Yaşama biçimi üzerine aforizmalar

Yaşamı bir sanat yapıtına dönüştürmek olanaklı mıdır acaba? Onu sanat yapıtı gibi ele alabilmek ve yaratabilmek için bakış açımızın nasıl olması gerekir?

Rubi ASA
8 Haziran 2011 Çarşamba

Üzeyir Garih’i yıllar önce üniversiteye gelip verdiği bir söyleşide dinlemiştim.

‘Yaşam Biçimi’ başlığıyla anlatmak istediği ve verdiği örneklerle, tercihlerimizle oluşturduğumuz yaşantımızın bir sanat yapıtına dönüşmesinin elimizde olduğu ve buna heykeline biçim veren bir sanatçının duyarlılığı ve yaratıcılığıyla yaklaşarak yaşantılarımızı yoğurarak biçimleyebileceğimizi anlatmak istemişti.

“Yaşam havaya attığımız 5 topla oynanan bir oyundur”

Bu toplardan sadece bir tanesi lastik, diğer dört top ise camdandır. Bu toplar, işimizi,ailemizi, sağlığımızı, dostluklarımızı ve benliğimizi temsil etmektedir. Belirttiğim gibi bu beş top içinde sadece işimiz lastik bir toptur. Düşürürsek zıplatabiliriz. Yeniden elimize alabilir farklı bir şekilde zıplatabiliriz.

Ancak diğer dört top camdan yapıldığından düşerse, kırılır, yerine konulamazlar. Bunu fark etmeli ve yaşamımızı bu dengeye göre kurmalıyız.

Oysa hepimiz o lastik topu tutabilmek uğruna diğerlerini kırıp dökmüyor muyuz? Dostlarınızı çantada keklik sanmayın. Sıkıca asılın onlara, tıpkı yaşama asıldığınız gibi. Çünkü onlar olmadan, yaşam da anlamsızdır.

Yaşamı çok hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın. Bu koşu sırasında sağlığınız en önemli kaynağınızdır. Yaşamın bir yarış değil, her saniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu aklınızdan çıkarmayın ve yolculuklarınızın keyfini sevdiklerinizle bölüşünüz.

Benliğiniz ve bilinciniz aynen varlığınız gibi bakıma gelişime ve mutluluğa ihtiyaç duyar. Benlik geliştirilir olgunlaştırılır varoluşun anlamı kavranır ve ‘yaşam biçimi’ bu kavrayışla oluşturulur.

“Dün tarih oldu, yarın bir sır. Bugünün kıymetini bilin…”

İnsanlar çoğu kez akılsız, mantıksız ve ben merkezli davranırlar. Sen onları yine affet.

Eğer iyi niyetliysen ve insanlar seni bencillik ve gizli amaçlar gütmekle suçluyor ise, sen yine de iyi niyetli ol…

Eğer başarılıysan sahte arkadaşlar ve gerçek düşmanlar karşısında sen yine de başarmaya devam et.

Eğer dürüst ve açık yürekliysen insanlar seni aldatabilirler. Sen yine de dürüst ve açık yürekli ol.

Senin yıllarca uğraşarak yaptığını bir başkası bir anda yok edebilir. Sen yine de yapmaya devam et.

İnsanlara iyi davranmanın maliyeti yoktur.

Aklımda kalan bu tümceler yıllar geçse de bazen bilinçli bazen bilinçsiz yaşantımın farklı dönemlerimin rehberi olmuştur.

Yaşamı bir sanat yapıtına dönüştürmek olanaklı mıdır acaba? Onu sanat yapıtı gibi ele alabilmek ve yaratabilmek için bakış açımızın nasıl olması gerekir?

Bu rahmetli Garih’in sessiz ayak izlerinin yaşam yolculuğumuzun rehberi olması mıdır acaba?

Bakış açısı çok önemli; aynı pencereden dışarı bakan iki kişiden biri, sokaktaki çamuru, diğeri gökyüzündeki yıldızları, bir başkası da sevgi, çaba ve umutla yaşamın gerçeğini görebilir. Seçim bizlere, yani yaşam biçimimize bağlıdır.

Kavgayı ağacın yaprağına yaz, sonbaharda kurusun, düşsün diye...

Öfkeyi bulutun üzerine yaz, yağmur yağsın, bulut yok olsun diye…

Nefreti karların üzerine yaz, güneş açsın, karlar erisin diye…

Dostluk ve sevgiyi yüreklere yaz, dünyayı sarsın diye...

Budha, “İnsanın kalbinde olanı gözleri açıkça belli eder. Gözler kötü bir şeyi asla gizleyemezler. İnsanın içinde doğruluk varsa gözleri de aydınlıktır. Eğer doğruluk yoksa art niyet ve kötülük varsa gözleri donuktur. Birisi seninle konuşurken gözlerine bak… Göreceksin,” der.

