekonomiyazardetay/30.06.2011/1408500/default.htm

 

AZINLIKLAR NASIL AZINLIK OLDU - Ayşe Hür

http://harutyunkuyumcu.blogspot.com/2011/06/azinliklar-nasil-azinlik-oldu-ayse-hur.html

 

BİR ŞİŞHANE MASALI – Cengiz Erdil

Ustasından işin inceliklerini öğrenirken onun sırtındaki yüklerin de farkına varıyordu. Akrabalarının çoğu İstanbul'u terk etmişti. Bir bölümü Amerika ve Avrupa'nın yolunu tutarken, büyük bölümü de İsrail'e gitmişti. Ustası akşam olup çay bardağında rakısını yudumlarken bazen kızıyor, ''Bizi buralarda istemiyorlar'' diyordu.

Ustası ve o'nun gibi olanlardan Varlık Vergisi, 6-7 Eylül olaylarının acılarını öğreniyor, o günleri yaşayanları yakından tanıyordu.

http://www.timeturk.com/tr/makale/cengiz-erdil/bir-sishane-masali.html

 

Eskiler

EDEBİYAT SAVAŞLARI – 2. CEPHE

(1930 Sonrası Peyami Safa'nın Rengi ve Peyami Safa – Aziz Nesin Çatışması)

http://www.btasahnesi.net/yazilar/hf/hf11/edebiyatsavaslari-2.htm