Ezber bozanlar Sophie Magdalena Scholl

Bu yıl VI. Gila Kohen Öykü Yarışması’nda birincilik ödülünü kazanan YELDA KARATAŞ Şalom için yazdı.

Kültür
8 Haziran 2011 Çarşamba

(9 Mayıs, 1921-... Güneş parlıyor hâlâ)

... fark ettim ki benimle aynı yaştaymış ve yine fark ettim ki ben Hitler için çalışmaya başladığım yıl idam edilmiş. O anda algıladım ki çok gençtik’ gibi bir mazeretin ardına sığınmak mümkün değil ve neler olup bittiğinin ayırtına varmak mümkün olabilirmiş” (Hitler’in sekreteri Treudl Junge.) 

Zengin bir Alman ailesinin çocuğu Sophie Scholl... Hitler’in gençlik kamplarında da eğitim görmüş. Yahudi değil, Polonyalı, Çingene, Komünist, Sosyalist… hiç değil. Sadece gangster olarak gördüğü Nazi Partisi’ne ve onun ırkçı savaş çığlıkları atan devletine karşı.

Barıştan yana...

Yeni yetmeliğinde Almanya’da  9-10 Kasım 1938’de Kristallnacht (Kristal Gecesi) ile Yahudilere yönelik zulme tanık oldu. 7 Kasım günü, ailesine Naziler tarafından işkence edilen 17 yaşındaki Polonyalı bir Yahudi gencin, Paris’teki Alman Büyükelçiliği’ndeki bir görevliyi vurmasının ardından, bu olayı bahane eden  Naziler, tüm Almanya çapında Yahudilere yönelik saldırılar düzenlettiler.

Bir gecede 1350 sinagog yakılıp yıkıldı. 90’dan fazla Yahudi öldürüldü. 30 bin Yahudi, toplama kamplarına gönderildi. 7000 Yahudi iş yeri, binlerce ev yağmalandı.

Yağmalanan binaların cam kırıklarının  görüntüsü nedeniyle geceye,  “Kristal Gecesi”dendi. Alman Hükümeti, bu olaylardan Yahudileri sorumlu tuttu ve “kırılan camların karşılığı” olarak Alman Yahudilerini 1 milyar mark tazminat ödemeye mahkum etti.?Alman Sağlık Bakanlığı Irk Araştır- maları Bölümü tarafından 1936 yılında hazırlanan bir doktora tezi, Çingeneleri “Saf Alman ırkının korunmasına karşı  büyük bir tehlikeolarak tanımlıyordu. 14 Aralık 1937’de bir kararla  Çingeneler, “iflah olmaz suçlularolarak ilan edildi  ve Alman toplumundan temizlenmeleri karar altına alındı. 1938’den başlayarak,

Naziler tarafından avlanıp toplama kamplarına gönderildiler.

Sophie, yükselen faşizme, ırkçı ve Almanlaşmış devlet anlayışına karşı susmadı, susamadı...

Beyaz Gül Hareketi ile birlikte kardeşi Hans ve arkadaşları ile Münih Üniversitesi’nde dağıttıkları bildiriler nedeniyle tutuklandı.

Sözlerinin yanına bir beyaz gül bırakan bu gencecik insan sorgulara yanıt olarak:

“Biz, sözlerimizle savaştık” dedi.

22 Şubat 1943’te asıldılar.

Sadece bildiri dağıttıkları için... Alman olmalarına rağmen; ırkçılığa, her türlü ayırımcılığa karşı çıktıkları; bireyleri tek tek kendileri ile hesaplaşmaya çağırdıkları için... 

Savaşa ve Nazizm’e karşı düşüncelerini yazıp, dağıttıkları için, vatan haini damgasıyla Nazi iktidarı tarafından katledildiler.

Nazizim sadece Alman halkının değil bütün dünyanın ayıbıdır, yüz karasıdır. Bu vahşete seyirci kalan, anlaşmalarla uzlaşan ve uzak duran;  ırkçılığa, faşizme, anti demokratik uygulamalara ve savaşa, milyonlarca insanın toplu katlimanına, toplama kamplarına HAYIR demeyen her birey, her halk sorumludur insanlığın bu büyük utancından.

Sophie, “Bugün burada yargılandığımız yerde yarın siz olacaksınız” diyor...

Son söz olarak... Doğru diyor!

Sophie’nin sesini duymayan o asılırken susan dünyanın  utanç belgelerinden biri de Fransa’daki  Natzweiler-Struthof Toplama Kampı.

Yaşamım boyunca acının pek çok deneyiminden geçtim. Ama bir toplama ve imha kampıyla yüzleşmenin anlamını, ağırlığını bilmiyordum.

Çok film izledim, pek çok fotoğraf gördüm İkinci Dünya Savaşı’nı ve başka savaşları anlatan, ama hiç biri Natzweiller’deki barakalar, krematoryumun fırını, ölüm koşusunun çimenleri, hücreler ve revir denen buzlu beyaz karolar gibi bağırmamıştı yüreğime. Ben fotoğraf çekemedim. Oraya, o vahşete, o sessiz ölümün sesine nasıl dayandığımı bilemeden gezdim.

Bilet alarak girdik bu ‘Ölüm Dünyası’na… Oysa ayak bastığımız yer bir müze değildi bir utanç toprağıydı. Acıların bedelinin hiçbir sözle ifade edilemediği bir gerçeküstü yerdi orası.

Pek çok isim, pek çok belge. Belge ismini veremeyeceğiniz, gözlerinizin bakış olduğu için kalbinizden utandığı yazılar, tutanaklar, fotoğraflar…

Kampın ünlü katil komutanlarından Josef Kramer yargılanırken; “Hiç bir vicdani rahatsızlık duymuyorum, ben askeri emirleri  (80.ci madde) yerine getirdim” diyorOna sorulacak sorum yok ama size sormak isterim. Her birimize, hepimize: Kimiz biz? Yazar mı, politikacı mı, asker mi, kardeş mi, anne mi baba mı… Kimiz sahi. İnsanın birbirini aşağıladığı, herhangi bir nedenle, herhangi bir bahaneyle, birbirini bilinçle yoketmeyi görev saydığı bu dünyada kimiz, neyiz…

Bir yanıt gibi geldi Tadeusz Borowski’nin sesi. Becerebildiğim kadar onun yaşamı ve şiirinin peşine düştüm ve yine becerebildiğim kadar bir şiirini çevirdim.

Neden bu dünyada kalamadığını anlıyorum, biliyorum o beyaz gül gibi yüreklerin…

Ve biliyorum ki, Sophie, Tadeusz gibi insanlar, her türlü ezbere karşı yaşayacaklar.

Bir beyaz gül olarak!

Birkenau Üstünde Gece

Yine gece. Çöker yine gaddar gök/ölü sessizliğinde dönen akbaba/siner kampın üstüne hayvancasına/ay batar, ceset tonlarında.

Ve savaşın  sahipsiz kalkanı,/mavi Orion – ortasında  kayıp yıldızlar./Karanlığın içinde esirler homurdanır/ve alev saçar krematoryumun gözleri.

O dumanlı, boğucu. Taştır ölüm./Gırtlağımda hırıldayan nefes./Göğüs kafesimi sıkan bu kurşun ayak/üç milyon ölünün sükutu./Gece, ebedi gece. Hiç sabah yok./Zehirlenmiş gözlerim uykudan./Tanrı’nın hükmüyle yeryüzünün leşine,/Çöker sis Birkenau üstüne.

Tadeusz Borowski

Türkçe’ye çeviren: Yelda Karataş