Epiktetos, “Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsan, neden bugünden başlamıyorsun?” diye önerir.

Spinoza, “İçindeki benliğe, Tanrı’nın sevgisiyle inancının aydınlığı ile bak. Orada tüm insanlığı sevgiyle kucaklayacaksın” der.

İnsan, insan olma yetkinliğini yitirmeden, kültür ve uygarlık değerleriyle kendisini sürekli besleyip diri ve taze tutabiliyorsa, düşünce ve eylem biçimlerinde evrimsel bir öze, yanı sıra evrimsel bir yere varıyor demektir. İnsanın yaşamsal dengesi, evrimsel gelişimi, onun bilinçsel ve üretsel gücüne bağlı olduğu kadar, düşünme ve eylem biçimine de bağlıdır. Ve bunu bir sanat yapıtına dönüştürebilmek de sanatçı olarak yaşamı yeniden biçimlemek de sadece kendi elindedir.

Ölümsüzlüğü arayan Gılgamış, tek ölümsüz insan Utnapiştim’i bulup ondan bu gizi öğrenmek için yola düşer. Hiçbir insanın katlanamayacağı acılara, tehlikelere, zorluklara karşı koyar. Onun geçtiği yollardan daha önce hiç bir ölümlü geçmemişti; yeller denizin üstünden estikleri sürece de hiç kimse geçemeyecekti. Sonunda, Gılgamış, yanakları çökük, yüzü süzgün durumda, Utnapiştim’i bulur, ırmakların ağzında, uzaktaki yerde. Ondan, suyun altındaki bitkiyi öğrenir, insana ölümsüzlük veren bitkiyi. Buz gibi suya girer, koparır alır bitkiyi. Fakat çiçeğin yaydığı tatlı kokuya alan yılan, bitkiyi kapar ve derisini değiştirip bir kuyuya dalar. Gılgamış oturup ağlar, “Ben onu yıkılmaz duvarlı Uruk’a götürüp yemeleri için yaşlılara verecektim” der.?Sanatçının yazgısını, bu masaldan daha iyi ne anlatabilir! Ölümsüzlüğe ermek için sanatçı da, Gılgamış’in çektiği eziyetlere benzer ağır işkencelere katlanır; o da Gılgamış gibi, sanki kendi için arıyordur gizi, ama başkalarına götürecektir. Olağanüstü otu hem bulur, hem yitirir; hem kendisi, hem başkasıdır; ölümsüz olan insanı görmüştür, insanlığın ölümsüzlüğüdür bu, Uruk’a bu haberi getirir kimsenin bilmediği yerlerden.?Dünyaya katlanmamız bu yüzdendir. O bizim yaşamımızı somutlar, biçimler ve yeniden yaratır...  Ölümlü ve ölümsüz olandır o, yüzü bizim yüzümüze, dili tanrıların diline benzeyen.

Yaşam biçimimiz çıkarlarımıza göre değil, aklımızla uyum içinde olan vicdanımıza göre olmalıdır.

Kimseyi bizi sevmeye zorlayamayız. Ancak kendimizi sevilecek insan yapabilirsek bu olanaklıdır. Dün tarih oldu, yarın bir sır. Bugünün, nerede ve kiminle sevginizi bölüşüyorsanız, kıymetini biliniz…

Hayatımızda nelere sahip olduğumuzdan, kiminle ya da kimlerle olduğumuz daha önemlidir.

Tepkilerimizi kontrol edemezsek, tepkiler yaşamımızı kontrol eder.

Yaptığımız iyilikleri kolaylıkla unutmalıyız, ancak bize yapılan iyilikleri asla unutmamalıyız. Onları hatırladıkça insanlarla daha iyi ilişkiler kurar yaşantımızdaki değerleri daha kolay paylaşabiliriz.

Şunu da bilmemiz gerekir ki kusursuz olmamak için doğmamak gerekir.

İnsanın kendi kendisini içtenlikle yargılayarak, bu yargısını açıkça ortaya koymasına alçak gönüllülük diyoruz. Yani benlik tutkusundan kurtulmayı bilmek, gösterişe değil öze önem vermek, gereksizce övünmemek, övünmeyi de beklememektir. Kendisini diğer insanlardan üstün tutmayan alçak gönüllü kişi, başkalarıyla olumlu ve uyumlu ilişkiler kurar ve kendisini daha kolay mutlu eder.

Hindistan’da her karşılaşmada ve vedalaşmada, eller öne kavuşturulup hafifçe ve saygıyla öne eğilerek “Namaste” denir. Bu “İçinizde olan ve tüm evrenin yaşadığı o yeri saygıyla selamlarım. İçinizde olan ve içinizde olan o yerdeyseniz ve ben kendi içimdeki o yerdeysem, yalnızca her birimizin var olduğu ve olabileceği o yeri saygıyla selamlarım” demektir.